Anneciğimin hayatta çok fazla arzuları olmamıştır.Evlatları onun en büyük arzusuydu.Geriye dönük baktığımda eskilerin bizden daha şansız olduklarını düşünüyorum. Gençliklerini evlat ve koca için harcadıklarını,önlerine gelen neyse ve ne kadarsa onunla yetinmek zorunda kaldıkları hepimizce malumdur.Eğlence anlayaşı Bedia Akartürk ve gramafonuydu.Annemin televizyondan hiç hazmetmediği tam aksine vazgeçemediği taş plakları vardı.Onlar salonumuzun baş köşesini işgal ederlerdi.Dolabın üzerine itina ile gramofonun revaçta olduğu yılların ünlü sanatçıları Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Zeki Müren’in plakları dizilirdi.Sıra hiç bozulmaz altında ki dantel örtü hiç kırışmazdı.Şimdiye döndüğümüzde gramafonun ne olduğunu bilen gençlik çok azaldı.Benim gibi merakı ve tutkusu olan bir ebeveyne sahip gençler hatırlayabiliyor.İstanbul da oturanların Kapalıçarşı’yı bilmemelerine imkan yok.İnsanların birbirine girdiği, envai çeşitin bir arada olduğu, muhteşem küçücük dükkanların bizi dünyaya tanıttığı yer.Çarşının içinde gramofonu unutturmamak adına,hayatını adamış canlı bir tarih var.Mehmet Öztekin yani Gramofoncu Baba nın 56 gramofonu ve iki bin civarında plağı var. Hala ayakta durmaya çalışıp yeni nesle garamafonu tanıtmaya çalışan Gramafoncu Babayı ziyaret etmenizi dilerim.(Eğer yaşıyorsa)

Gramafon ve ustalarının unutulduğu, eskilere iğreti,vebalı muamelesi yapıldığı bir yüzyılda yaşadığım için çok utanıyorum.Tarihimize sahip çıkılmadığı, sanatımızın yok olup gittiği,eskiyi nitelikleri ile koruyamadığı bir bilinç istemiyorum.Daha bilinçli ve özgür dünya dileğiyle…