bildirgec.org

çıldırmak üzere hakkında tüm yazılar

ÖYLE İŞTE

| 04 January 2008 16:59

Kalp kırıklığı kadar sana olan mesafelerim
Ve bilemiyorum, dışarıda yağmur var içimde bahardan kalma bir mevsim esintisi
Yarını arzuluyorum ve bir türlü varamıyorum
Nedensiz kaldım bir türlü yol alamıyor yüreğim
Kaç gün geçti bilmiyorum, yıldızları görememek, yollarda serseri adımlarla yürüyememek ve sonrası, yalnızlık bile kar etmiyor bendeki suskunluğa, ne yapmalıyım bilmiyorum
Sanırım şaşkınlık yakışıyor en fazla bu halime ve sonrası, sabır yakışıyor bütün beklemelere
Geleceğin teminatı gibi sana güven duymak ve seni beklemek
Neşe veriyor seni düşünmek, denizden sonra kumlara basmak gibi seni düşünürken gülümsemek,
Ve senin beni düşündüğünü düşünmek, ıslak ayağındaki kumları hissetmek gibi, kum tanelerinin adımının bir parçası olması gibi, ayaklarımın her karesini kuşatan kum taneleri gibi,
Gülümseyişini hatırlıyorum, dudaklarından sızan memnuniyeti, seni düşünürken belli belirsiz seni dolup boşalan gözlerim gibi,
Hiçbir şeyi yakıştırmıyorum kendime ne garip ve hiçbir şeyi hak etmediğime inanıyorum ve ölüm gibi sızıyor bu derinliklerime
Her şeyi unutmak istiyorum yapamıyorum

SANA SEVİYORUM SEN GİDİYORSUN

| 13 December 2007 18:11

Her şey gün gibi aşikar. Ne denebilir. İçimde yalnızlığın derin sancısı. Kimi zaman gün batımında tükenip sonsuz karanlığına tanıdık bir aydınlık olmak istiyorum. Ve kimi zaman sensizliğimi sessizliğinle aldatıyorum. Tekrar geri dönüp dokunuşlarını istiyorum.
Sen gidiyorsun.
“Senden kaçtım, senden korktum ve kaçtım” deyişin kulaklarımda. Ne acı çekmiştim bunları duyduktan sonra. Neden diye soramamıştım çok sevdiğim için. Sadece seni sevdiğimi söyleyebilmiştim. Bir müddet daha konuşup sadakatinden bahsetmiştin. Ben sana her zaman olduğu gibi o anda çok güvenmiş ve her zaman benim ol istemiştim.
Sen gidiyorsun.
Hiç farkına vardın mı bilmem yaşadığım yalnızlığın kaç kişilik olduğunu ya da bana kaç kişilik aşkı yaşattığını. Senin hiç haberin yokken ağladığım boş odalarda yüreğim sancılardayken sadece sesini duymak istedim. Bilmesen de omuzlarında sarsılarak ağlamak, sensizliğin hesabını göz yaşlarımdan sormak istedim.
Sen gidiyorsun.
Hep sana aşkım demek istedim ve sen duymaya cesaret edemeyince, söyleyemeyip ruhumun dehlizlerinde hapsettim kelimelerimi. Ve çıkmazlarımda kaybettim yüreğimi. Öyle sessiz sedasız kimi zaman kimi zamanda bir çığ gibi.
Sen gidiyorsun.
Her an benimmiş gibi saçlarının kıvrımlarında kaybetmek istedim parmak izlerimi. Bakışlarında kör olmalıydı gözlerim. Ve hep ben seninmişim gibi sana emanet ettim bir yanımı. Bir zaman sonra senden uzağa düşeceğimi bilmeden ben hep senden yana yıktım yüreğimi.
Sen gidiyorsun.
Dualarımın baş kahramanı her zaman sen oldun, sen bilmesen de. Kutsamak için ruhunun derinliklerini senin günahlarını istedim yaratıcıdan benim olsunlar diye. Ateşin her zerresine karşı kendimi siper etmek istedim delicesine. Elin, ayağın ve bakışların olayım istedim.
Sen gidiyorsun.
Önce sesime ses gelmez oldu ardından sesin gelmez oldu, yüreğim perişan, hislerim sensiz yalnızlığı buldu. Hoş seninleyken de yalnızlık vardı şehrimin sınırlarında. Ama böylesi daha acı. Ve böylesi ölgün bir susuzluk gibi. Yavaş yavaş kavruluyor yüreğim bedenimin bir yerlerinde. O bile şaşkın o bile kimsesiz şimdilerde. Gidecektin biliyordum. Bir gün gidecektin. Ama beni ölüme terk edip sen yaşarken değil.
Ve şimdi sensizlikte sana ölüyorum ve sana seviyorum. Evet doğru duydun sana seviyorum ve sen gidiyorsun. Ölürken ilk defa sana aşkım diyorum.

