Yazan her insanın istediği, daha pervasız ve kendi sınırlarından aştığı gibi başkalarının sınırlarını da aşmak. Ve yazılardaki fikirleri bir fahişenin arzulu bedeni gibi sunmak herkese kimi zaman. Katlanılması gereken hastalık ve kötü nefeslere aldırmadan. Tahrik olmak için her yeni dokunuşu beklemek gibi, yazabilmek için her seferinde yeni bir ilhamı beklemek. Ve bir fahişe gibi zevk verdikçe mutlu olan zevk aldıkça kimi zaman pişmanlık kimi zaman mutluluğu uman.Yazılarda fahişenin boynunu bükmüş kadın inceliğini görür insan kimi zaman. Ve aynı zamanda kendini savunmaya hazırdır, tırnakları dışarıda hırçın. Bırakıverin yazılarınızı öylece isteyen istediğini söylesin, yazı kendini bilir ve kendini savunur. Ve bir o kadar incinir.bir fahişe nasıl, ona iyi davranmayan her beden sahibine lanetler okuyup bir daha açmazsa evinin kapılarını, öyle kapar yazılanlar kendisini hor gören her fikre kapılarını. Anlaşılmazlığın zindanına buyur ederler insanlığı. Lakin dokunuşların üzerinden uzun zaman geçerse bir kez daha açar kapılarını. Ki bu dönüş uzun zaman olmalı ve de senin isteğinle olmalı. Seni özlemişçesine, sana taparcasına ve hiç vazgeçmemişçesine ve gözdesiymişçesine, açar kapılarını.Yazılar merhametin sınırlarını zorlayan bir yalnızlık akımı kimi zaman. Kimi zaman sessiz sedasız yol alır iklimlerden, kimi zamansa bir çıkmaz yazgısı olur kalır kör zihinlerde.Sen her nasıl söylersen söyle, nasıl sevmeye çalışırsan çalış, bulabileceğin tek şey onun dokunuşlarını hissetmendir istediğin tek şey.Ve bir yazının fahişeden tek farkı hayatının herhangi bir gecesinde yaşadığın her hangi bir doyum olmamasıdır. Mabedin kıldığın sevgilin gibi her gecedir doyumun, belki de her an…
yorumlar
hımmm
yazar, yazıda fahişe kelimesini ardarda sıklıkla kullanmış
burdakı
ile ne anlatmak istemiş halen onu düşünüyorum.
düşün bakalım
ben bu cumlenın tamamından bır şey anlamadım.cümlede bir eksiklik var. cümlenin öznesi gizlenmiş veya fahişe olmuş.
son üç cümleye kadar gayet güzel ve doyurucu bir yazıydı. bence son üç cümle hiç olmasa daha iyi olurmuş.
“mabedin kıldığından” kasıt kabul ordaki “kıldığın” cümlesi kabul ettiğin anlamındadır. her kese eleştirisi ve yaklaşımı için minnettarım ve teşekkür ederim saygı ve de sevgilerimle
son üç cümle demişsin brokenlady, son üç cümle olmasaydı. son üç cümle olmasaydı nasıl aktarabilirdim size bir yazının bir fahişeden tek farkını
“yazar orospudur”-C. Bukowski
oruspu demeden kastı nedir açılım yaparmısın bestloser? öfkeyle değil çocuksu bir merakla soruyorum bunu sana.
Yazar yaşadıklarını malzeme olarak görür ve hatta bundan para kazanır. Orospunun da yaşadıklarıyla mesleği çoğu zaman birbirine girer. Bukowski’nin benzetmesi bundan dolayı olabilir. Ama tabi ki yoruma açık, düşüncelerinizi bekliyorum.
“kadın olsam kesinlikle orospu olurdum”-C. Bukowski(konuyla ilgili gibi geldi:)
konuyla ilgili fahişe kelimesinin seni tetiklemiş olduğu açık ve net. ve bukowski çok doğru bir benzetmede bulunmuş. hangi yazar olduğunu hatırlamıyorum. babasının cenazesi sırasında söylediği şey şudur. keşke bu olanları olması gerektiği gibi betimleyebilsem yazılarım için harika bir malzeme. bende öyle düşünüyorum yaşadığım her şey benim için her an yazılarıma malzeme olabilr.
