Bir insanın karşısındakine güdümlemelerini söz ile açıklaması için özel bir nedeni yoktur. Neden olsun ki? İnsan doğası genellikle bunu daha tepkimeli bir silahla yanıtlamıştır. Kişinin bütün güdümlerini bir bir sayıp dökmesi de olanaksızdır çünkü çoğunu kendisi de bilmez. Hangimiz biliyoruz ki? Bundan dolayı kişisel ayrılıkların çok oluşu özdeşleşmeyi güçleştirir. Daha yayvan bir ifadeyle bu sebeptenbirarada yaşamayı çatışma üzerine kurar. Kimi zaman da olanaksız kılar. Zihniyetler arasındaki ayrılık ise kişilerin birbiriyle anlaşmasını güçleştirir. Bu yüzden insan, kendi bilincinin dışında tutmaya çalıştığı fikirleri ve güdümlemeleri görmezden gelip bunları bir başkasına ve farklı yansıtır.Bu yüzden Sigmund; “rasyonel bir erişkin olmak için zihnin ilkel işlevlerinin koordine edilmiş rasyonel süreçlere dönüştürülmesi” gerektiğini söylemiş. Tabii bu nevrozlara ışık tutmak psikanalistlerin işi. Ama bu süreci besleyen ve zemini sağlamlaştırma amacıyla bireyler üzerinde etkili olan sistemler, tahakkümü, kendi bekaları için koşullamayı uygun görmüşlerdir.20. yüzyılın en cafcaflı dinamiklerini tüketim çıpasını yükseltentoplumlar oluşturuyor. Gündelik ilişkilerin mottosu da ‘bu gece kopmam lazım’a tekabül eden ‘pop-artvari’ dönüşümlü ‘ün’lem[e]lerle dolu. Böyle buyuran sistem ve böyle doyan insanın özdeşleşmemek, ayrılıklarıkörüklemek için akla yatkını görmezden gelişi sürüyor. Bir açıdan olağan görünen ‘ayrılıklar toplamı’nın uzun vadeli devinimi rasyonelden kopuşu da simgeliyor. Bu ifadeyi her ne kadar toplumsal yapılar için kullansam da özünde ikili ilişkileri veya bireyi temsilen söylüyorum.

Derdimi kısaca anlatamıyorum. Gelmek istediğim nokta yukarda gördüğünüz .jpg uzantısında saklı. Hangi zavallı aklın hayal dünyasının ürünü, onu düşünüyor, muhakeme yapmaya çalışıyorum. Neresinden tutsam da ‘olağan görsem’ diyorum. Aslında son derece olağan, ama bu tanımı yaptığım andan itibaren sorun yaratıp o koordinattan çıkıyorum. Fazlasıyla hercü merc olmuş zihinlerin ‘görü’leri ve rasyonel bakışını bu denli hastalıklı yapan ne, onu düşünüyorum. İlkin 1996 senesinde Boğaziçi Üniversitesi’nde genç bir kızın üzerinde gördüğüm bu manzara karşısında tüketimin bu denli küstah icadlara soyunacağını düşünmemiştim. Elbette şaka yapıyorum,öyle ya ‘creative idea’; pazarını ‘her an alınıp satılabilecekler’üzerine kuruyordu. Bu yüzden toplumları perdaz etmesi de kaçınılmaz. Doğrusu da bu belki.Hadisenin özü, kişisel hezeyanım inayet dileniyor veya perdei izzet arıyor, aralansın diye…