İnsan ve ağaç,bu ikili, yüz binlerce yıllık beraberliği olan bir geçmişe sahip. İnsan ruhunda ağaç kadar iz bırakan bir nesne düşünemiyorum. Uygarlıkla birlikte ağaç, estetik bir duygu olarak yüzyıllarca gelişti. Ancak günümüze gelene kadar… İkiliden ağaç, insanoğlundan habersiz, kendi yaşamını sürdürürken, insanın ağaçla birlikteliği çok özel bir ayrıcalıktır. Yeryüzünün her yerinde insanlara bağışlanmamıştır ağaç.

İki uç nokta buzullarla kaplanmış, en geniş alanı olan orta kısım güneşle kavrulmakta, çöl ve kum yeşili yaşatmamaktadır. Ancak , bu iki kısım arasında kalan geniş alanlar insanla ağacı bir araya getirmaktedir.

Yaşama, hayvanlar gibi postu olmadan çırılçıplak girdi insanoğlu. Barınaklarını, araç-gereçlerini yaparken “yararı” açısından tanıştı ağaçla. Yakıcı sıcaktan insanı koruyanı, yağmurdan ıslatmayanı vardı ağacın. İnsan da, daha iki ayak üzerine kalkmamıştı… Yaz ayları geldiğinde sadece insan değil, kuşların ve diğer hayvanların pek çoğu ağaçlardan beslendi, hala da beslenmekte.

Ayrı tat, koku ve renkte meyveler vermektedir ağaç.İnsan meyve ve çiçeklerden öğrendi açık “mavi” den “mor” a kadar renkleri.Havaya verdiği oksijenden, köklerinin gücünden habersizdi insan. Boyuna-posuna, döktüğü meyveye hayran kaldı. Bazıları korktu ve taptı ağaca. İnsanlardan daha uzun süre yaşadığının farkına vardı.

Yaşlılar; bir ulu çınarın, bir devasa meşenin, asırlık bir zeytin ağacının kaç nesil eskittiğini anlattı gençlere. Bazı durumlara aklı ermedi insanın. Küçücük tohumdan, ufacık bir daldan koca gövdenin oluşması şaşırttı onları. Bazı ağaçların ömür boyu yeşil kalmasına şaşırdılar. Bazılarının da kış gelmeden yapraklarının sararıp dökülmesi ilginçti. Bu yüzden de taptı insan ağaca.Uzun zaman geçti, insanın aklı da zihni de gelişti, aydınlandı. İşte o an ağaca olan sevgi gerçek bir aşka dönüştü. “Yarar” dan koptu, anlayışa, soyut estetiğe, beğeniye ulaştı. Filozof, besteci, ressam, yazar ve şairler yetişti.

Ressamlar ormanı baş tacı yaptılar. Özellikle akşam vakitleri, ormanda batan güneşin ufuklara yayılan ateş rengi, şurup, kan ve şarap renginin tonları tuvallere bütün zenginliğiyle yansıtıldı.

İnsanlar, kuşaklar boyu ağaçlarla tam bir uyum içinde yaşadı.Bina boylarının ağaçlardan kopmamasına dikkat etti. Bu günkü gibi dibinden, tepesine bakınca “baştan şapka düşüren” devasa beton yığınları yoktu.Kimsenin duymadığı sesleri duyan besteci ve müzisyenler, adına nota dedikleri çizgilerle beyaz kağıda büyülü eserler yarattılar. Yeni icat çalgılar; kimilerini üflediler, kimilerini tellerle donatarak, zihinlere ahenkler sundular. Hatta belli yaştan sonra kulakları işitmeyen dahi müzikçiler, ünü dünyaya yayılmış eserler yarattılar.Uzun zaman geçip, 17. Ve 18 yüzyıllar denilen zamanlara gelindiğinde, daha önce dinsel konular işleyen ressamlar, tuvallerini büyüttüler. Kentlerin dışına çıkar oldular. Tek tük ağaçlar, orman, yaban gülleri resimlerin konusu oldu. Ateş, şurup, kan ve şarap renk tonları tuvallerde yerleşti. Sonra fotoğraf makinesi icat edildi. İnsanlar makineleri ellerinde, yine ağaçlara, ormana yöneldi. Fotoğraf tutkunlarını, ormanların her mevsim verdiği büyülü pozlar aşık etti.Kutsal alanlara, su boylarına, çeşme başlarına dikilen çınarlar anıtlaştı. Caddelere dikilen ağaçlar insanların göz zevklerini okşadı. Su başlarındaki çınarların gölgesinde serinledi insanlar. Kışın beyaz kürkünü giyen ağaç, insanlara bir sıcaklık verdi.Sonra insanoğlu; hız, konfor,maddi güç tutkunu oldu. Ormana ekonomik bir kaynak olarak baktı. Ağacı odun gördü. Odunun da sınırları, kuralları olduğunu düşünmedi. Çocuklar ağaçtan habersiz, nasipsiz büyümeye başladı. Üst üstte istiflenmiş binalara esir oldular.Artık insanoğlunun gündeminde ağaç yok sanki… İç okşayan resim, ruhu ısıtan müzik yok oldu. Resimde kargaşa, müzikte gürültü aldı yürüdü. Ağaçla beraber yeşilin tonlarından, kuşların seslerinden yoksunlaştı, ruhlar soğudu. İnsanlar bunalımlara sürüklenmekteler.Artık güneş yakmakta, seller yıkmakta, besinler bozulmakta, kirlenen havaya mahkum olmakta insanlar.Orman ekosisteminde çok sayıda bitki ve hayvan türleri bir arada, yardımlaşarak veya mücadele ederek yaşamakta. Bu yardımlaşma ve mücadele özgürlük ve dostluk ortamı yaratmakta. Büyük şair Nazım Hikmet’in dizeleri ne kadar anlamlı…“Yaşamak!Bir ağaç gibi tek ve hürVe bir orman gibi kardeşçesineBu hasret bizim.”

“YANAN BENİMTerör, mafya iş başındaOrman yanar ben yanarım,Ben yanarım orman yanar.Beşik, eşik hepsi ondanOrman yanar ben yanarım,Ben yanarım orman yanar.Şiddeti artırır yellerYerinden savrulur küllerRant peşinde hâin ellerOrman yanar ben yanarım,Ben yanarım orman yanar…..Hanifi KARA

Bütün dünyada ve yurdumuzda, orman hammaddesi açığı çığ gibi büyümektedir. Yüzyıllardan beri bu açık ormanlardan karşılanmakta. Ama ormanların sonsuz olmadığını aklımızın ucundan geçirmiyoruz. Tehlike çanlarına kulaklarımızı tıkıyoruz. Önlem alınmadığında 20-30 yıl sonra kesecek ağaç bulamayacağımız ortada. Yaşamın sonu demek olan çölleşme kaçınılmaz son. Biz orman olarak kazanacağımız yerleri, orman özelliğini yitirmiş alan ilan edip, birilerine çıkar sağlamak peşindeyiz, ne acı…11111