Birçoğumuzun hayatımızın belirli dönemlerinde bazı spor branşları üzerine yoğunlaştığı dönemler olmuştur. Erkekler her ne kadar “spor”a mahallelerindeki yaşıtlarla mücadeleye girererek futbol ve basketbol ile başlasalar da üniversite yıllarında cinsiyet farkı gözetmeyen bireysel antrenman niteliğindeki spor dalları insanın mutlaka eğilmesi gereken ilgi alanları listesinde üst sıralara tırmanmaya başlar. Bu noktada yaşanan mental zorluk, ne ilginçtir ki ülkemiz gençlerinin büyümesi ve zamanın çok hızlı ilerlemesiyle paralel olarak karşılaştığı zorluklarla aynıdır. Önceleri takım olarak savaştığın, yıllardın üstünden çıkarmadığın şortunla fırladığın bağırma-çağırmayla dolu vurdulu-kırdılı maçların yerine; kendi performansına odaklamanı gerektiren, başlamak için bütçende güzel bir yer ayırdığın, şimdiki tabiriyle “cool” bir uğraş edinmişsindir kendine.

Eski Günler :))
Eski Günler :))

Bu noktada motivasyonun korumak için yapacağımız en iyi alışkanlık insanlığa yıllar boyu eşlik etmiş olan uyarıcılardan, ritimlerden, beslenmekten başka bir şey değildir. Çoğu takım oyuncusunun bu yöntemi antrenmanlarda mp3 player larını kulaklarına takarak uyguladıklarını görüyoruz zaten. Bana bu yazıyı yazdıran temel fikir ise biraz daha farklı. Ben 400 metrelik koşu pistinde attığınız üçüncü turdan sonra duymaya alıştığınız ayakkabınızın zeminle buluşma sesinin, havuzun son kulvarında yanlız başınıza yüzerken attığınız her dört kulaçtan sonra başınızı sağa çevirip nefes almanızın yarattığı döngünün beyninizde oluşturduğu ritimden bahsediyorum. Yanlız olarak saniyelerle savaşmakta veya belirlediğiniz sayıda tura ulaşmada size yardımcı olacak tek şey çoğu zaman bedeninizin oluşturduğu ritmi dinlemek ve bunun üzerinden oluşturduğunuz melodiyi geliştirerek daha istikrarlı ve güçlü bir tempo yakalamaktır.

Eski Günler :))
Eski Günler :))

Denendiği üzere spor yaparken bedeninizin oluşturduğu ritme kulak verip onu analiz edip geliştirdiğiniz süreçte uğraşınızda bedeninizden öte zihninizle de çokça yolu katedebildiğinizi göreceksiniz…!