bildirgec.org

anlayış hakkında tüm yazılar

suya yazmışım!

sptkburhan | 04 April 2010 19:01

Kazanmakla kaybetmek arasında ki bir farktır yaşamak ve yaşamaktır kazanmayı reddetmek. Ama her ne ise hizmet dışıdır kendinde ve sensin seni sen yapan bu âlemde. Korkmuyorsan benden ve diğerlerinden, diğerleri seni germiyorsa aslında yaşamak değildir amaç; var olmanın ötesindedir…

Nerde ise sen vardın hayatımda, ama bakakalmışım suda yüzen denizanasına. Anlatmak mı anlamadım sonunda bende… Belki korktum sessizce. Gayem ne sensin ne başkası, sudur içtiğim yaşama kaynağı, nefesim Tanrıdandır; ne alaka ise var olanı. Saçma bir kelimedir yaşama dair her şey ve her şey sende gizlidir, buluta saklanmış bir yıldız.

klavye insanı

taha3045 | 01 June 2009 09:36

Klavyeyi eline alınca erkek olmak
yüzüne asla söyleyemeyecegi şeyleri, büyük bir yüzsüzlükle yazmak,yazmak
gerçek hayatta yüzüne bie tükürük atmaya tenezzül edilmeyecek kişilerden gayet cesaretli cümleler okumak
Klavye sen nelere kadirsin, seni eline alan erkek oluyor, kabadayı oluyor sen ne büyük bir icatsın
görünce kıçımızda uçuk çıkacak insanlara bile rahatlıkla neler söyleyebiliyoruz
eh nede olsa seni elimize alınca insanlıgımızı kenara bırakıyoruz, ikisini bir arada kullanabilen kişi çok az, bu çok zor çünkü
Öyle ya tanımadıgımız insanların onurlarına kadar varan hakaretleri edebilmemiz için, yüzyüze yiyemeyecegimiz bokları yemek için insanlık ile klayvenin aynı anda bulunmaması gerek, yoksa nasıl yaparız hayvanlıgımızı, nasıl yaftalarız rahatça karşımızdakini, karakterini, ruh halini, sorunlarını bilmeden nasıl kırarız bu denli.

canımın diğer ve bütün yarısı

gulsey | 07 May 2009 10:57

Gelirken sayısı belli olmayan, ne umutlar besledik,
İlk attığımız naralar da kim bilir neler sakladık.
Gözlerimizi açtığımız an, onun merhamet dolu bakışlarında,
Uçsuz bucaksız olan ummanına , üryan daldık.

Uykusuz geceler sabaha bağlanırken,
Nefeslerimiz an be an kulağında çınlarken,
Gelecek kaygısı taşımadan, dün, bugün, yarın demeden
Rahat kollarında güneşi gördük.

Hep yanımızda olacak, beraber yürüyeceğiz,
Beraber tırmanacağız, sarp merdivenleri,
Önümüzde biriken çakıl taşlarını ayıklayacak usanmadan,
Ve belki bir gün ansızın, çekip gidecek.

http://img211.imageshack.us/img211/7943/clipimage002me1.jpg
http://img211.imageshack.us/img211/7943/clipimage002me1.jpg

Gidişine bakıp kalacak, gözlerinde boğulan gözlerimiz,
Damarlarımızda akan kanı donacak,
Gözyaşlarımız, ta yüreğimizin derinliklerine akacak
Yara alacak üzerine titrediği canımız.

haksız imtiyazlar

gulsey | 27 April 2009 11:01

Kardeşler arası çekememezlik, kıskançlık, kin duyma gibi insani hisler, bir çok aile de varolan sorundur. Aile içerisinde ebeveyn tarafından sergilenen, ayrıcalıklı evlatlara ayrıcalıklı tutumlar, çocuklar arasında rekabete meyil vermektedir.

