bildirgec.org

acı hakkında tüm yazılar

O

yase1907 | 15 August 2006 10:28

sevgili günlük
bugün bir yara daha aldım.sanmıştım ki zamanla acıya alışılır..zaman geçiyor,acı hep duruyor ama ben hala alışamadım..hep yanı başımda duran,ne zaman ve nasıl geleceği belli olmayan bu şeye alışılmıyor..o geldikçe umurlar,mutluluklar azalıyor,azalıyor ve daha çok azalıyor..korkuyorum..çok korkuyorum..bir gün elimde mululukla ilgili birşeyin kalmamasından korkuyorum..
ne yapmam lazım bilemiyorum..yapmam gereken herşeyi yaptığımı düşünüyordum..sırf o gelmesin diye..bana uğramadan geçsin diye..ama o hep yanımda..beni çok seviyor biliyorum ama ben onu hiç sevemedim..kim sever ki zaten onu..
birini hayatına aldığın zaman iki kişilik yer ayırman lazım..biri o kişiye diğeri ise acıya..artık böyle düşünüyorum günlük..zamanla karamsar bir insan oluyorum galiba..bana yakışmayan birşey bu ama elimde değil..
nereye gidersem gideyim,kimi seversem seveyim o hep var olacak biliyorum..onun olmadığı bir yer bulmak diye birşey yok biliyorum..
ya hayatım ondan ibaret olursa..geldiği zaman yalnız gelmiyo ki..o gelince gözyaşı geliyor..umutsuzluk geliyor..mutsuzluk geliyor..yalnızlık geliyor..ya hayatımı bunlar kaplarsa..ya bunlardan güzel şeylere yer kalmazsa..
korkuyorum..hemde çok..hayatta ilk defa korkuyorum..büyüdükçe korkuyorum..
çünkü o hep burda,tam yanımda biliyorum…

Var mısın Rus Ruletine?

zabun | 01 July 2006 16:00

Rus ruletini bilmeyen yoktur sanırım. Bir altıpatlar tabancaya, tek mermi konulur ve katılımcılardan tabanca tamburunu hızlıca çevirdikten sonra, namluyu kafalarına doğrultup tetiği çekmeleri istenir. Sözde oyun, katılımcılardan birine merminin denk gelmesi ve beyninin ortalığa saçılmasıyla son bulur. Resimdeki ürün bu kadar ölümcül olmasada, süründürücü olabilir. Russian Roulette Chocolate, sıra ile dizilmiş mermi şeklindeki masum çikolata kalıplarından oluşuyor. Yediğiniz çikolataya dikkat edin, zira “acı biber aromalı” ise ateşinizi hiçbir şey söndüremez!

Russian Roulette Chocolates [video]

