bildirgec.org

anı hakkında tüm yazılar

Öğrenci Anılarından Seçmeler

07ebru | 08 July 2008 10:26

6.sınıf öğrencisi adı Meriç İ. Çok yakışıklı,kızların ilgisini çeken bir çocuktur.Okuldan beğendiği kızlara ”seni okulun arka bahçesinde öpebilir miyim?”der.Kızlardan biri bunu diğer kız arkadaşına söyler,Meriç’in ona da aynısını söylediğini öğrenir.Aslında ikisini birden öpmesi sorun değildir,sorun saf öğrencinin yanaktan mı dudaktan mı öpüleceğini kestirememiş olmasıdır.

İSTANBUL’UN BETON YAKASI VE SIRADIŞI BİR GECE

eylul74 | 06 July 2008 19:00

Akşam üstü telefon çalıyor, arkadaşım beni davet ediyor, sık sık yaparız bu akşam oturmalarını, hava sıcak bunalıyoruz, balkonda sohbetimize devam etmek istiyoruz. Balkon sitenin basketbol sahasını görüyor. Her günkünden farklı bir kalabalık çarpıyor gözüme, bir çeşit hazırlık gibi… süslü giyinmiş hanımlar ellerindeki balonları asıyorlar sahanın potasına ve kenar tellerine, bu hazırlığın ne olduğunu soruyorum…bilmem diyor, birilerine soruyor. Site sakinlerinden birileri sünnet kınası yapacakmış, şaşırıyoruz…. Şaşkınlığımızın sebebi düğün yapılacak yerin istanbul’un iyi semtlerinden birinde bulunan lüks sayılabilen bir sitenin bahçesinde olmasıydı, farklı bir durumdu… ”yaşasın” diyorum ”alışılmadık bir gece yaşayacağız desene” evet diyor.Hava kararmaya başladığında balkonumuzun görmediği giriş kapısından davul ve zurna sesleri yükseliyor sonra yaklaşıyor, bakıyoruz, sitenin çocukları sünnet çocuğunu önlerine katmış, alkışlarla geliyorlar, sahanın kapısından giriyorlar neşe içinde. Minik bir kız çocuğu yerlere sürünen gelinliğiyle koşturuyor, birileri resim çekiyor, birileri davul zurnanın ritmine kaptırıp kendisini oynuyor. Neşeli bir topluluk, 120 dairelik bir site, akşam evine dönen arabalardan merakla bakan gözler…

öylesine…

321ksd | 06 July 2008 17:30

öyle garip bir zaman.
öyle garip bir zemin.
vatani vazife yapmaya gelmiş olmakla vatani vazife adına yaptığın işlerle yüzleşmek insanı bir anlamda iki yüzlüleştiriryor.
bazen kendimi esir kampında bazen se dikdatör bir sahibin uşağı olarak hissediyorum.
yaşına, başına, karakterine bakmadan gösterdiğin eşi benzeri görülmemiş saygı seronomileri aslında içe doğru nasıl bir saygısızlaşmaya doğru sürüklendiğini görmek belki de “tepki” kelimesinin gerçek manada nasıl birşey olduğunu bize öğretiyor.
her yerden, her tipten, her kültürden farklı insanın bir potada eritilmeye çalışıldığını görüncede potanın niye bu kadar sert olduğunu idrak ediyorsun.
façacısıyla, oğlancısıyla, temizlik hastasıyla, tuvalette cinsel dürtülerini tatmin edeniyle, her gece “estağfirullah” çekeniyle, sövgünün edebiyatının tüm inceliklerini sergileyenleriyle böyle garip bir mekan askerlik.
not: çarşı iznindeyim ve yazacak pek vaktim yok. askerlik bittikten sonra acemilik boyunca tuttuğum anılarımı paylaşıcağım.

