Durmadan bir şeyler anlatıyordu.O şeylerden biriyle tam gerçekten ilgilenmeye başlamışken bir bakıyordum, çoktan almış başını gitmiş kelimeler çok başka bir yere.Yaşanan durumların bu kadar süratle birbirine eklenmesi, ortaya ilişkisi olmayan onlarca parçadan oluşan karman çorman bir şey çıkarıyor, bir türlü bir bütüne ulaşmayan o parçalarsa bana O’nunla ilgili hiçbir şey anlatmıyordu.Oysa neden konuşurdu ki insanlar?! Yaşadıklarını neden paylaşırdı bir başkasıyla? Susarak da konuşarak da, birilerinin yanında aslında tek yaptığımız anlatıp durmak değil miydi kendimizi?”Bana kendini anlat!” dedim, son derece kaba biri olmakla suçlanmayı sonuna dek göze alarak. “Dakikalardır anlatıp duruyorsun. Ama anlatmadığın tek bir şey var: Kendin… Yaptıkların, gördüklerin, falanmış filanmış boş ver!Hissettiklerini anlat bana. Özlediklerini…”İlk kez bu kadar uzun bir süre sessiz kalabilmişti. Konuşmamı kesmemek için değil sadece… Susalı çok olmuştu. Ama tek bir sessizlik anı bile bırakmamak için gösterdiği o hınca hınç gayreti bir anda tükenivermişti sanki.”Ne anlatayım ki?!” dedi neden sonra. “Duygularım seni ilgilendirmez ki! Belki gülünç bile gelebilir. Ben sadece seni sıkmamak istemiştim.””Ben çocuk değilim ki!” dedim öfkeyle. “Çocuk yerine konmak kadar da sıkıcı bir şey olamaz, inan. Ne anlatırsan anlat. İstersen dünyanın en az ilgi çekici şeyini… Ama ne olur senden bir şeyler olsun! O zaman kelimelerin çok daha güzelleşir… Seni anlatır bana. Bu kadar ıssız kalmam yanında şimdiki gibi.”