TÜRKÇEDE “ACI” SÖZCÜĞÜNÜN YETERSİZLİĞİNE DAİR VE YENİ SÖZCÜK ÖNERİLERİ

menese | 19 June 2006 00:55

logi
logi

“Acı” güzel türkçemizde temel olarak üç farklı algılamayı karşılamaya çalışan ve bunun için kuşkusuz elinden
gelen her şeyi yaptığı halde ne yazık ki yetersiz kalan minicik bir sözcüğümüzdür..Ona, çelimsiz omuzlarına
acımasızca yüklenmiş bu görevinde başarılar dilemek, yukarıda değinilen yetersizliğe çare olamamış ve hiçbir
zaman da olamayacaktır..Bu sözcüğün her kullanımında genellikle hemen düşüncemizde şekillenen anlamı; “biber acısı” olarak
tanımlayabileceğimiz kavramı bize işaret etmektedir.Ki sözcüğün salt bu anlamda kullanımı, bize göre görevinin
tek ve nihai yüklenimini pekiştirir özellik göstermektedir..İkinci olarak, karşılanan (algılanan) gerçekliklerden diğer “acılık” nitelemesinin, nicelik-nitelik özellikleriyle de göreli, salt “fiziksel dil” üzerine uygulanan “isot” acısından farkını, çayını incebelli bardakta beş küp şekerle içmeyi tercih eden bir kişinin -dalgınlıkla bile olsa- “hiç” şekerli olarak yudumlamasıyla oluşan “püskürtülesi” kötü tadla ortaya koyabiliriz..Algılanan bu “anlık” kötü tad ilk “acı”(biber)dan farklı olarak nispeten geçicilik de arz eder..Böylesi temelden farklılıkların doğrulanması sonucunda oluşan dilsel gereksinimi karşılamak üzere önereceğimiz sözcük “ığı” olup bu öneri, ancak nesnel-cisimsel olan şeyler üzerindeki önermelerin özneler-arası da olabileceği savı ile ilintilidir..”Acı” sözcüğünün son olarak yüklendiği anlam, yukarıda sözü edilenlerden daha kapsamlı ve daha “ağır” olarak
nitelendirilebilecek karakterde olup, “kalp acısı” örneğinde olduğu gibi hem fizyolojik hem de psikolojik
uyarılar olarak iki şekilde kendini ortaya koyar..Her iki durumun kökeninde yatan “ağrı” kavramından hareketle burada önerebileceğimiz sözcük “ağı”dır..
Sonuç olarak; bu ve daha önce önerilen sözcüklerin belirttikleri kavramların “ampirik” özellikleri nedeniyle yaşantıya elverişli, yaşanılan,denenilen göstergeler oluşturması, bilimsel açıdan ayrıca önemlidir..yararlanılan kaynaklarR.CARNAP: Logic and Language (1962)İ.TATLISES: Mantı ve Dil Üstünde İsotun Yeri ve Önemi Hakkında (sohbet-1992)

“Hayal Et” ti sevgilin….

natalie anne makker | 20 February 2006 00:27

Bir tek seni sevdiğim doğruydu… Ve bu doğru yüzünden hayatım yalana battı… Sen beni dışladığından beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin… Tepeden tırnağa aşka,tepeden tırnağa özleme batmış bir hayalet… Kimisi senin beni beklettiğin kapıda beni bekledi.Seni beklemekten yorulur, onunla birlikte çekip giderim diye buralardan… Ve ben en çok onların sevgisine inandım.En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep merak ettim, karşılıksız ve onca yıl bir hayaleti nasıl böylesine sevebildiler diye… Dünyanın iyi bir yer olduğuna ve yaşamak için çok sebep bulunduğuna, bu insanların bir hayalete duydukları o akıl almaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandım… Seni unutmak için başladığı her aşkı yine seninle aladatan bir hayalete… Seninle kendini, bütün düşlerini, çocukluğunu, yaşadığı bütün acıları aldatan bir hayalete… Bir tek sana duyduğu sevgisi doğru olan, bu yüzden bütün hayatı bir yalan olan hayalete…

onlar halka diil fil..