Türk örf ve adetlerinde kesim olarak ayırmak istemesem de doğuya doğru gidildikçe erkek çocuklarına daha imtiyazlı davranılmaktadır. Erkek çocukları yaşlılıklarının garantisi olarak görülmekte, kız çocuklarına karşı ”bugün yanımızda, yarın elde olur.” zihniyetiyle hareket edilmektedir. Kızın düşünceyi ifade etme, kendini ispat etme gibi çabaları yanıtsız kalır. Yurdumun genellikle kırsal kesimlerinde kızlar, annelerinin yüküne ortak olmak, iş adına rahatlatmak, erkek egemen dünyada kendilerine çizilen yolda ilerlemek zorunda bırakılıyorlar.

Bazı kesimler de aşırı disiplin, katı kurallar çocuğu hayatın kötülüklerinden korumak adına konulan yasaklar da itaatsizliğe ve kardeşler arası huzursuzluğa sebeb olmaktadır. Çevremize bakıldığın da ebeveynlerin ağızlarından ”asi çocuk, uyumlu evlat” diye kelimeler dökülür. Birbirleri arasında olan farklar alenen ortalığa saçılır. Anne baba ve çocuk üçgenin de kalması gereken uygunsuz fiiller ”aman utansın bir daha yapmasın” diyerek diğer üçüncü ve dördüncü derece akrabalara abartılı şekilde aktarılır. Diğer itaatkar,olması gereken gibi davranan evlat ise çocuğun gözüne sokulur. Tüm bu çabalar, ters etki yapar çocuk azdıkça azar.

AĞACIN MASALI

admin | 05 March 2009 09:35

İnsan ve ağaç,bu ikili, yüz binlerce yıllık beraberliği olan bir geçmişe sahip. İnsan ruhunda ağaç kadar iz bırakan bir nesne düşünemiyorum. Uygarlıkla birlikte ağaç, estetik bir duygu olarak yüzyıllarca gelişti. Ancak günümüze gelene kadar… İkiliden ağaç, insanoğlundan habersiz, kendi yaşamını sürdürürken, insanın ağaçla birlikteliği çok özel bir ayrıcalıktır. Yeryüzünün her yerinde insanlara bağışlanmamıştır ağaç.

İki uç nokta buzullarla kaplanmış, en geniş alanı olan orta kısım güneşle kavrulmakta, çöl ve kum yeşili yaşatmamaktadır. Ancak , bu iki kısım arasında kalan geniş alanlar insanla ağacı bir araya getirmaktedir.

Bir Erkeği Tanımak…

hypatia | 16 November 2007 15:56

Bir Erkeği Tanımak…

Aslında erkek veya kadın fark etmiyor. Bütün tanımakların özünde kabul edebilmek var koşulsuzca, kimliksizce, sadece ve sadece bir birey olarak görmek ve saygıyla karşılamak var. Erkeği veya kadını veya bir çocuğu. Belki de olmamız gereken anlarda ve durumlarda nötrleşebilmektir kısaca.

Kabul etmeliyiz doğalarımızın farklı olduğunu. Kabul etmeliyiz birbirimizi tamamlayacak şekilde rollerimiz olduğunu. Kabul etmeliyiz her erkeğin bizim kadar duygusal olamayacağını, bizim kadar hissettiklerini belli edemeyeceklerini… Yalan mı ki sanki ? Her kadın belli edebiliyor mu hislerini? Hiç mi soğuk görünen veya gerçekten olan kadın yok, hiç mi verdiğini anlayamayan kadın yok. Varrr hem de çok. Kadını da çok, erkeği de çok. Onun için ayrım yapmamak gerek aslında. Genel almak lazım ama yinede cinsiyetimizle hareket ediyoruz işte. Kabul etmeliyiz en basit fizik gücünden, ruh halimize, duygu selimize kadar aynı olamayacağımızı. Tabi bunların hepsi genellemeler, muhakkak istisnalar mevcut. Muhakkak erkek kadar güçlü kadınlar, kadın kadar duygusal erkekler var. Muhakkak hepimizin birbirimize göre kişiliklerimizin, yaşadıklarımız, çevrelerimizin yoğurduğu şekillendirdiği ve cinsiyetlerimizde oluşan betimlemeler var. Olacak ta. Topu topu iki cinsiz işte, KADIN ve ERKEK. Farklıyız yani farklı ama birbirini tamamlayabilecek bir farklılığa sahibiz. İşin güzel yanı da bu.