Derin Suyun Dalgası Büyük Olur

khun | 07 March 2007 16:38

Gerçekten derinse belki, fakat neyin neye göre derin olduğu
çok su kaldıracak bir tartışma.

Bazıları, büyük bir dalganın yavaş yavaş kabarmakta olduğunu ve birikmekte olan büyük enerjinin, büyük bir patlamayla önüne gelen herşeyi ezip geçeceğini söylüyor.
Bazıları, bunun konjonktürel ve üstesinden gelinebilir (ve de gelinmesi gereken) bir dalga olduğunu söylüyor.
Hepsi de umutlu.

Birinci umutlular, yıkım olacağı beklentisi içinde ve hevesinde, fakat yıkılanlar daha sonra nasıl ve kim tarafından, neye göre ve hangi çıkarlara göre onarılacak ya da yapılandırılacak.
Ayrıca her yıkımda pek çok acı ve kayıp yaşanır bunu kim ne kadar umursuyor?

Tipsizim ama en azından hede hödö(şikayetim var yaradana!)

ultramega supersonic | 19 April 2006 00:48

Abi çok tipsizim yaa!

Valla diyom!

Geçen aynaya baktım,allah seni kahretsin dedim kendime!Diyorumki aygır olsaydım böyle göbeğinde yoğun kıvırçık kıllarım olsaydı sırtım ile kafam arasında boyun denilen birşey olmasaydı.Boş bakışlarım olsaydı.Öyle bile bir tipim olurdu.Kıro derlerdi ama tipim kıro olurdu…bi tipim olurdu!Hani o bile tip işte! Çirkin olurum ne ala…güzelleştirirsin çirkini bir şekilde…Ama ulan tipsizim ben,tipsiz ulan tipsiz! Tip mi taktıracam kendime?

Yaa ama öyle böyle değil yani hakkaten çirkinim kardeşim! Geçen gün uzaktan “aa çocuğa bak” dedi bi kız yanındaki arkadaşına! Sevindim bana dediler zannettim bi baktım arkamdaki adama demişler! A aa bi baktım arkamdaki eli yüzü düzgün bir çocuk.Sonra kızlar yanımızdan geçerken “ayy çirkinmiş bee” dediler…Durdum çocuğa baktım…Yok valla eli yüzü düzgün çocuk!Ulan buna bile tipsiz diyorlarsa dedim…Cümlenin gerisi yok.Çünkü lan ben çocuğun önündeydim görmemişlerdi bile beni! Yani ben o kadar tipsizim…