x.y | 05 August 2005 14:37

Nerede kapanır gözlerin bu gece, nerede üşürsün kim bilir. Ben “keşke özlemesem” lerde oturuyorum. Kapattığım gözlerimin çoktan unuttuğu uykuyu anımsayacak bir şeyler arıyorum. Yazdıklarımı siliyorum, sildiklerimi yazıyorum en baştan. Aynı şarkıları dinliyorum, aynı sokağa bakıyorum, gece boyunca uyuyanları izliyorum. Evlerde kalan son ışıklara bakıyorum, benim gibi bir tane daha arıyorum. Bunca yıl aradım bir tane benimle beraber geceyi bekleyecek, şimdi buldum, ellerimden kayıp gidiyor, tutamıyorum.. Varken yok oluyor, yoktu da ben mi var ettim diye sorduruyor şimdi. Onun ışığı yanıyor en son, benimkiyle beraber sönüyor. Gün doğduktan sonra, güneş geldikten, ışığa gerek kalmadıktan sonra sönüyor. Biz geceyi değil sabahı bekliyoruz. Gözlerimizi kapatmak ve uykuyu hatırlamaya çalışmak için. Hayaller ve gerçekler arasında dolaşıyoruz ayırt edebilir miyiz aradaki farkı acaba diye. Rüyaları unuttuğumuz için kendimize rüyalar yazıyoruz yattığımız yerde. Bize rüya gördürmeyen bir tanrıya inat hayal gücümüzden tanrılar yapıp onların sunduğu rüyalarla oyalanıyoruz. Kumdan kalelerimize bakıyoruz biz. Dalgaların yıkamayacağı yere yapmayı hiç akıl edemediğimiz, yapıp “dalgalar yıkacak nasıl olsa” diye üzerinde tepindiğimiz kumdan kalelerimiz var bizim. Bana yardım ediyorsun sen, çamurlanmış dizlerimi yalıyorsun, çizilmiş parmaklarıma iğne yapıyorsun. Ağrıyan sırtıma oturuyorsun bazen. Ağrıyan kalbime oturan file benziyorsun.
Bir tek senin ışığın yanıyor yine, bu gece de. Sen hiçbir dört duvarın arasında durmuyorsun, sokakta ışığını görüyorum senin. Kapatamadığın göz kapaklarından öpüyorum seni. Durduramadığın kalbini öpüyorum. Seni bekliyorum ben bilmeden, başka şeyler yaparken, gündelik hayatın sıradanlığında kaybolamayacağın bir yere koyuyorum seni, bir tek ben biliyorum senin var olduğunu, kimseye anlatmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum ama yapmadığım şeyler bile yoruyor beni. Elinden utup sendeki yorgunluğu da almak istiyorum. Gülümsediğin bir an için neler yapabileceğimi düşünüyorum. Ne kadar da yorgunuz… Ne kadar uzaksın benden, ne kadar yakın..
x.

KUTSAL ACI

cuuz | 24 July 2005 18:53

İnsan hayatı boyunca varolışuna mahkum edilmiştir ve bu bilinçli veya bilinçsiz mahkumiyet , sonlanabilir veya sonlandırılabilir karabasan , varolmak , zorunlu yaşamak gibi bir hapsoluşu da beraberinde getiren bir tutsaklığa , spiritualistlere göre ruhun bedene , materyalistlere göreyse bedenin kendine mahkumiyetini zorunlu kılmıştır. Varolmak , insanın yaşamaya kendini tutsak etmesi dışında dolayısıyla , kendine de tutsak düşmesidir. Bu , şüphesiz insanın kendine , özünün temelinde yatan o özgürlüğe karşı bir amansız ve altını şizerek söylemek isterim zorunlu bir başkaldırış , bir yıkıcı isyandır. İnsan , bu içindeki , benliğindeki ve sürekli görmezden geldiği bu eylem,isyan dünyasında kendini kaygan bir zeminde hisseder.Bu karamsarlık insana , artık içindeki bu büyük eylemleri bastıramamasının yorgunluğunda ansızın gelir ve bir daha uzun süre de yok olmaz.İşte karamsarlık varoluşun en büyük acısının kaynağıdır.