Ne olacağız?

muadib | 17 September 2007 10:53

Hikayemiz orta halli her bekar erkeğin başından geçebilen, ayrıntıları farklı olsa da temelleri değişmeyen bir kısırdöngüden ibarettir. Er kişi, zaten mutsuz olduğu işinden, yenisini bulamadığı için ayrılamamakta, iyi-kötü bir düzen tutturmuş, yaşayıp gitmektedir. Düzenli bir ilişkisi vardır, ve iş dışında kalan tüm zamanını bu kişiyle geçirmektedir. Kadınımız, gerek güzel yüzü ve tavırları, gerekse tuttuğunu koparan yapısı ile, iş yaşamında ki merdivenleri üçer beşer atlamakta, hata affetmeyen tavrı ile üstlerini bile birer birer devirip doruğa koşmaktadır. Er kişi ise, evlilik müessesinin maddi temelleri üzerine ciddi ciddi düşünürken, ülser olma yolunda ilerlemektedir.
Çiftimiz her buluşmalarında dişinin hayatındaki zorluklar üzerine konuşmakta, erkek sorunları dinleyip, kadına çözüm üretmekle uğraşmaktadır. Bu arada kadının çevresi genişledikçe erkeğin içi daralmakta ama birşey söylememektedir. Serde delikanlılık da vardır. Lakin hayat erkeğin değer yargılarından daha hızlı değişmekte, sadece şehirler arası bir otobanın yanındaki çimenlik alandan hergün gelip geçeni seyredip akşamına yuttuğu eksoz ve tozlarla birlikte kendi deliğine dönmektedir.
Derken erkeğin pamuk ipliğine bağlı düzeninde bir deprem olur. Önce işten çıkarılır, yerine daha az paraya daha çok çalışabilecek bir yeni mezun seçilmiştir bile. O güne kadar ki çalışmalarına teşekkür edilir, 3 kuruş bir tazminatla kapıya kadar uğurlanır. Halen umudunu ve iyimserliğini yitirmemeye çalışan er kişinin telefonu acı acı çalar. Annesinin uzun süredir mücadele ettiği rahatsızlığı kritik bir evreye girmiş ve hastaneye yatırılmıştır. İş bulana kadar idare etmeyi düşündüğü tazminatla ilgili kurduğu tüm planları en yakınındaki çöp tenekesine bırakır. Koşar adım, havaalanına gider (kahramanımızın ilk uçuş deneyiminin kötü bir haber olması ayrıca manidardır, bunun da farkındadır).
Uçaktan iner inmez hastaneye koşar. Doktorlarla konuşur. Umut vardır. Ama beklemek şarttır. Metin olmak gerekmektedir, zira tedavi süreci uzundur. Tedaviye verilen ilk tepkiler olumlu da olsa, beklemelidir. Hastane bahçesinde baba ile saatlerce oturulan günler başlamıştır. Herkes iyi görünmeye çalışmaktadır ama kimse iyi değildir. Yeni bir keder eklememek için işten ayrılındığı söylenmez, ücretsiz izin aldığı yalanı sıkılır. Herkes inanmış görünür. Yoğun bakımın kapısında beklenmekte, ağır hastaların, çığlıkların, vefatların sedye sedye geçit töreni izlenmektedir hergün. Cep telefonu uzakta ve merakta kalan eş-dostun soran sessiliklerini doldurmak için kurulan cümleleri dillendirmek için bir araçtır. Ayakta kalınmaktadır, kalınmak zorundadır.
