bildirgec.org

muadib

11 yıl önce üye olmuş, 8 yazı yazmış. 14 yorum yazmış.

Ne olacağız?

muadib | 17 September 2007 10:53

Hikayemiz orta halli her bekar erkeğin başından geçebilen, ayrıntıları farklı olsa da temelleri değişmeyen bir kısırdöngüden ibarettir. Er kişi, zaten mutsuz olduğu işinden, yenisini bulamadığı için ayrılamamakta, iyi-kötü bir düzen tutturmuş, yaşayıp gitmektedir. Düzenli bir ilişkisi vardır, ve iş dışında kalan tüm zamanını bu kişiyle geçirmektedir. Kadınımız, gerek güzel yüzü ve tavırları, gerekse tuttuğunu koparan yapısı ile, iş yaşamında ki merdivenleri üçer beşer atlamakta, hata affetmeyen tavrı ile üstlerini bile birer birer devirip doruğa koşmaktadır. Er kişi ise, evlilik müessesinin maddi temelleri üzerine ciddi ciddi düşünürken, ülser olma yolunda ilerlemektedir.
Çiftimiz her buluşmalarında dişinin hayatındaki zorluklar üzerine konuşmakta, erkek sorunları dinleyip, kadına çözüm üretmekle uğraşmaktadır. Bu arada kadının çevresi genişledikçe erkeğin içi daralmakta ama birşey söylememektedir. Serde delikanlılık da vardır. Lakin hayat erkeğin değer yargılarından daha hızlı değişmekte, sadece şehirler arası bir otobanın yanındaki çimenlik alandan hergün gelip geçeni seyredip akşamına yuttuğu eksoz ve tozlarla birlikte kendi deliğine dönmektedir.
Derken erkeğin pamuk ipliğine bağlı düzeninde bir deprem olur. Önce işten çıkarılır, yerine daha az paraya daha çok çalışabilecek bir yeni mezun seçilmiştir bile. O güne kadar ki çalışmalarına teşekkür edilir, 3 kuruş bir tazminatla kapıya kadar uğurlanır. Halen umudunu ve iyimserliğini yitirmemeye çalışan er kişinin telefonu acı acı çalar. Annesinin uzun süredir mücadele ettiği rahatsızlığı kritik bir evreye girmiş ve hastaneye yatırılmıştır. İş bulana kadar idare etmeyi düşündüğü tazminatla ilgili kurduğu tüm planları en yakınındaki çöp tenekesine bırakır. Koşar adım, havaalanına gider (kahramanımızın ilk uçuş deneyiminin kötü bir haber olması ayrıca manidardır, bunun da farkındadır).
Uçaktan iner inmez hastaneye koşar. Doktorlarla konuşur. Umut vardır. Ama beklemek şarttır. Metin olmak gerekmektedir, zira tedavi süreci uzundur. Tedaviye verilen ilk tepkiler olumlu da olsa, beklemelidir. Hastane bahçesinde baba ile saatlerce oturulan günler başlamıştır. Herkes iyi görünmeye çalışmaktadır ama kimse iyi değildir. Yeni bir keder eklememek için işten ayrılındığı söylenmez, ücretsiz izin aldığı yalanı sıkılır. Herkes inanmış görünür. Yoğun bakımın kapısında beklenmekte, ağır hastaların, çığlıkların, vefatların sedye sedye geçit töreni izlenmektedir hergün. Cep telefonu uzakta ve merakta kalan eş-dostun soran sessiliklerini doldurmak için kurulan cümleleri dillendirmek için bir araçtır. Ayakta kalınmaktadır, kalınmak zorundadır.
Çok geçmeden, bir iki gün içinde sevgili arar. Sinemaya gidilsin midir diye sorar. Durum kısaca özetlenir. Çok üzülür, o da teskin edilir. Herşey düzelecektir. Geri dönünce görüşülecek, kaldığı yerden hayat devam ettirilecektir. Elimden gelen birşey var mı, geleyim mi sorusuna kibarca hayır yanıtı verilir. Herkesin sıkıntı çekmesine gerek yoktur. Kısa sürede iyileşme gerçekleşecek ve pay-i taht’a geri dönülecektir. Her gün düzenli görüşmeler devam eder. İçinde iş yaşamında görülen aksaklıklardan, insanların salaklığında, bu işle böyle yürümezlerden bir demet de her daim bulunmaktadır. Ancak hastada görülen iyileşmeye ters orantılı olarak bu telefon görüşmelerinde bir sıkıntı vardır. Öncelikle gittikçe kısalmakta ve bir rutine binmektedir. Tamamen zorunluluktan yapıldığı dişi tarafın ses tonunda hissedilmekte ancak tüm çabalara ve iltifatlara rağmen girilen yolun geri dönülmezliği hergün biraz daha aydınlanmaktadır. Derken tam da umutların en yeşil olduğu hastaneden taburcu olunacağı haberinin alındığı gün telefondan ustura gibi bir ses gelir:
– Ne olacağız biz?
Nasıl yani diye sorulur ama, lafın nereye gideceği bellidir. Doldur boşalt ve yan pas yapmaktan başka çare yoktur. Ne sorulduğunu dikkatlice irdelemek gerekmektedir. Çünkü sorunun ne yeridir, ne zamanıdır, ayrıca verilebilecek somut bir yanıt olmaması da ayrı bir dezavantajdır. En güleryüzlü maske takılır, şaka yollu yanıtlar verilir ama dişi aptal değildir. Kaçak dövüşüldüğünün, er kişinin bir yanıt veremeyeceğini bilmektedir. İyice üstüne gider, annesinin ağzını aradığından, artık yaşının geldiğini söylediğinden, bahseder. Er kişi şimşeğin çaktığı bir sürede bin düşünce ile boğuşmaya başlamıştır. Elindeki para bittiği için günlerce sadece ucuzundan çorba içmiş, midesini ateş basmıştır. Kilo vermiş, yüzüne bir karaltı çökmüştür. Bunların yanında evlenme hesapları yapılan listelerin uzunluğu ve maliyetlerin bol sıfırlı tabloları gözünün önünde uçuşmaktadır. Kaçacak yer yoktur, zaman istenir; gelince konuşuruz denilir. Gelince farklı mı olacak yanıtı alınır. Kan; artık er kişinin beynindeki basıncı şakaklarındaki zonklama ile hissettirmektedir. Şimdi konuşamayacaktır, eve gidilmesi gerekmektedir. Hastaneden çıkış yaptırılacaktır. Beyhude bir “görüşürüz” ile görüşme sonlandırılır. Hasta taksiye bindirilir. Yalandan bir gülümseme takınılır. Son 3-5 kuruşla taksi parası ödenirken, alınması gerekli ilaçların katkı payı üzerine kara kara düşünülmekte, bir yandan da ihanete uğramışlığın yüreğe düşen koru soğutulmaya çalışılmaktadır.