PAUQYLN HALA GENÇ KIZ

PAUQYLN | 06 July 2008 00:14

Kız arkadaşının doğum günü partisine davetliydi.Annesinden izin koparması lazımdı.Annesi izin verirsi ama babadan korkuyordu.Tüm gün annesine yardım etti ev işlerini yapmayı sevmezdi ama izin almak için annesinin gönlünü alma çabalarıydı.Annesinde izini kopardı,sevinçten uçuyordu,aşkı da doğum günü partisinde olacaktı.partinin en güzel kızı olmalıydı ama üzerine ne giyeceğine bile karar veremiyordu.Sabah erken uyandı,duşunu aldı,hazırlanmaya başladı.Heyecandan titriyordu annesine belli etmemek için uğraşıyordu ama o kadar sık banyoya girip çıkınca annesi sonunda “ne oluyor kızım ne bu halin” dedi.”Ha-hazırlanıyorum anne doğum gününe gideceğim senden izin aldım ya” afallamıştı kekeleyerek konuşması annesini iyice şüphelendirmişti.”Kızım baban duyarsa ikimizi de öldürür biliyorsun aklını başına al bana laf getirme” dedi ve zalim babamın gömleklerini ütülemek için beni banyoda bırakıp çıktı.Nerede kalmıştık… Tamam biraz da makyaj yapalım bir daha banyoya girmeden evden dışarıya atayım kendimi.
Aşkı ile buluşup partiye birlikte gideceklerdi,buluşma noktasına geldi ve beklemeye başladı,daha çok bekleyecekti,bekledi de gelmeyeceğine inanmak istemiyordu.Buluşma saatinin üzerinden iki saat geçmişti ama o hala direniyordu.Cep telefonu yok muydu demeyin o zamanlar yoktu,aslında çağrı cihazları vardı ama o iş maddiyata bakardı.Biz ilkel yöntemlerle dumanla,mektupla idare ederdik.Duman kısmı latife ama mektup yazardık,mektup bile denmez aslında bir kağıda özlemimizi,hasretimizi yazar görüştüğümüzde bu önceden yazdığımız kağıtları değiş tokuş yapardık,postacıyı bile sokmazdık aramıza.

O gün o kadar beklememe rağmen gelmedi.

KAMPUMBAĞA-2

| 02 July 2008 15:38

Çocuklarımız umudumuzu bağladığımız varlıklarımız.Ne varsa güzelliğe dair onlarda görmek mümkün.Ama bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de eğitim ne yazık ki her karışta aynı eşitlikte ilerlemiyor.Kimileri yoksulluğun pençesinde kalem tutarken,kimileri sağlıksız beslenerek giriyorlar okullarının kapısından içeri.Öyle güzel bir dilimiz var ki çocuklarımıza öğrettiğimiz.Dünyada bir eşi daha yok.Bu hikaye de burada başlıyor aslında.Yıllarca öğretmenlik yapan bir müfettişin yaşadıkları.İlginç gelmişti dinlediğimde ve paylaşmak istedim.Bu güzelim ülkede kuş uçmaz,kervan geçmez yerde eğitim vermeye çalışan insanlar,yürekler,öğretmenlerimiz var.

dünden bugüne izler..

morfik | 01 July 2008 15:53

Nerden başlamalı,nasıl anlatmalı? Bütün samimiyetimi alıp dilim döndüğünce anlatmalı.
Sanal veya gerçek. İnsan her yerde bence aynı. Yok kötü bir giriş oldu. Bir anı ile başlamalı.
Bir doktor arkadaşım bir gün bana geldi. Suratından düşen bin parça. Belli işte her zamanki Mehmet değil. Tanımadığım bir yönünü yeni görüyordum yıllardır dost dediğim arkadaşımın. Eşi ile kavga ettiği anları bilirim. Sinek küçük ama mide bulandırır olaylarladaki tepkilerini de… Bir şey olmuş ama ne? Bir müddet öylece oturdu. Sormaya bile cesaret edemiyordum. Ne olabilirdi bu kadar kötü olan? Üç dört tane felaket senaryom vardı. Hiçbiri değildi başına gelen. Görevde iken beş yaşlarında tecavüze uğramış bir erkek çocuğu getirmişlerdi. Mutlak bir yerlerden duyduğu okuduğu bir olay karşısına gelmişti. Okuduğuna benzemediği apaçık ortadaydı. Olay polise intikal ediyor ve yapan kişi bulunuyor. Yirmi yaşlarında hani delikanlı diyoruz ya öyle biri. Gençliğimizden, geleceğimizden biri! Mehmet bu kişi ile karşılaştığında sinirlerine hakim olamayarak adamın burnunu kırmış. Sonra da benim yanıma gelmiş.