ben ve ben

absence of mind | 09 April 2006 17:02

-sıkıldım
-nezaman sıkıldın?
-ne önemi var bunun?hep sıkıntılıydım yada az önce sıkıldım yada belki daha sıkılmadım da bundan sonra sıkılırsam diye kaygılıyım.
-peki neyden sıkıldın?
-tırnaklarımın uzamasından mesala.
-nesi kötü bunun?
-uğraş gerektiriyo.uzadıkça kesmek gerek;kesmeyince
kırılıyor,kırılmazsa sağa sola takılıp zararlı olabiliyor.ve siyah
oluyor içleri dikkat çekiyor.
-buyüzden mi sıkkın canın?
-tek başına bu değil tabi.sürerliliği olan,başlangıcı,gelişimi sonucu
belirli olan olaylardan sıkıldım.benzerliklerden bide.
-hayatın sıradanlığını kabullenmeyi denesen?
-sıradanlık değil rahatsız eden.
-nedir?
-bu sorular ve olası cevaplar.bu fazladan hareketlilik ve kelimeler.
-çelişkili bu cevaplar…peki bu tarz denemesi neden?biraz daha net anlatamazmısın?.samimi ol.
-büyünce yazar olucam.
-nekadar var büyümene?
-saniyeler kaldı.
-daha çok var.
-evet.’samimi ol ‘dedin.sende bişiler bekliyosun.
-samimi olmanı istedim.zor mu?
-evet en zoru.
-neden?
-soru sormayı kesermisin?yormayın beni, üzerime gelmeyin.
-abartıyorsun.
-sizlersiniz abartan.
-kimsenin sana bişi dediği yok.
-herkes bişi söylüyor.
-kızmışsın sen.
-öyle değil.
-nasıl?
-zor geliyor.
-ney?
-herşey.
-ney?
-herşey
-ney?
-cevap vermek.anlaşıır olmak ve anlatmak.anlamaksa mümkün değil gibi geliyor.
-daha çok gençsin.
-kendimden daha genç değilim.diğerleride umrumda değil.kıyaslamaya kalkamayacağım kadar çok insan var.hem ne ilgisi var tüm bunların genç olmamla?
-ne zararı var insanların sana?
-rahat bırakmıyorlar.
-onlar olmasaydı..
-olmazlardı…bir diğerleri olurdu.benzerleri.aynıları belki..onlar
olurdu………..ben varken var olan diğer bütün kadınlar niye?yada madem onlar var olucaktı bana ne gerek vardı?
-kadınmısın sen?
-deliğim.
-nesi var kadınların?
-güzel olanları var,akıllı olanları,etkileyici olanları,baştan
çıkartanları,değerli olanları,aşık olunan kadınlar var,sevilen
kadınlar var,mutlu edilen kadınlar var,şımartılan kadınlar var,tatmin olan kadınlar var….bir yığın kadın var işte.
-kıskanıyormusun diğer kadınları?
-evet.
-neden kıskanıyorsun peki?
-bilemiyorum.emin değlim.
-en çok kimi kıskanıyosun?
-alevi..bide merali.
-kim bu kadınlar?
-bunlar kadınlar.diğer kadınlar kadar kadın.
-sen nasıl bir kadınsın?
-öylesine.
-sevebilirmisin sen?
-bilemiyorum zor gibi.
-sana öğretirim nasıl olduğunu.
-bahsettiğini biliyorum sanırım.
-seviyorsun yani?
-evet.
-nasıl?
-severek.
-nerden anlıyosun sevdiğini?
-‘seni seviyorum’ var ondan anlıyorum galiba.
-söylermisin bunu?
-sıklıkla.
-zor demiştin.
-söylemek pek değil.
-ne zor olan?
-anlamak.
-anlamayı boşversen?
-güzel olur.
-sıkılmışsın sen.
-vay canına.
-o seni seviyor mu?
-o kim?
-her kimse
-her kimse beni neden sevsin?
-sevdiğini söylediğin kimse.
-birden çoklar.hem nerden bilebilirim ki bunu?
-sen ne düşünüyosun?
-sevgisini haketmeye çabalıyorum.elimden geleni yapıyorum bunun için…ama ben elmayı seviyorum diye elmanında beni sevmesini beklemem yalnış olurmuş.
-akıllıca.peki seni seven elmanın seni sevmeyenden farkı ne?
-elma elmadır.hepsi bu…..sıkkınım.
-neyden?
-burnum kaşınıyor bu yüzden…birileri doğuyor ve birileri
ölüyor.doğuyor ve ölüyor.ölüyor ve doğuyor…..heplik hiçlik heplik hiçlik heplik hiçlik heplik hiçlik,yada hiçlik heplik hiçlik heplik
hiçlik heplik….
-senin sorunun ne?
-ezberim iyi değil..bide başarısızım.
-hangi konuda?
-ikna etme.
-sabırlı ol.
-küçükken de değildim.
-büyüdün artık.
-daha değil saniyeler var
-küçük değilsen büyüksündür.
-kelimeler der onu.uzun süredir mutlu değilim ben ama mutsuz da değilim.
-kelimeler le sorunun ne senin?
-kelimeler beni sınırlıyorlar ve sıkıştırıyorlar.
-mutlu olmayı denesene.
-deniyorum.
-nasıl?
-gülerek.
-gülerek mutlu olamazsın.
-ezberim iyi değil benim.ve sıkkınım.ve sıkıldım senden.senden ve senden.senden de .evet senden!.

Allah sizi odun etsin! dedirten olay.

Kaiser sozE | 09 April 2006 04:26

Hürriyet‘in haberine göre Denizli‘deki Yeni Cami’nin önündeki çınar ve çam ağaçları “Cami görünmüyor” diye katledilmiş. Gündüz başlayan kesime tepki gelince kesim işlemi gece yapılmış. Buda yetmiyormuş gibi ağaçların kesilmesine neden olan peyzaj projesini hazırlayan mimar Mustafa Yardım kalan ağaçları kesmeye devam edeceklerini açıklamış.

