Bir daha şizofreni temalı filmlere gitmeyeceğim.Sinemayı seven biriyim ama öyle şu yönetmenin filmine gidilir şeklinde kapasiteye sahip olacak kadar seven biri değilim. Ama bu sevgi değil, cahillik di mi, ama olsun mühim değil zati, her şey zamanla olur, bir gün bu da olur.Genelde de gittiğim filmler hakkında önceden yorum okumak ya da filmlerin içeriği hakkında bilgi sahibi olmak pek âdetim değildir. Çünkü genelde ya o şekilde hakkında önceden çok bilgi sahibi olduğum filmlere gidemiyorum, kısmet olmuyor ya da gittiğimde biraz hayal kırıklığına uğruyorum. Bazen eleştirmenlerin anlattığı olumsuzluklar bile benim ağzımı sulandırabiliyor, görüntü aşığı biri olarak. Hayal kırıklığına uğramam güç olsa da oluyor bazen.İşte geçen gün – geçen gün dediğime bakmayın bu yazıyı yazalı bir kaç ay olmuş aslında- beni korkutması ümidiyle Shutter İslanda gittik, filmle ilgili akıl hastanesi , ada, zindan gibi konular haricinde bilgim yoktu ama işte benim hastalıklı beynim lobotomi görüntüleri göreceğim ya da önce buzlu su sonra da elektrik şok tedavisi ile iyileştirilmeye çalışan hastaları göreceğim mesajını vermiş zihnimin bir yerine. Amma velakin yanıldım. Bu dediğim sahnelerin hiç biri yoktu filmde, ha korkunç muydu derseniz size izafiyet teorisinden başlayarak kendime göre ürkütücü sahneler olduğunu söyleyeceğim, ama çok da değildi ki sadece merak içinde insanı kasıp kavuruyordu.Her neyse, filmi anlatmayacağım size ama şizofreni temalı filmler beni ürkütüyor, ama kendimle ilgili.Düşünsenize ya ben şizofreniysem ve de şu anda gerçek sandığım bir hayatın, gerçek sandığım insanların içinde bir o yana bir bu yana savrulup duruyorsam. Aslında olmayan bir dünya, beni acıtıyor, incitiyorsa…Filmden çıkınca yine bu hisle kavrulup durdum, yıllardır biricik arkadaşımla geçirdiğimiz günleri düşündüm. Ya yoksa o orada,hemen yanımda, solumda yürüdüğünü sandığım insanı ya diğerleri göremiyorsa?? Hayır, belki ben şizofreniyim, ama onlar için büyük bir kayıp! Böylesine değerli bir şahsiyeti tanımamış ve tanımayacak olmaları çok üzücü.Kâbus kâbus. Düşünün, bugüne kadar yolda bana güzelim, çirkinim, gevezeyim, çok kahkaha atıyorum diye ya da birine benzettiğini düşünerek baktığını düşündüğüm bir sürü insan oldu. Ya ben orada olmayan birileriyle sohbet ediyorsam ve de onlar bana vah zavallım bakışıyla bakıp ben ne olduğunu idrak edememişsem.Birincisi insanların bana vah zavallım diyerek bakmaları gururumu kırar.İkincisi ise ben gülüyorum sohbet ediyorum, beraber yemek yiyoruz falan ama aslında kimse yok orada! Tamam hadi diyelim böyle bir şey var, ama bi de bundan haberdar olmamak, olamamak var. Hani bi de ben bu durumdan şüpheliyim, gerçek mi değil mi nasıl anlayacağım a dostlar siz söyleyin bana. Yani şöyle bir çimdik atsam kendisine o da bana okkalı bir tokat atsa hani refleks olarak gerçek olduğunu anlar mıyım?! Hadi diyelim ki benim hastalıklı zihnim bunları uyduruyor ya, o tokadı falan da uydurdu diyelim. Ee peki, ya ben bu kızın aileciğini nerdeyse hepiciğini bilirim. Yoksa yoksa onları da mı uyduruyorum?!Bu duyguyu daha önce de yaşamıştım, Akıl Oyunları’nı seyrettiğim zaman, ama o zaman bu kadar ciddi değildi. Yani durum şimdi daha vahim, bir gün böyle bir şeyin olmasından korkuyorum. Ve bana şimdi bir taraflarıyla gülenler, bir gün olursa yazmıştı dersiniz ama!Duygu sömürüsü yapmanın anlamı yok.Ancak gerçekse de değilse de yapacak bir şey yok, neye yarar üzülmek diyerek bir özlü sözümüzü de çaktırmadan hatırlatırım.Korkunun ecele faydası yok ve yine bir özlü söz, korkulan şey başa gelir diyerek bu paranoyak yazıya son veriyorum. Yoksa bu yazıda mı yok!