UZAKLARIN ÇAĞRISI

karo kızı | 12 April 2004 19:37

Hüzün ….
Nikotin tadında bir şey bu
Ve alışkanlık yapıyor.
Hüzne alışık gönüller daha dayanıklı
Bunu biliyorum.
Hayata hep gözyaşı penceresinden bakmak
Acıyı saklamak ve
Onu mukaddes bir emanet gibi taşımak asilce
“ardımda yangın sonrası bir şehir var…
yıkıntıların üstünde hala dumanların tüttüğü…
köşe başlarında yaralı ve gönlü yaralı insanların
dalıp dalıp gittiği, sokak aralarında şaşkın kedilerin dolaştığı
yangın yeri bir şehir…
dönüp bakmıyorum
sırtımda alevlerin sıcaklığı hala göz yaşı kaynağım kurumuş
gözyaşı yollarımda sararmış otlar…
gözlerim ufukta…
kaçıp giden rüzgarı, yangını büyüten rüzgarı ve geciken yağmuru arıyorum…”
hüzün…
acının çiçeği…
acı ve acılar,onlara esir olmak yerine oynaşmayı tercih edenleri
bir heykeltıraş gibi biçimlendiriyor.
Acılarla oynaşmak…
Hüzün uzakların çağrısıdır…
Her gün yüzlerce,binlerce defa
Yollara düşerde düşünceleriniz,
Bedeniniz hapistir ve kaçıp kurtulamazsınız
Hüzün uzakların çağrısıdır….
Gidemezsiniz…
Hüzün kaçıp giden son trenin ardından
Bakakalmaktır gece yarıları garlarda…
Hüzün üşümektir
Gecenin bir vakti sizi almak için çırpınan
Karanlık dalgalara ve
Şehir ışıklarıyla oynaşan
Yakamozlara cevapsız kalırken
Hüzün ağlayamamaktır…
Ağlamak için çırpınırken
Ağlayamamaktır…
Hüzün aşk satmaktır duvarlara
Hüzün aşkta boğulmaktır ve
Kimsenin anlamamasıdır feryatlarınızı
Hüzün içten içe yanarken
Üşümek ve ürpermektir…
Hüzün yalnızlıktır
Yalnızlıksa soylu bir duygudur
Kristal kadehle size sunulmuş
Ve alışkanlık yapar…
Hüzün uzaklara ait olup
Yakınlara hapsolmaktır…

Sevdiklerimi kaybetmek istemiyorum

istanbullnet | 18 November 2002 19:49

21 yaşındayım ve bu güne kadar hiçbir yakınımın ölümüne tanık olmadım. Tanık olmak derken kastım yanında olmak değil. Kastettiğim hiçbir yakınımı yitirmediğim. Ve bunu yaşamak istemiyorum.

Bazen aklıma geldikçe bu zor durumun üstesinden gelemem diye çok korkuyorum. Ve bu korkum son birkaç gündür iyice yoğunlaştı. Bunun sebebi son bir hafta içinde gördüğüm iki rüya.

Geçen hafta rüyamda dedemle anneannemi gördüm. Dedem bana kızmış bana darılmıştı. Niye kızdığını uyandıktan sonra malesef hatırlıyamadım. Ve benim duyucağım bir şekilde anneanneme

“neyse zaten bizim ne önemimiz var. Biz zaten burada oturup ölümü bekliyoruz artık. Yaşımız baya olmuş” gibi şeyler söyledi.

Çok üzüldüm. Anneannem ise

“söylemesene öyle şeyler. üzüyorsun bak çocuğu” dedi.

Dön baba, dön

WeaponX-hafif | 03 October 2002 11:12

Ayrıldık. Bir ay geçti, ilk gece kutlaması bazında beraber olduk. Bir halt değişmedi. Görüşmedik. Doğumgünü oldu. Gittim. Bir daha hoşlandım. Sustum. İlan-aşk ettim. Hayır dedi. Küstük. Aradı. Görüştük. Kıskançlık yarattı. Kapıştık. Sustum. Başka bir şey için aradım, özür diledim. Soru yağmuruna tuttu. Arkadaşça takıldık. İyi gitti. Zırt pırt özledim dedi. Ciddiye almadım. Yemeğe gittik. Dans ettik. Etkilenmiş. Beraber olduk. Uzanırken ne olacak halimiz dedi. Boşver dedim. Boşverdik. Canım, cicim oldum. İplemedim. Kaçtıkça geldi. Pes ettim. Devam edeyim dedim. Bıktım dedi. Sarkaç gibi mübarek. Bir o yana bir bu yana.

Of be! Bu kadınlar hakkaten ne ister?