Benim için her geçen gün daha güzel yazıyorsun demişler. – hatta bu sefer diyenleri siz de görebilirsiniz eski teranelerde – Teveccühleridir. Onların güzel görüşleridir, nitekim güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayatından lezzet alır demişler. Ancak övgü ve yergi kabul edemiyorum. Kendi çapsız yüzeysel fikirlerimi yöneltecek yeni ufuklar arıyor ve sizin önerilerinizi bekliyorum. -ne de güzel götü kalkık yazar adabını takınıyorum üzerime süperim- Hİçbir edebi kaygım olmadığından iyinin ve kötünün uzağındayım ve teknik eleştirilerinize de açım diyebilirim. Bu sebeplerden dolayı en kötü teraneyi sizinle paylaşacağım. Okurken resmen ne sanat için, ne toplum için yapıldığını farkedeceksiniz. Çünkü bu yeni bir ekol: ‘yapmak için yapmak’!Kısa keselim. Deşifrasyondan nefret ederim. Ben bu yazıyı klavyemin tuşlarına alırken on kasım günüydü. Bu sefer o her zaman bindiğim otobüse binmedim. Malum pastırma yazı, pastırılmış duygularım beni o sıkış tıkış metrobüse binmeye ikna etti.Bilmeyenler için izah edelim; metrobüs, eski adıyla E-5 şimdiki adıyla D-100 çevreyolunun ortasında bir geliş ve bir gidiş şeridi verilerek tahsisli ayrılmış otobüs yolu sistemidir. Epey kalabalık bir hedef kitlesi vardır. Metrobüs bir yaşam biçimidir. Otobüs romantik komedi ise metrobüs pornografidir. -zaman zaman-Saat dokuzu beş geçe yoldaydım. Sirenleri dahi duyamadım, günün anlam ve önemini farketmem için etrafımda bir işaret arar hale gelmiştim. Hemen cevizlibağ dolaylarında arabasını yolun ortasında durduran bir bayan gördüm, giyimi-kuşamı ile tam bir beyaz türk imajı çiziyordu. Arkasında bunun eril versiyonu da arabasını durdurmuş inmek üzereydi. Bİr taraftan tüylerim diken diken olmuş, ‘işte olay budur’ diyordum. Hayatını bu toprakların insanına adamış bir insanın hatasıyla, sevabıyla yıllar sonra böyle saygı görmesi beni etkiliyor, gözlerimi dolduruyordu. Ama bir taraftan da kızgındım bu fütursuzca aktivist takılanlara.Metrobüs hızlandı. Tüm bu yaşananları görmek istemiyor gibiydi. Köpek sahibine itaat ediyordu. Ama korna sesleri de sürekli ‘çemberi daraltıyordu’. Birden metrobüsün içinde masumca yanyana oturan iki genç ellerindeki gazeteleri indirdiler ve sakallı suratları kin kusuyordu. Hemen metrobüsün orta kısmındaki körük bölgesinin dolaylarına mevzilendiler ve namaz kılmaya başladılar. Bu açıkça bir nispet hareketiydi. Saat dokuzu altı geçiyordu.Burun kıvırdıkları törenlerden kaytarıp okuldan kaçtıkları belli olan iki genç saat dokuzu yedi geçe kalabalığın ortasında yiyişmeye başladılar. Mutlaka destekçileri vardır onların da fakat birçokları onlara kötü gözle bakıyordu. Kimi kendi yoksunluğunu kıskanıyordu, kimi ise ahlaki yoksulluğu eleştiriyordu. Ben de acaba dikkatler başka yerlere çekildiğinden rahat mı ettiler, yoksa onlar da mı bir nispetteler diye düşünmekteyken saat dokuzu sekiz geçmekteydi.O sırada boğaz köprüsü üzerindeki trafiği hayal ettim, en ufak bir gecikmeyi affetmeyen yurdum şöförlerinin savurduğu yumrukların bugün büyük bir felakete yol açacağı belliydi. Hızla ilerleyen metrobüsümüzün bir sonraki durakta dört dakika önce saygı duruşuna duran ve bir daha çalışmayan metrobüse arkadan bindirmesi ile saat dokuzu dokuz geçmekteydi.Bu memlekette herkes kendi kafasına göre iş bitirmekteydi. Saat dokuzu on geçiyordu. Press return.Uykudan uyanmıştım. Kabus bitmişti.Tabii ki yine her sabahki gibi otobüsüme bindim.Metrobüs mü?.. Allah korusun.Yukarıda bahsettiklerimin hiçbirine şahit olmadım.Olmayacağım da…Siz bazılarını görmüş olabilirsiniz farklı yer var zamanlarda…Fevridir efendim fevri…