Devam edecek…

Özne’nin Ölümü ve Komplo Teoriciliği

muadib | 08 September 2007 18:12

Walerstein “günümüzde, insanlar dünyanın sonunun gelebileceğine inanabiliyorken, kapitalizmin sonunun gelebileceğini tahayyül edemiyorlar” diyor bir yazısında. Tarihte dikkatli bir okuma yapılırsa, insanlığın buhran dönemlerinde genellikle dünyanın en büyük fikir hareketlerinin yaşandığı görülür. Antik yunan uygarlığı her yandan göçebe saldırılar aldığı sıralarda Platon, Aristo vb. gibi büyük düşünürler ortaya çıkmış. Ortaçağda tarımsal tekniklerin gelişmesi ve endüstriyelleşme, derebeylerinin çanına ot tıkamaya başlarken, rönesanstan paris devrimine uzanan renkli bir düşünce dünyası şenlendirmiş “garbın afakını”. Ülkemizde bile osmanlının en son en karanlık yüzyılı, renkli düşün adamları ile dolu.

Gelelim günümüzün panoramasına. Elimizde ne var şu an. Antik mısırdan köklerini aldığı iddia edilen bir çok ezoterik örgütün dünya tarihini daha yaşanmadan yazdığı iddia edilmekte. Güçlerinin kaynağı ile ilgili rivayetler muhtelif. Musa’nın Ahit Sandığından, mısır piramitlerine, İsa’nın kanının taşındığı Kutsal kaseden, efsane kılıç (ya da mızrak) excalibur’a kadar bir çok büyülü artifact güç kaynağı olarak görülmekte. Hatta o kadar ki, simya konusunda bilgi sahibi oldukları için Tapınakçıların kurşunu ve bakırı, altın ve gümüşe çevirerek zenginlik sahibi oldukları bile söylenmekte. İnsanları yaptıkları büyüler ile etki altına alabildikleri, çok eskilerden kalma ama günümüzün hala ilerisinde olan teknolojileri kullandıkları diğer iddialar arasında. Bir yolsuzluk sorşuşturması sonrası dönemin içişleri bakanı (Saddettin Tantan) bile bu örgütlerden birinin ismini zikretmiş ve başına gelmeyen kalmamıştı.

