Yine dalgalar gelip yutmaya başlayıncaya kadar geçecek bir boğuşma dönemi. Bu üçüncü oluyor. Her biri hastalıklı bir bedenin ölüm gelene dek boğuştuğu gibi geçiyor. Geçici bir iyileşme alametiyle hırsla saldırıp kendini kurtarmaya çalışan bir hastalıklı dimağın, en sonunda hastalığa da, ölüme de rızası ile başeğmesine dek geçecek olan o alil zaman.“Ve ben, kavgaya olan inancımı anlatıyorum sana…”Şeffaflaşıyor. Şeffaflaşmaya başladı, yarabbi. Gitgide ölmeye başladı. Görünmez olmaya başladı. Elini sallıyor, çarpmıyor karşısındakine. Sesini duyuramıyor. Bir ses duymak istiyor. Boğazına bir yumru tıkandı; çığlık atamıyor. Görünmez olduğunu farketmiyor insanlar. Sesinin kısıldığını farkedemiyorlar. Son bir hamle ile ağzından çıkan son tınıları kendisi dinliyor.“Sevgilin ve sen, bir resimde oturmuş, Manon’un ölümünü izliyorsunuz…”Çabalamaktan vazgeçti. Tırnaklarının arasında kalan kemik parçaları ve kan kendisinin. Bir ses duymak istiyor hala.“Rimbaud’nun haberi yoktu Menelik’denNijinski delirmemişti !…”Şaşkınlıkla gözleri kocaman olmuş, kayıp giden herşeyi izliyor. Tadının acısına dayanamayacak denli yakıcı olsa da. Acısının lezzetini zorla yutkunuyor. Ölümün de bir lezzeti var. Herşeye razı olduktan sonra, sevilmediğinin, hiç sevilmeyeceğinin önemi kalmıyor. Fakat yine de bir ses duymak istiyor. Herhalde ölmeye karşı duran tek insan yanı.Eski sevgilisini dinliyor. ‘Ah, sesiniz…’Daha eskisini. Ağaçlıklı bir tenha yolda giderken gözlerini kapatıp dinliyor. Kendisi yok, sadece kulağı kalmış; dinliyor.Ve yıllara gömülü duran bir diğerini, yılları eşeleyip dinliyor. ‘Hüzünlü bir anıydın, bir hüzün toplamıydın…’Mektubunu okuyorum. Kendi defterlerimi tutuşturdum. Yırtmadım, tutuşturup yaktım. Kin değildi, öfke değildi. Sonsuz bir ümitsizlikti duyduğum. Ne işe yarayacaktı sanki. Ah, sanki sesimi duyacak mıydın… Okuyorum. Bu yılın şubat ayı.“Bir sohbet gerginliğini taşıyacak gücü bulamadığım için kendimde… ”Artık sesi çıkmaz oldu. Bağırmaya takati yok. Bir pansiyonda iki gün geçirmek değil dileği; sevildiğini sanarak o kalkılmayacak, uyanılmayacak uykuya yatmak. Gözlerini kapatıp uykuya hazırlanırken – rıza göstermiş hasta bedeniyle- sımsıkı sarıldığını, aşkla sarıldığını hayal edip de… Belki de son kez kendi gözlerini, kendi kollarını aldatarak uyumaya yatmak…“Polisler, pankartlar, siren sesleri…Hayat anlaşılmaz bir inatla sürüyor hala…”
yorumlar
Bana inat.
yazı da güzel resim de..
Kuvvetli cümleler, böyle yanyana dizilişleri okudukça yazmak ve okumak daha anlamlı geliyor..
bence yazıda güzel resimde ama başlık daha güzel olabilirdi:)
resim kimin acaba sahi çok hoş..
gali resimle ilgili bilgiyi buradan alabilirsin kahraman
kuduz maymun resmi galiba ordan almış.
Yok, resmi google’a Edward Munch yazıp aratarak buldum. ‘Çığlık’ isimli tablosu.
ziyadesiyle şeffaf olmuş bu çığlık. bu tip çığlıklar polisi, sireni, pankartı zihnine dolandırır insanın. sonra diline! sokak lambaları altında geçer ifadeler tutanaklara. ve kimi zaman ışıksız geceler. tabloya ilham verir çığlık; çizene şöhret. güzel deneme, akıcı… köprü gibi yoğun ve sıkıcı değil…