Kırmızı Pazartesi

buddhala | 25 June 2008 09:57

Dikkat et Hrandt Dink seni öldürecekler…

Tiyatro Festivali’ nin bir oyununu bile izlemeden kaçıracağıma deli gibi üzülüyordum. Kaç senedir İstanbul’ dayım ve bu kaçırdığım o kadar sene(ninci) festivaldi. Arkadaşımla vapurda unutulmuş bir bülten bulmuştuk. Hemen geriye kalan günlerde hangi oyunlar kaldı onlara bakmaya başladık. Arkadaşımla ilk önce gidilecek oyunların listesini yaptık, sonra ekonomik olanı, en son ise yeri ve zamanı elemesi yapıp Kırmızı Pazartesi’ ye bi çift bilet almaya karar verdik. Şansımızdan bilet vardı ve biletleri o güne kadar buzdolabının buzluk kısmının kapağına mıknatıslayıp beklemeye koyulduk.

Haldun Taner’ de yerlerimize otururken, koltuğa yerleştirilmiş zarflara hemen göz attık. O da ben de, ne olduğunu merak ederken, oyunun başlayacağı anonsu yapılıyordu. Zarfın içinde eskitilmiş bir kağıtta şu yazıyordu:
“Dikkat et Santiago Nasar seni öldürecekler!”
Oyun ve eser koltuğa oturur oturmaz başlıyordu. Oyunun sonunu herkes biliyordu. Kitabı okumamıştım ama bu durum oyun için ayrı bir ironiydi. Santiago Nasar’ ın öldürüleceğini herkes biliyordu. Ama kimse ölmesini engellemeyecekti, engelleyemeyecekti… oyunu izleyenler bile.

Oyunun sonunda uzun bi alkıştan sonra, uzun uzun düşünmüştüm. Eve gidince okuduğum haber, bazı yazarların ne kadar büyük yazar olduğunu ama buna rağmen medyanın tercihiyle asıl kahinin Nostradamus olabileceğinin örneğiydi.

SEN HALA EN BÜYÜKSÜN BABA!

toz66 | 20 June 2008 12:00

Baba… Baba sevgisi, şefkati ve içtenliği… Küçüklüğümü aklıma getirdiğimde, hep en güçlünün, en iyinin ve en bilginin, babam olduğunu düşünmüştüm… En iyisi, en yakışıklısı, ve benim için en değerli olanı her zaman babamdı… Düşünsenize, benimle bilek güreşi yapar ve her defasında onu yenerdim. Fakat başka birisiyle güreştiği zamansa, her seferinde babam yenerdi. Yani bana karşı dünyadaki en cesaretsiz kişi oluverirdi, çünkü o benim babamdı ve ben onun oğluydum. O benim babam…. İlk bisikletimi alan ve bana “hadi bakalım, sür de görelim” diyen. İlk boyama kitabımı alıp, bana renkleri öğretmek ve sevdirmek için; “ne kadarda rengarenk ve güzeller demi?” Sorusunu soran. Ve ilk hikaye kitabımı aldığında bana “eğer bu seriyi bitirirsen, sana daha ne kitaplar alacağım “deyip sözünde duran ve 18 yaşındaki birine, şimdiden küçük bir kütüphane bırakan, eskilerin öğretmeni, şimdilerin, emekli bilgini, eskiden ve hala en büyük babam benim… Hani derler ya “ben hastalandığımda babam sabahlara kadar başımda bekler..” diye. Benim babam, başımda beklemezdi . Hasta olduğum günlerde beraber uyurduk, ben güvende olayım diye…
Hele o küçükken gece korkuları; onlar yok mu? Gece korktuğumda, gittiğim iki yer vardı. Birincisi, babaannemin yanı, ikincisi ise babamın yanıydı… Laf aramızda, en çok babamın yanını severdim. Çünkü koskocaman elleri ve kolları beni daha iyi korur diye düşünürdüm gecenin karanlığından… O benim babam… Çünkü, o en büyük sevgilere layık, eskiden ve hala o benim en büyüyüm, kocamanım ve en güçlüm…