Çok geçmeden, bir iki gün içinde sevgili arar. Sinemaya gidilsin midir diye sorar. Durum kısaca özetlenir. Çok üzülür, o da teskin edilir. Herşey düzelecektir. Geri dönünce görüşülecek, kaldığı yerden hayat devam ettirilecektir. Elimden gelen birşey var mı, geleyim mi sorusuna kibarca hayır yanıtı verilir. Herkesin sıkıntı çekmesine gerek yoktur. Kısa sürede iyileşme gerçekleşecek ve pay-i taht’a geri dönülecektir. Her gün düzenli görüşmeler devam eder. İçinde iş yaşamında görülen aksaklıklardan, insanların salaklığında, bu işle böyle yürümezlerden bir demet de her daim bulunmaktadır. Ancak hastada görülen iyileşmeye ters orantılı olarak bu telefon görüşmelerinde bir sıkıntı vardır. Öncelikle gittikçe kısalmakta ve bir rutine binmektedir. Tamamen zorunluluktan yapıldığı dişi tarafın ses tonunda hissedilmekte ancak tüm çabalara ve iltifatlara rağmen girilen yolun geri dönülmezliği hergün biraz daha aydınlanmaktadır. Derken tam da umutların en yeşil olduğu hastaneden taburcu olunacağı haberinin alındığı gün telefondan ustura gibi bir ses gelir:
– Ne olacağız biz?
Nasıl yani diye sorulur ama, lafın nereye gideceği bellidir. Doldur boşalt ve yan pas yapmaktan başka çare yoktur. Ne sorulduğunu dikkatlice irdelemek gerekmektedir. Çünkü sorunun ne yeridir, ne zamanıdır, ayrıca verilebilecek somut bir yanıt olmaması da ayrı bir dezavantajdır. En güleryüzlü maske takılır, şaka yollu yanıtlar verilir ama dişi aptal değildir. Kaçak dövüşüldüğünün, er kişinin bir yanıt veremeyeceğini bilmektedir. İyice üstüne gider, annesinin ağzını aradığından, artık yaşının geldiğini söylediğinden, bahseder. Er kişi şimşeğin çaktığı bir sürede bin düşünce ile boğuşmaya başlamıştır. Elindeki para bittiği için günlerce sadece ucuzundan çorba içmiş, midesini ateş basmıştır. Kilo vermiş, yüzüne bir karaltı çökmüştür. Bunların yanında evlenme hesapları yapılan listelerin uzunluğu ve maliyetlerin bol sıfırlı tabloları gözünün önünde uçuşmaktadır. Kaçacak yer yoktur, zaman istenir; gelince konuşuruz denilir. Gelince farklı mı olacak yanıtı alınır. Kan; artık er kişinin beynindeki basıncı şakaklarındaki zonklama ile hissettirmektedir. Şimdi konuşamayacaktır, eve gidilmesi gerekmektedir. Hastaneden çıkış yaptırılacaktır. Beyhude bir “görüşürüz” ile görüşme sonlandırılır. Hasta taksiye bindirilir. Yalandan bir gülümseme takınılır. Son 3-5 kuruşla taksi parası ödenirken, alınması gerekli ilaçların katkı payı üzerine kara kara düşünülmekte, bir yandan da ihanete uğramışlığın yüreğe düşen koru soğutulmaya çalışılmaktadır.

