“Canlı bir yanılma ölü bir gerçeklikten iyidir”.Hamilton
Geçenlerde bu sitede tasavvuf ve islamla alakalı bir yazı yayınlandı.aşağıdaki araştırmam polemik yaratmak amacıyla yazılmadı.amacım islamiyeti bir de müsamaha gözüyle değerlendirenlerin, penceresinden görebilmemizi sağlamaktır…Xlll.yy anadolu’su ve çevresinde,selçuk türkiyesinde din hürriyeti ve müsamaha tarihte görülmemiş örneklerle doludur.selçuk sultanları huzurunda çeşiti dinlere bağlı alimler arasında dini ve fikri tartışmalar yapılmıştır.İşte o yıllarda şeriatçıların büyük tepkisine yol açan tasavvuf ceryanı insanlara manevi bir yolculuğu müjdeliyordu….Xlll.yy anadolu topraklarında Allah ile ilgili kanaatleini yayan ,fahreddin ırakiy, necmeddin daye, evhadeddin kirmani,bahaddin veled, mevlana celaleddin, muhyiddin-i arabi gibi mutasavvıflar bunlardan birkaçıdır…
Tasavvufun amacı; Bir aracıya başvurmadan tanrıyı ya da gizli ve kıutsal bir gücü keşfetmeyi güder.Ancak bu evrensel bir basit tanımlamadır.Bizi ilgilendiren tarafı ise; Kuran’da tezkiye ve takva,sünnette ihsan ve zühd olarak ifadesini bulan kalp tasfiyesinin ve nefs teskiyesinin ilim ve tatbikatıdır…
Tasavvuf ehli;Onlar için önemli olan aşk’tır.Akıl bir tarafa atılmalıdır.görünen alem şekilden ibarettir.önemli olan görünmeyendir. zihnin her türlü ölçü hesap ve maddelikten arındırılması gerekir.adeta zihn’e küsülür..“Kendisini bilen tanrısını bilir “ hadisini kendi mistik sistemlerine göre yorumlayan tasavvuf ehli, insanın tanrı ile özdeşleştiğini, kendilerinde tüm “ruh” ve “beden” hallerinin tanrı halleri olduğunu savunarak ,tüm edimlerin insanın değil insanda işleyen tanrının eylemleri olduğunu söylerler…Bunları söylerken de içinde bulındukları hallerin ,kendileri gibi olmayanlar tarafından anlaşılamıyacağını düşünürler…Ancak ne hikmetse ulaştıkları gerçeğin ne olduğunu kendileri bile açıklıyamazlar…Hatta üzerlerinde baskı hissettiklerinde bunları açıklama izninin kendilerine verilmediğini söylerler…
gelelim üzerinde en çok tartışılan mevlevi mistisizmine;şunu açık yüreklikle söyleyebiliriz ki “mevlevi mistizmi” softalar elinde soysuzlaştırılmış olan islam inancını, bir nebze yumuşatmış, buna karşın bulaşıcı bir hastalık gibi yayılmıştır…mistik dehalar olarak gördüğümüz, mevlana, muhyiddin-i arabi ,yunus gibi isimler bu yolla muhteşem eserler vermeyi başarmışlar ancak hiç biri neye ulaşmış, neye kavuşmuş olduklarını açıklıyamamışlardır…Tanrı hakkında verdikleri bilgiler de simgesel ve ozanca betimlemelerden öteye gitmemiştir…
İmam Gazali ve İslam mistikleri..( İhya-il ulum eddin adlı eserinden faydalanılmıştır)
Gazali, kesin bilginin tanrının özel bir lütfu ile kazanılacağını savunur.ona göre Allah’ın 99 adı sülük(zikredenin) sıfatları olur…İşte insan artık maddesel alemden ve onun ihtiyaçlarından ilgisini kesmiş ; riyazat içinde alem-i gayb-ı seyretmeye dalmıştır…
Gazali bu yolda üç aşamadan bahseder;1- Kalb alemi….başlangıç (müptedi)
2- Ruh alemi….. tasavvur ve kifaye ehli
3- Esrar alemi….kavuşanların yüceldiği alem.
