Bir yere ulaşmaktan çok gitmeyi severim, sanırım bunu seven tek kişi de ben değilim. Belki sıcaklardan, belki sıkıntıdan hayatımdan memnun olmadığım kararına vardım. Dört duvar bunaltıyor beni; ben, ben olmaktan çıkıyorum sanki. İşimin bana göre olmadığından emin oldum önce; her şey çok ağır işliyor, o kadar sıkılıyorum ki takip etmekten vazgeçip, “bana ne yahu!” diyorum. Oysa insan işini sevmeli değil mi? İşim değil belki de problem, bu işi yapmaya çalıştığımız şehir, anlayış, pazar… ve yahut biz yanlışız da, iş bizim diye başkalarına çamur atıyoruz. Düşündüm uzun uzun bırakıp gitmeyi; hani benden bıksınlar diye, atladım habersiz 10 gün tatile çıktım, aslında başka bir sürü sebebi var bu kaçamağın ama, 3. günü filan mesaj attım: “ben İstanbul’dayım,” diye, kimsecikler de tepki vermedi. Döndüğüm gün internetten haberleştik iş arkadaşlarımla, “nerelerdesin?” dediler sadece, ertesi gün kaldığım yerden yapıştırdık devam ettik işe. Oysa ben “inceldiği yerden kopacak,” düşüncesi ile hareket etmiştim. Gerçi bu aralar hayatımda sorundan bol bir şey yok, sanırım benim için: “aman üzerine gitmeyelim; çıldırdı, çıldıracak!” diye düşünüyorlar. Üstelik 10:30 gibi ofise teşrif etmeme rağmen, ağızlarını açıp bir kelam etmiyorlar. Bilmiyorum ki; işlerine mi yarıyorum, beni mi seviyorlar…İstanbul’daydık kızlarla; Beşiktaş’ta bol bol çay içmeme sebep olan uzun bir bekleyişten sonra farklı yerleri ziyaretlerimizi tamamlayıp buluştuk; Üsküdar’a geçecektik vapurla, eski bir üstadıyla görüşmek için arkadaşımın. Vapurda iki kız başladılar yeni fikirlerini anlatmaya, kafalarında plan kurulmuştu: İstanbul’a yerleşiyorduk! “durun yahu,” dedim, “nereden çıktı bu?” Anlattılar hemen, bizi İzmir’e bağlayan neymiş? Biz zaten göçebe yaşamaya alışmış kişilermişiz, yeni bir başlangıç neden olmasınmış? Her zaman yapmamış mıyız böyle ani değişiklikler? İtiraz ettim hemen, çok uğraşmıştık, bu sefer yerleşik hayatı becerebilecek, bir evimiz, değişmeyen bir sabit telefonumuz ve adresimiz olacaktı. Hem ya o İzmir planlarımız, bu kentte yapmaya karar verdiğimiz şeyler? Tüm söylediklerimi çürüttüler, Üsküdar’a ulaştığımızda fikre olumlu yaklaşıyor, hatta eşyaları taşısak mı, İzmir’de bırakıp gerekirse daha sonra alsak mı diye düşünüyordum. “Tamam,” dedim, ancak “şu, şu ve de şu olursa…” Sevindik, gülümsedik filan, ta ki…Üstat atölye değiştirmiş, kan ağlıyor. Biz anlattık o dinledi önce, sonra “Aldanmayın hayallerinize,” diyerek çekti bizi bulutlardan yeryüzüne. O anlattıkça omuzlarımız çöktü, gözümüzdeki parıltı söndü. “İzmir güzeldir,” dedi, “orada kalın,” Oldu mu ya şimdi? Buyurun buradan yakın! Vapurda ikna olmuştum ben, şimdi n’olacak? Tatlı ve doyulası zor bir sohbetin ardından düştük yollara, istikamet Taksim, keşmekeş merkezi. Vapur ile geldiğimiz istikamete geri dönerken, gidişimizde yıktığımız hayatı tekrar kurduk, temelleri daha sağlamdı bu sefer ama. Yeniden coştuk, “hayatımızı biz şekillendireceğiz, ruhumuzu dinleyeceğiz” filan dedik. Tatil havasında geçen kalan günlerimizde İzmir merkezli ama çok seyahat içerikli bir gelecek oluşturduk kafamızda, isteyince her şey olmaz mıydı ki? Üstelik bu İstanbul seyahatine başlarken tır şoförleri ile ahbap olmuştuk, onlar bizi dünyanın dört bir yanına götürebileceklerini söylemişti.Şimdi sıcaklar fena bastırdı, tatsız haberler aldıkça da benim karışmış beynim, fazla kaynatıldığı için pelteleşmiş tarhana çorbasına döndü. Az önce günlüğüme ara verme kararı alıp, ofisin arka bahçesini aklımca yıkarken, hortumu elimden kaçırmam sonucu sanırım bir bilgisayarın hayatına ıslatarak son verdim; hay Allah’ım, ben bir süre inzivaya çekilmeliyim! Teknik arkadaşlar kurumasını bekliyor, “serinlesin bilgisayar demiştim, e heh,” esprisini kaldıramayacak durumdalar sanırım.Sonuç olarak: ya benim bu sakarlıklarım ve vurdum duymazlığım sonucu iş arkadaşlarım “illallah!” diyecek ve benden kurtulmanın yollarını arayacaklar, yada ben ofisimi üs olarak kullanıp beni tatmin edecek işler yapmaya başlayacağım. Aklım şu bilgisayarda kaldı, üzüldüm çok…