Ağır aksak dağ zirvesine yol aldım, her yer karanlıktı, ayaklarımın gördüğü kadarıyla yol dar ve soğuk taşlardan ibaretti. Bacaklarımı geriye doğru çeken soğuğa rağmen sıcak kalmaya çalışıyordu tenim. Ama olmuyor. Zirveye çıktıkça nefes azalıyor, geriye sadece susuzluk kalıyordu. Yerde ne olduğunu görsün diye eğildim ellerimle de dokundum, ayaklarım ne gördüyse ellerimde aynı şeyi görmüştü.Ellerim ve yüreğim görmese de yüreğimin tanıdığı, bu kalın tabakanın altında, sıcak bir damar vardı. Bunca soğuğa ve üşümeye rağmen yol almalıydım. Sıcak damara ulaşmak için, zor olsa da ulaşabilmek için, sabretmeliydim. Çünkü hiçbir dağ patikasından geriye gitmemiştim, gidemezdim çünkü geriye giden adımlarımı uzun zaman önce yalanlara hibe etmiştim.Bu karanlıktan daha karanlığı vardı ilerde biliyordum, ya da tanımadığım bir aydınlık, ama geriye dönmüyordum. İlerlemeye devam ettim, gücüm kesiliyor zamanım azalıyordu. Vazgeçerek ilerisinde bulacağım hiçbir şeyi kaybedemezdim. Kendimden başka…Simetrideki yansımalar gibiydik bu dağ ile, lakin hem o hem ben aynadaki yansımaları dondurarak birbirimize benzemediğimiz yalanını söylüyorduk birbirimize. Ben soğuğa rağmen yol almayı göze almıştım, dağ ise yolculuğu, kendisinin belki bildiği ama benim bilmediğim uçuruma doğru kabul etmişti. Birbirimizin varlığının farkında ama olacaklara umursamaz görünüyorduk, umursamazlık yalan olsa da.Bazen tökezleyen ayaklarımla, yüreğimin toprağı ısıtacağını umuyordum. Ama olmuyordu, soğuk tabaka o kadar kalındı ki ve o kadar inatçı. Sadece her seferinde biraz daha kanıyordu. Işıksızlığa rağmen korkmuyordum, bir hayalet nasıl korkabilirdi ki. Ve uzansa da ellerini kim görebilir, o boşluğu vazgeçmişlikten başka kim tutabilir, tutsa da avuçları içinde biriktirdiği boşluktan hiç vazgeçemeyecek kadar cesur mudur? Ve bu sorulara bir korkağın verebileceği cevaplar var mıdır? Sanmıyorum.Yol aldığım dağda korkuyordu yolculuğu bitiremeyip geri döneceğimden. Bu yüzden sıcaklığını esirgedi, dinlenebilecek yorgunluğumdan. Olsun böylesi de güzeldi, en azından korkularını paylaşıyordu, acıda olsa böylesi de güzeldi. Yaşanmışlıkları sorgulayan yitik hafızaya rağmen…Bu karanlık sana aitti biliyorum, gözlerin açık bakarken iklime sen yansıyordun. Aydınlığını hapsetmiş karanlığın yansıyordu her yana. Eğer gözlerini kapasaydın, hayalette olsam taşıdığım küçük ışığı görebilecektin. İkimizi aydınlatması için onu nasıl beslediğimi. Yorgunluklarıma rağmen…Kulaklarımı kapayan ellerinle duyabildiğim sadece dudak kıpırtılarındı, yürek tıkırtımı duyamayacak kadar, başka tıkırtılara dalmıştın, sende yolcu olmama rağmen. İzlerim kalmasın diye rüzgara sürüklediğin toprak mezarımı besledi, engellenmiş bir isimdim hafızanda, varlığımın farkında olsan da. Sen sakladığın sıcaklığında soğukluğuna yüzeyselleşirken, ben üşüdüğüm sığlıkta yüreğimden, kayıp yüreğine derinleştim görmeyi reddetsen de. Ve hep okuman için sana sustum, kelimeleri körleştirsen de.Hayatına izinsiz girmeyecek mahcup bir hayaletim sadece. Sakladıklarını sarsmayan, kendini sevmeyen ama bunu merak eden. Sormayan, sorsa da cevap beklemeyen, duyurduklarına razı, sustuklarını anlayan. Yolculuk devam etti, kısa bir kesit halinde yolculuk devam etti. Kendi halinde meçhul…Dağ kabuğu ilerleyen zamanda ısınır gibi oldu ve olmayan dudaklarımı gülümsetti. Biraz olsun… kandırmacasına da olsa gülümsetti…Rüzgarın sarstığı soğukluk engel olamayacağım kadar güçlüydü, küçük ışığımı koruyamayacağım kadar. En sonunda o da söndü. Bakışlarım bile aydınlatamıyordu ileriyi, kör adımlarla ilerliyordum sadece. Uğultular ve duymayışına küskün yüreğimden başka ses yoktu. Kendimi kandıramayacak kadarda görüyordum gerçeği. Ve sadece yürüyordum. Ve birden uçurum dikenleri sardı bedenimi, acıya rağmen ağlayamıyordu kanayan göz yaşları, konuşamıyordu dudaklar yitirilmişliğine rağmen. Sadece mecburiyetinin farkındaydı.Benim tükettiğim takvimlerin geçmişi eksikti, seninse tükettiğin takvimlerin geleceği. “Sadece bu gün ve yarın var” derken bile kamburunda sancıyan sadece “KEŞKELERİN”’ di. Yitmiş saygıda sadece kendine tövbeliyken, uçurum dikenleri arasıda hayalet kalmaktı kaderim. Yoruculuğu tüketse de, bitmeyen bir hikaye gibi…