Gazali’ye göre insan kendi nefsinden çıkıp , kalbe, ruha ve sırra yönelmedikçe (uruç) kavuşanlardan olamaz…
Kalbin; rıza, tevfik, itminan ve sekinet gibi durakları vardır. Bunlar birer birer aşıldıktan sonra ancak , mürit yani ruh alemine kavuşulabilir..İşte ancak o vakit “ ruhumdan okurdum” ayetinin sırrı anlaşılabilir…
Kavuşanların bulundukları makam da ise ; Duyum ve akılla algılanan her şey yıkılmıştır.Onlarda yalnız hakkın birliği ve nur’u kalmıştır. Bu da “fena” olma halidir…
Bir de kendi varlık ve yokluklarından haberdar olmayanlar vardır ki; bunlar birleşme ve birlik denizine değil, birleşme nehrine dalmış olup ŞERİAT’IN emirlerine ve tarikatın adabına dönmüş olanlardır…
Çeşitli görüşler;
Tasavvuf: Kur’an’da tezkiye ve takva, sünnette ihsan ve zühd olarak ifadesini bulan kalp tasfiyesinin ve nefs tezkiyesinin ilim ve tatbikatıdır. Kur’an Allah’ı çok zikir ve tesbih etmemizi emreder. Tasavvuf bunu sistemleştirmiştir. Bir rehberin (tabii bu kâmil bir rehber olmalı. Yoksa Niyaz-ı Mısri’nin dediği gibi “Her mürşide el verme ki, yolun sarpa uğratır. Mürşidi kamil olanın yolu gayet asan imiş.”) gözetiminde Kur’an ve Sünnet eczanesinden alınan ilaçlarla, kalbi hastalıklardan tedavi ile kalb sarayının sahibi için temizlenmesi manasında tasavvufu red etmek, ruhsuzluk ve robotluğu kabul etmek demektir.Bu tip radikal hareketlerin encamını yakın tarihte çok gördük. İsterseniz Mustafa İslamoğlu’nun Yürek Devleti adlı eserindeki “Devrim Kurbanları” yazısı ile Mehmed Göktaş’ın Cihad Zikir Ayrılmazlığı adlı eserlerine bakabilirsiniz.
Said Havva:“Çok denedim, çok gördüm. Ama İslam esaslarına uygun temiz bir tasavvufi terbiye almış kişiler dışında nefiste kemal, sülukta ihsan ve akıllıca muamele gücüne sahip nadir kimseler gördüm” demekle aynı noktaya parmak basıyor.
Hasan el Benna(kendisi Şazeli’dir)İhvan hareketi için,”Selefi bir hareket, Sünni bir tarikat, Tasavvufi bir hakikattır” der. Yine İhvan’ın Suriye âlimlerinden Şeyh Ahmed Zerruk şöyle diyor: “”Akıllının yükselmesi için kitap kâfidir. Ancak nefsin yalpasından kurtulamaz(Kavaid-ut Tasavvuf’undan..)
Tasavvuf icmali olarak Asr-ı Saadette mevcuttu. Prof. Dr. H.Kamil Yılmaz’ın dediği gibi “Tasavvufun asr-ı saadetteki zühd hareketinin daha sonraki asırlarda aldığı ad olarak bilinmektedir.” Özellikle fitne dönemi, hulefa-i raşidinin şehadeti, ihtilafların zuhuru, Emevi sülalesi tarafından hilafetten saltanata dayalı bir yönetim tarzına geçilmesi, İslami fetihlerin ve dinamizmin durması ve tevakkufu, hızlı bir dünyevileşme, bireylerde bir beyin ve kalp fırtınasına sebeb oldu. İnsanların içe yönelmesi, iç arayışlarına girmesi tasavvufun zuhuruna sebeb oldu.