Eskimiş Aşklar

Abi | 18 June 2008 11:24

Ferhan Şensoy Kıbrısta yerel Tv kanallarından birine röportaj veriyordu. Konu yazdıklarına ve aşk hayatına geldi. Ferhan Şensoy kendisinin çok yazan biri olduğunu yazarkende dünya ile iletişiminin kesildiğini başka türlü yazamadığını söyledi. Aşk öyle bir şeyki dedi ben Derya Baykal gibi sanatçı biriyle evlendim. Üstelik evlenirken benden çok sanatıma ve yazdıklarıma hayrandı, oysa evlendikten sonra sende amma çok yazıyorsun demeye başladı dedi.
Bir dostum anlatmıştı ki bohem biridir kendileri ve böyle olduğunuda hem bilir hemde ifade etmekten gocunmaz. Evlilikleri eskimeye başlayınca eşi bunun horlamasına ve yatış şekline takmış. Çocukların yanında bile hadi hafif ifade ile durumu şaka konusu yapmaya başlamış, üstünede yeni aldığı fotograf makinası ile dostumun uyurken fotografını çekmiş, fotografı çocuklara gösterip şakalaşıyorlarmış. Dostumuz bir şey demeden kalmış salonda kütüphaneyi karıştırmış ve elinde bir fotografla dönmüş. Fotograf dostumuzun uyurken çekilmiş bir fotografı, hemen hemen masada şaka konusu yapılan fotografla aynı poz yıllar önce çekilen fotografın arkasında bir not var; “ Sevgilim, o kadar güzel uyuyordunki, dakikalarca seni seyrettim uyandırmaya kıyamadım, hele o mırıl mırıl kedi gibi sesler çıkarman yokmu ne tatlı idi bir bilsen, Video kameramız yoktu tüm anlarını yakalayamadım, bende fotograf makinası ile her gün şahid olduğum bu masumiyeti ölümsüzleştirmek istedim” vs vs.
İki farklı olay dört farklı insan, kadınlar hep aynı diyerek onların anlaşılmazlıklarına dair yazılar yazmak değil amacım, sadece zamanın eskittiği aşklaradır isyanım. İlişkilerde kimse kimseyi suçlamasın, tek sorumlusudur zaman deyip sıyrılmaktır amacım…
Ne demiş şair;
“Zaman Yargılardı beni
Mahkum ederdi Yarının sabırsızlığına”…

Babam ve Ben

Abi | 13 June 2008 15:55

Babam ve Ben
Otoriter bir babam vardı çocukluğumda sözünden çıkmak büzük isterdi. Küçük bir kasabanın namuslu ve sayılan memurlarından biriydi. Ona göre yanlış olan bir şeyi yapmak şanına leke sürmekti ve ağır bir ceza gerektirirdi.
Şansım en küçük olmaktı, 3 erkek kardeşin en küçüğü idim. Abilerimin aldığı cezaları görüp ayağımı denk atardım. Hiç unutmuyorum büyük abim komsuda arkadaşlarıyla birlikte oturuyordu, Lise çağlarındaydı baabam ve ben evde yanlızdık…. Babam birden abimin nerde olduğunu sordu, komşuda dedim, git çağır onu sigara içiyordur dedi. Nerden anladı bugün bile şaşarım, gittim abimi çağırdım; abim önde ben arkada eve giriyoruz: Babam evde kapının arkasında duruyor elinde plastik bir kablo ikiye katlamış babamı görmeden eve giren abimin üstüne hücum etti, tek bir soru sormadan ben sana sigara içmeyeceksin demedimmi diye epey bir dövdü.