Rüzgarlı lacivert yerdeki Şato

admin | 29 March 2006 01:07

Gece olan yerde ihtişamı ve kudreti fazla tasarlanmış ama aslında nasıl olduğu bilinmeyen şatomsu yerde bilmem kaçıncı katta hep şömine yanar.Karanlıktır heryer! Şöminenin ateşi ısıtır başındaki sevgilileri ama odayı aydınlatamaz tamamen.Hatta toz kokar raflar,eskimiş halılar vardır kararmış parkelerin üstünde. Ama çok kasvetli bir yer değildir herşeye rağmen.Evet, aslında salon biraz ürkütücüdür.Çünkü çok yüksek bir tavanı vardır;neredeyse beş adam boyunda!Belkide beş adam boyunda insanlar,yaratıklar vardır buralarda ve onlar için yapılmıştır bu yükseklik?! Düşlerken; “normalde lacivert ve rüzgarlı olan kurak toprağın” sarı,sıcak çöl görüntüsünün akla geldiği mekanda, herhangi bir yerde olmayan ama aynı zamanda nedense nerede olduğu bilindiği zannedilen bir yerlerdedir bu şatomsu yer. Anlaşılmaz bir yerde sanılır burası aslında, ama tamamen benim anlatamayaşımdan kaynaklanan bir karışıklıktır bu.Yani şato bir yerdedir,hatta ana kapıya dışardan yüzümüzü dönersek yüksek dağlar sağ tarafımızda kalır.İşte o dağlar nerede onu bilemez kimse! Ama dediğim gibi şatonun sağında dururlar, bu kesindir! Güneş de sağ taraftadır.Yada değildir.Aslında değil.Güneşin belirdiği yer az önce bahsettiğim lacivert toprağın anlatımda, araya sıcak çöl görüntüsünün girdiği andadır,düşünüşteki yanılmada. Yani güneş sadece karışıklıktır.Yoktur aslında! Olabilir ama bu mekan güneşten yoksundur ve yoksun kalacaktır.Kalmak zorunda;çünkü şatonun bilmem kaçıncı katındaki şömine yanarken ve sevgililer yüksek tavanlı odada çatırdayan ateşin önünde otururken aydınlık olmamalı hava.İçeri ay ışığı sızmalı, lacivert ve rüzgarlı gökyüzünden.Öyleki o rüzgar tül perdeleri dalgalandırmalı. Zaten tüm bu koşullar ve raflardaki toz kokusunuda esen o hafif rüzgarla yiyen adam yanıbaşında büyük deri koltukta oturan sevgilisini düşünür.Bulunduğu bilmem kaçıncı kata çıkarken ki basamakları aydınlatan taş duvara çakılı meşaleleri düşünür.Gölgelerin güzelliğini ve onlardan daha güzel olan meşalelerin ateşini düşünür.Meşalelerin ışığının yüzüne vuruşunu düşünür.Yüzünün yarısının pencereden içeri giren,koyu lacivert olan renge bürünüşünü düşünür.Zaten diğer yarısına meşalenin ışığı vurur.O ışıkları, sessiz ormandaki kalın gövdeli ağaçların dibine vururken düşünür.Artık ne oturduğu koltuğun,ne sevgilinin,ne ay ışığının ne de basamaklara vuran meşale ateşinin güzelliğinin anlamı kalmıştır.Kalmamalıdır. Çünkü düşleyecek başka şeyler vardır sırada.

ruhsuz konserve kutuları

admin | 23 March 2006 00:47

Yeni otomobilleri gördünüz mü? Şüpesiz gördünüz, ancak sizden ricam biraz incelemeniz. Her yerleri plastik. Tamponları, çamurlukları, ön konsolları ve hatta bağzılarının kaputları. Verdiğiniz para karşılığında aldığınız sadece plastik, az güçlü, az giden(yavaş), küçük, ufacık, minnacık konserve kutuları. Düşünün biraz. Eskiden böyle degildi. eskiden ruhu olan makinalara araba der, kendi ruhumuzla özleştirdigimiz modelleri alırdık. Hiç 67 Model Hemi Baracuda gördünüz mü? Yada 70 model Pontiac Firebird sd455 yada Ford Mustang Mach1, Camaro… Bu saydığım otomobiller “ruh” kelimesinin sözlükteki tarifinde geçse yeridir. Çalışırken titrediğini hissedersiniz . Gaza dokunmaya çekinirsiniz. Kalbiniz çarpmaya başlar. Kulaklarınıza gelen sesler sizi mest ederken, biryandan da ilk defa sevişecek bir genç gibi korkutur sizi. Siz gerçek bir otomobilin direksiyonunda olduğunuzu o zaman anlarsınız. gerçek ruh, gerçek kişilik budur diye düşünürsünüz ve yüzünüzde tarifi imkansız bir gülücük oluşur.

niye ben ?

yasartahir12 | 02 January 2006 01:28

sürekli blog siterinden atılır oldum . ya bu blog sitelerinde yazı yazanların hepsi edebiyat fakultesi mezunu ya da hepsi aptal ..yazdığım her yazıya gereksiz tepkiler alıyorum ..olmamış bu öyle yazılmaz boyle yazılır ..aman sakın ha oyle yazma noktalama işaretlerine uy ..bizene yavv senin yazdıklarından gibi anlamıyorum artık anlamayada calısmıyorum ..