ve sana bir sır vereyim mi bestloser inan bundan hiç vicdan azabı duymam. çünkü ben yazmak için yaşayanlardan ve de yazılarıyla hayatın anlamlı kesitlerini keşfedenlerdenim. vicdanım rahat. ve yalan söylemeyi beceremeyenler genelde yazanlar oluyor. söyleyebiliyorsa bu önce kendisine ihanet edebilme kaypaklığından kaynaklanıyor. ve katılıyorum;”yazar oruspudur”C. Bukowski
evet haklısın dürüst olmaya başlayınca gerisi geliyor sonuna kadar
vay beee…ne laf ama…
öyle zoey bu konuda ciddiyim ben. yazmadığım gün yok demiyorum lakin yazma zamanım geldiğinde de yazmassam çıldırma haddine geliyorum peçete, şeker kağıdı, kitap boşlukları önüme ne gelirse yazıyorum. aklımdakini yazana kadar hayatla bağlantım kesiliyor 😉
ibretle okudum…Allah kolaylık versin…zor iş…
aslında insan olmaya başlayınca arkası geliyor ve ödün vermeden yol alıyorsun. yoksa kendini yeri geldiğinde vatan haini bile ilan edebilyorsun. ve doğum günün kutlu olsun Bestloser. umarım insan yanını bulup bırakmayanlardansındır
ve eğer bulanlardansan ne insan yanın seni ne de sen insan yanını terkedenlerden olmaman dileğiyle, saygılar…
iyi yazarla kötü yazar arasındaki fark ŞANStır…(bukowski)
zor değil zoey inan bana muhteşem bir duygu harika bir lezzet. aş ermek gibi diyebiliriz buna aslında. kimi zaman gece yatağından kaldırabiliyor insanı yada sabahlamana.
dikkat edin aşermelerinize.hormonlu şeylerde yemeyin.sonra çocuunuz sendromlu olur alimallah…
bukowskiye bu konuda katıldığımı söyleyemem, bu şanstan çok tercihtir. bu bir bebek için sevişip sonrasındaki doğuma benzetilebilir. çirkinse kadının ve erkeğin doğan çocukta çirkindir. güzelse kadının ya da erkeğin doğan çocukta güzeldir. seviştiğin ve çocuk yapacığın kişiyi de insan tercih eder…
asla her şey toprağından yeni kopmuş ve mevsimine uygunyani sıfır hormon
teşekkür ederim zorkedi, şimdiye kadar düşüncelerimizin hep birbirine yakın olduğunu fark ettim bende.
rica ederim kalpler karşılıklı best bunu bil lütfen…
…para her zaman varolacakve orospular ve sarhoşlarta ki son bombaya kadarama Tanrının dediği gibi,bacak bacak üstüne atarkenanlıyorum nasıl olup da bir sürü şair yaratıpbir o kadar şiiryaratmadığımıBUKOWSKİ
Zoey Bukowski’nin en sevdiğin kitabı hangisi?
her şey ortada ne denebilir. düşünceler sperme benzemiyor ne de olsa :S
düşünceler de çiftleşir çoğu zaman:)
bana sormadın ama söyleyeyim, Pis Moruğun Notları derim ben…
üstteki şiiri size ithaf ediyorum…
hey hey hey bir sperm kadar önü alınamaz ve de aceleci değildir best. düşüncelerin çiftleştiği zaman önünü alamadığın büyülü dakikalardır. ve o zaman gözler sevişir zaten. ve bedenlerin dokunuşunda ararsın o tutkuyı lakin aynı hazzı alamazsın ne kadar istesende.
bizden kastın benmiyim zoey
pis moruğun notlarını ben çok geç okudum, illk “kasabanın en güzel kızı”nı okuyup Bukowskiye hayran kalmıştım ondan sonra en sevdiğim “ekmek arası” çocukluğunu anlattığı roman.
“kasabanın en güzel kızı” en kısa zamada sahaflara gidip bu kitabı alacağım merak ettim açıkcası. sana da ali ural-posta kutusundaki mızıkayı tavsiye ediyorum best bi harikadır. ben çok seviyorum o kitabı arada bir okurum altlarını tekrar çizdiğim yerler olmuştur mesela o kitapta.
Kısa hikayelerinden derlemedir kasabanın en güzel kızı. Ondan önce “ölüler böyle sever” kitabını al bence.”Kadınlar” var bir de bukowski’nin çok eğlenceli kesinlikle okurken hiç sıkılmazsın. Ama hepsini tavsiye edesim geliyo “shakespeare bunu asla yapmazdı” en son alınacaklardan olsun.
“Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. iyi işleri olan sinekkaydı tıraşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. serserilerin yanında rahatımdır, çünkü bende serseriyim. kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem. toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam…”c. bukowski
tamam dediğn bütün isimleri not aldım best, okuduktan sonra sana düşüncelerimi aktaracağımdan emin olabilirsin.
ve bukowski eminim sadakatide sevmemiş, hep isteyip asla bulamadığı için. bir serseri ne kadar pervasız ve ne kadar asiyse o kadar sadakate arzuludur. ve sadakati bulduklarında korkup kaçmakta olanalar. onun gerçek olduğundan şüpheye düştüklerinden. çünkü gerçek olması beklenmeyen güzellik gerçek olduğu zaman, güzellik ürkütücü oluyor ve, korkuç bir ihtişama bürünüyor… bu da bir serseri için çok fazla