Osmanlıda Batılılışma ve Eğitim

muadib | 29 August 2007 10:31

Osmanlı imparatorluğunda modernleşme sancılı bir süreçtir ve dönemin pek çok ülkesinden farklılık arzetmektedir. Garbın ufkunda alınan ağır yenilgiler ve geri çekilmeler, devletlulerimiz tarafından tiz zamanda önlem alınmasının gerekliğini ortaya koymuştur.

I. Abdülhamit
I. Abdülhamit

“120 bin.den fazla ocaklı askerimize karşı 8000 bin Moskof askeri Tuna’yı geçti, üzerimizde gücünü gösterdi. Düşmanın böylesine nizamiye askerine, bizim askerimiz yeni savaş düzenini bilmediklerinden, karşı gelemiyorlar. Biz bu hal ile kıyamete kadar düşman yenemeyiz”. Özi kalesinin düşman eline geçtiğini duyup, üzüntüsünden felç geçirerek ölen Abdülhamit’in yerine 3. Selim, bu yakınmalar eşliğinde tahta geçmiştir. İlk ıslahatçılardan sayılan 3. Selim, ıslahat yaparak varolanı koruma amacı gütmüştür. Osmanlı’nın kurulduğu günden bu yana fetih ekonomisi ile geçindiği bilgisi, toprak kaybettikçe düşen vergi gelirleri ve asker sayısında kendisini belli etmiştir. Ticari muhattap almak yerine, başka ülkeleri fethetmek tarımsal alandan bir gelişim göstermenin de önünde engel olmuş, batıda tarım endüstrisinin so süratle ilerlediği bir zamanda cihan imparatorluğumuz boşalan hazineyi eski günlerine geri döndürebilmek için askeri yapılanmasını değiştirmeye karar vermiştir. Amaç tabii ki elde kalanı koruyarak bir denge yakalamaktır.

III. Selim’in en büyük ıslahatı olarak gösterilen Nizam-ı Cedit orduları ve buna bağlı yeni eğitim merkezleri ile askeri teçhizat imalathaneleri ilk batılılaşma hamlesi olarak görülür. Sadece askeri yapılanmanın yetersiz geldiği farkedildiğinde,

III. Selim
III. Selim

batıyı şaha kaldıran aracı, yani bilimi, elzem olarak gören ıslahatçı düşünüş, Mühendishane-i Bahri Hümayun’u da kurarark yenileşme için bir adım daha ileri atmıştır. Ancak burada bir sorun vardır. Batılı anlamda bilim yapılması için kurulduğu varsayılan bu okul, aslında ordunun ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiş ve başka bir şeyle de ilgilenmemiştir. Yani temel olarak zihniyet, güçlü bir ordunun her sorunun üstesinden gelebileceği düşüncesinin etrafında volta atmaktadır.

Kavram’ın ölümü

muadib | 26 August 2007 21:25

Herşeyin hesaplanabilir-ölçülebilir olduğu bir zamanda bireyin en büyük yanılsaması yaşamına yön verebilme ihtimalidir. artık yaşam bireylerin tek tek yönverebileceği birşey olmaktan çıkmıştır. Kendiliğinden akan ve önüne ne gelirse, kökünden söküp sürükleyen azgın sel suları gibi yıkıcı bir devinime dönüşmüştür.
Yaşamın, ölüme koşmak olduğu bir çağda intihar olağandışılığını yitirmektedir. Akılalmaz olan, inadına daha iyi bir yaşama arzu duyup, bunun olması için gerekli emeğin gösterilmesi, ve karşılık olarak kazanım elde etmektir. Tıpkı emek gibi akıl da, düşünce dünyasının merkezinden kovulmuş, meşruiyetini kaybetmiştir. İnanç, yaklaşık 500 yıl sonra saklandığı karanlıklardan çıkmış, saklandığı karanlıkları insanların gözlerine yaymıştır. Artık kimse hayatına yön vermeyi düşünemez olmuş, yerine ruhunu kurabiye kalıplarına döküp, fırınlanmayı beklemektedir.
Çağımız, eylem ve intiharın, aynı cümlede yanyana ve tamamlayıcı bir şekilde biraradalığına sahne olmaktadır. İnanan da inanmayan da bir sınavdan geçtiği bilinci ile yaşamakta, sokakta yürürken gölgelere tedirgin bakışlar atmakta. Eski çağların masallarında çocukları korkutan ejderler, artık çağımızın bir kısım çocuklarının üstüne bombalar yağdırırken, onları kullanan pilotların çocuklarının odalarında ise bir oyuncak olarak varolmaktadır.
‘Baudrillard’ ustanın da söyleyeceği gibi, gerçek olanla gerçek olmayanın arasında artık gerçek bir sınır kalmamıştır.