bildirgec.org

işsizlik hakkında tüm yazılar

AYDA 10.000$ KAZANMAK

suiza | 23 July 2012 10:57

Sevgili gençler, dünyanın uzak ülkelerinde, genellikle de, gözlerden uzak, popüler olmayan ülkelerinde yaşamış, işler yapmış bir insan olarak bu yazıyı daha çok sizler için yazıyorum.’’Türkiye’de işsizlik var’’ deniyor,’’ iyi maaşla çalışabilmek için vasıflı eleman olmak, İngilizceyi süper konuşabilmek gerekiyor’’ deniyor. Ben de diyorum ki; ‘’Lütfen ufkunuzu genişletin, başkalarının kurdukları işletmelere üç kuruş maaşla girebilmek için çırpınmayın’’.
Evet gençler, dış ülkelere açılın, çok küçük sermayelerle kendi işinizi kurma imkanları var. Özellikle Asya ve Orta Asya’da öyle boş alanlar var ki; çok az bir çabayla ve küçük bir sermayeyle, hatta ayda sadece birkaç gün çalışarak, yazımın başlığındaki rakamı (10.000 doları) kazanmanız mümkün. (Halihazırda 4 iş kolu var) Bu kısa yazıda amacım, o boş alanları açıkça anlatıp istihdam enflasyonu oluşturmak değil. Benim gördüğüm, gözlemlediğim ve hatta bizzat yaparak deneyimlediğim işler var, yani tecrübeyle sabit işler var. Bu noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Belki oralarda yaşamasaydım ben de göremezdim ya da aklıma gelmezdi, bir süredir Türkiye’deyim ve eşten dosttan hep iş konusunda yakınmalar duyuyorum, kimisinin çocuğu iş bulamamış, kimisi işten çıkarılmış, vs.
Netice olarak, arkadaşlar ihtiyacınız olan ilk şey; cesaret ve sonra mümkünse kafa dengi bir arkadaş bir de hesap makinesi, para eden veya edebilecek neyiniz varsa nakite çevirin, toplayın, çıkarın, savaş baltalarınızı çıkarın, hazırlanın…
Girişimci ruh sizi korusun!
Not: Bu yazıyı hafife almamanızı önemle rica ederim, zira yazılan her cümlenin altında Suiza’nın imzası var.

İŞ GÜÇ YOKSA NE YAPILIR-2, a bendi

takyon | 03 February 2011 14:13

“Hat hala açıksa internette ava çıkılır?”
Ne avı olduğu zevke, renge, cinse, hayat amacına bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Sabah şiş gözlerle kalktım yine; altı aydır olduğu gibi. Daha kaç altı ayımın böyle geçeceğini düşünerek rutin endişelerimi yaşadım. Görünmez “yaşanacaklar listesi”nin hangi maddesindeydim kimbilir…Ne listesi mi? Alış veriş listesi gibi bir şey; hani anneniz elinize tutuşturur ya. Tek farkı bu listenin görünmez oluşu ve görünmez amcalar tarafından “bak hayattan alacakların bunlar” diye not düşülmüş olması. Yok canım henüz sıyırmadım.
“Oku da meslek sahibi ol, elin ekmek tutsun, yarın öbür gün kocadan silleyi yersen kendi ayakların üstünde durursun” şeklinde gazı alan her genç kız gibi, bir hevesle okudum ben de. O zamanlar meğer geçiş dönemiymiş, şimdi anlıyorum.