Said Havva bunu Tartışmalar adlı eserinde şöyle izah ediyor: “Sahabe neslinde hem ilim, hem amel vardı. Kalbi hal ile birlikte ahlaki vasıflar mevcuttu. Ama zamanla amel zayıfladı. Kalbi hal ile birlikte ahlaki vasıflar zayıfladı. Oysa bunlar peygamberlerin tebliğ ettiklerinin en büyük görüntüleridir. Bu sebeple zahiri amel ve Müslüman için gerekli olan kalbi hal meselesinde işleri asıl mecrasına döndürmenin bir çabası olarak İslam Tasavvufu ortaya çıktı.”
Prof. Dr Yusuf Kardavi de gerek Fetvalarında, gerekse zevkle okuduğum Müslüman’ın Temel Kültürü’nde Said Havva istikametinde fikir beyan ediyor. Mevdudi de aynı görüşü paylaşanlardan. Meseleler Ve Çözümleri ismiyle yayınlanan“Resail Mesail”de; “Bizim kabul ettiğimiz tasavvuf ayrıdır. Reddettiğimiz tasavvuf ayrıdır. Kabul edip ıslah etmeye çalıştığımız tasavvuf ayrıdır” diyor. Keza merhum Nedvi aynı görüşte..
Hatta Tiblavi Mahmud Sad’ın “İbn-i Teymiyede Tasavvuf” kitabındaki izahına göre tasavvuf düsmanı olarak lanse edilen bu zat dahi aynı kanaatte..İbn-i Teymiyye de sahih bir tasavvufu kabul ediyor,Cüneyd Bağdadi,Hasan el Basri ve özellikle Gavsı Azam Abdülkadir Geylani hakkında çok sitayişkar şeyler söylüyor.Hatta Fetavasında Hazret-i Abdülkadir için “Onun kerametleri tevatüren bize kadar gelmiştir. ”diyor.
Prof Yaşar Nuri Öztürk 1988’de yayınlanan(şimdi fikrini değiştirmiş olabilir)“Tasavvufun Ruhu Ve Tarikatlar” adlı eserinde tasavvufun batıl din ve akımlardan İslam’a sızdığı fikrini şöyle güzelce red ediyor;”Gerek Hint, gerek Hıristiyan mistizmleri ve gerekse Yeni Eflatuncu mistisizm, tasavvufta yer alan sufilikten farklı sistemlerdir. İnsan ruhu, Allah, hayat ve olayların mistik gözlemlerini ele almak itibarıyla bu sistemlerin tasavvufla ortak yönleri elbette mevcuttur. Çünkü mistik düşünce ve yaklaşım insanlığın ortak mirası ortak tavrıdır. Ancak alabildiğince geniş bir doktrinin bir parçasını alıp, bunun bir başka doktrinle arz ettiği benzerliğe bakarak bunların aynı veya birbirinden kopya olduklarını söylemek büyük bir yanılgıdır. Bu tarzı esas alırsak, insanlık dünyasında birbirinin aynı olmayan veya birbirinden kopya edilmeyen hiç bir kurum kalmaz.”..
Bir de şu hususa bakalım, Acaba zamanımızda da tarikatlar aynı safiyetle hizmet ediyorlar mı?… Tasavvuf hakkında ciltlerle kitap yazılsa gene de onu anlamakta acze düşülür.Bazıları için tasavvuf, dinde olgunluk ve gelinebilecek en yüksek mertebedir…Onlara hiç kimseye nasip olmayacak dereceler vermekten kaçınmazlar. Şüphesiz ki bu insanlar da allahın safi ve veli kullarıdır ancak hiçbirisi hz.muhammed (SA )ve sahabesinin derecesine ulaşamamıştır.Bunun en güzel örneğini Hz.Mevlananın “ Ben sağ oldukça kuran’ın kölesi bendesiyim, ben Muhammed Muhtar’ın yolunun tozuyum “ deyişi açıklıyor….