Devam edecek…

pollyphonic monophobi 2

donakisot | 26 August 2007 18:54

Gel bakalım gel üstüme çekinme
Ne olacak birlikte görelim
Kırık bir kalbin gücü var ellerimde
Ah sen ve senin gibiler: şizofrenik merkezler
Jules Verne sizin için yazdı değil mi!
Tahammülsüzlüğüm duvarlara mülteci
Saymıyorum artık, yürüyorum sadece alıp başımı ileri doğru
Çokça güzel sokak ayaklarıma tav buralarda
Ve yasemin kokuları
Duyularıma serenat…
45 numara gözyaşım, bana çok, kadıköy belediyesine az
Kadran dar geliyor ibreye…
Organizmamı özledim
Çiğneyip yutmayı özledim
Geç bunları ya geç
Ben insanı özledim
Geç mi kaldım, erken mi geldim
Neredeyim ki ben kimse yok
Bir merhaba
Bir elveda…
Korkar mıyım ben karanlıktan
Paranoya mahsulü tıkırtıdan
Sanmaktan
Sinmekten
Sızmaktan
Susmaktan
Issızlıktan
Islı adaya düşmek ve yanıma hiçbir şey almamak istiyorum
Isssssss
Çok mu?!
Yalınlığımdan fışkıran tüm serzenişim
Anlayışınıza mülteci
Sığınabilir miyim
Ta içinize, en derininize
Yer verin lütfen bana, elinizi uzatın
Teninize susadım
Sesinize kanadım
Sevginize… Tahayyül sizin
Kaç kırık kalp gücündeyim bilmiyorum
Ama gözyaşım 45 numara

ı.t.

Karanlık Odadan Mektuplar 2

kadirgunay | 16 August 2007 09:35

Kalıplaşmış hayatın ortasında geçmiş yaşamların kıyısında bulunuyorum. Geçmişimin batısında geleceğin doğusundayım istemeden. Yaşam ile ölüm çizgisi üzerinde gelecek ile geçmiş kavramlarının henüz olmadığı bir zaman dilimi burası. Ne yakın geçmiş ne de yakın gelecek var anlatımlarda. Hiç denilen basit bir nesne tanımı ile şey dediğimiz anlatım bozukluğu gibiyim. İstemeden gelişmiş olaylar dizisi var bende ve de hiçbir zaman yaşamak istemeyeceğim hikayelerim var elimde üçüncü bir kişi olarak…
Varsayılan bir kavram aslında herkesin bildiği gördüğü ama bir türlü çözmeye yanaşmadığı bir kavram. Hatalarım sorgularım var. Yanlışlarım üzerinde oynanmış küçük kalem darbeleri. Her üç yanlışım bir doğrumu götürmüş bu tekdüze hayatta. Bir insan var yakınlarımda konuştuğum ama anlatamadığım derdimi. Bir insan topluluğu var karşımda beni anlarken benim onları bıraktığım. Bir aile var uzakta soyut ve somut her şeyim ile beni bekleyen ve bir ben varım asla ne kendimi ne karşıdaki insanları anlayamayan…
Kendimi anlamadan insanları anlamaya çalıştım her defasında ve başarısız oldum. Anlamadan sevmeye kalktım yine yarı yolda kaldım. Her bir başarısızlık ilerisi için bir başarıdır deseler de benim her başarısızlığım ilerisi için hep sorun oldu. Ve bir gün tamam dedim anlamak için kendimi verdim. Bu sefer de anlayacak insan kalmadı çevremde. Artık günlük yaşıyorum hayatı. Bakıyorum gün sonunda eğer hala gözlerim açık ve başımı koyabildiysem yastığıma ve benim için yanan varsa bir sigara gerisi yalan olmalı…
Ve yine sabah kalktığımda değilsem başka bir mekanda bugünün zorlu sınavı başladı diyorum kendime gülerek… Aynaya gidip bakmıyorum. Elimi yüzümü yıkarken söylenmiyorum. Hayata artık gülemiyorum… Zorlanıyorum çünkü gülebileceğim bir durum kalmadı diyorum.
Yaşananlar yaşanacakların teminatı olmamalı gelecek geçmişin gölgesinde kurulmamalı… Sen de kendin için hep iyi olanı yapmalısın;
“Yalnız olduğunu unutmadan yaşamalısın…”