İŞ GÜÇ YOKSA NE YAPILIR-1

takyon | 02 February 2011 13:08

“Televizyondaki evlilik programları seyredilir”
Televizyonda evlilik programı var, takılıyorum, iş yok güç yok, gezmeye para da yok…Ne yapalım koca bulmaya gelenleri seyrediyorum annemle birlikte. Bazen eğlenceli bile olabiliyor, anladım ki önyargılı olmamak lazımmış. Hikayelerini dinledikçe insanların bazılarına hak verdiğim bile oldu. Gelmişler belli bir yaşa, yalnız kalmışlar, ya eşleri ölmüş ya boşanmışlar; bir korku var yüzlerinde daha çok. Hepsinde değilse de çoğunda var. Yalnız kalma korkusu…Olamaz mı? Olur, bal gibi olur, yargılamam. Seyrettikçe bir sürü rahatsız edici soru üşüşüyor beynime. İki gencecik insan geliyor gözümün önüne. Özenmişler, bir sürü hazırlık, düğün dernek, bir ömür birlikte yaşayacaklar, çocukları olacak ve torunları, mutlu mesut yaşayacak ve ömürlerinin son demlerinde de hep birlikte olacaklar. Ama öyle olmamış işte. Bunca insanın planı yürümemiş. Demek ki bu planda bir yanlış var.
Erken kaybedilen bir eşin yokluğu nasıl acı verir kimbilir…Hele de hiç sönmemiş bir aşk varsa arada. Hiç hesapta olmayan ani ayrılış. Uzaktan seyredene birkaç çekirdek çıtlamalık bir durum ama ya o kişi için…Bir umutla gelmiş programa, yola birlikte devam edeceği bir eş arayışında. Öyle gülmeler kıkırdamalar arasında seçim yapacak; hakkında en ufak bir bilgi sahibi olmadığı, tamamen yabancı insanlardan birine bir sıcaklık duymayı umacak. Zor, çok zor…
Kimisi de boşanmış. Otuz kırk yıldan sonra boşananı da var, bir ay evli kalıp 15 yıldır bekar yaşayanı da. Olmaz mı, olmuş işte. Hayat bu. Demek ki gençlikte hayal kurarken ayakları hepten yerden kesmemek lazım. Herşey insan için. Beklentileri yüksek tutmak, hayal kırıklığının acısını derinleştiriyor ne yazık ki.
Yok mu aralarında macera aramaya gelenler, var tabii ki. Malı mülkü de varsa hele orada öyle boy göstermek pek hoşlarına gidiyor, pek bir ince eleyip sık dokuyorlar, eğleniyorlar daha çok.
Bazıları üç dört defa evlenip ayrılmış, yine akıllanmamış, gelmiş. Be insan şimdi sana soracaklar niye aldın da bıraktın o kadar adamı ya da kadını? Ne diyeceksin? Olabilir tabii ki, insanız, her seferinde bir umut girişmiş ama işler yolunda gitmemiş lakin gel de anlat hadi ordakilere.
Bir ara dedim ki, neden bu insanlar eş dost çevresinden araştırmıyorlar da, bilmem kaç milyon kişinin önünde komik sorular ve cevaplarla birini tanımaya uğraşıyorlar. Düşünsenize, yeni tanışan iki insan başbaşa bile olsa ne kadar heyecanlanır, dili dolanır, elleri titrer…Normal. Bir de bunu milyonlarca kişi izlerken yapıyorsun. Neden ve nasıl? Çevreni sarmış onca meraklı ve manalı bakan göz de cabası. Yok ben bir cevap bulamadım buna.
Yalnız kızdığım bir şey varsa o da henüz onsekiz, yirmi yaşlarında gençler gelmiyor mu oraya. Onları alıp şöyle kızılcık sopasıyla akıllarını başlarına getirmeyi ne çok istedim; ki ömründe bir karıncayı incitmemiş olan ben. Sen orada ne arıyorsun be insan? Hangi ara koca ya da kadın aradın da bulamadın ve şartlar seni oraya sürükledi? Sana bu yaşta umudunu kaybettirip stüdyolara koşturan ne? Enerji ve umut deposu olman gereken bu yaşında, her yüzüne kapı kapandığında başka kapıyı çalacağın yerde, evlilik gibi yükü ağır bir işe kalkışmadan önce ekmek paramı nerden çıkarsam arayışına gireceğin yerde, taşı sıkıp suyunu çıkaracağın yerde orda işin ne? Senin derdin ne? Yazık, bütün ümitleri tükenmiş, yorulmuş yavrucağız. Oradaki yetmişlik delikanlılardan da utanmıyorlar.
Azıcık durup düşünmekten zarar gelmez, niye burdayım, başka ne yapabilirim, komşunun kızı ya da oğlu bana neden yeterli gelmedi de iki dakikada tanıdığım insanla aynı evde yaşamayı göze alıyorum?
Yok yok, bu böyle olmayacak. İş güç yok diye evlilik programlarına sarmak benim aklıma zarar. Ben şu ilanları beşinci defa tarayayım da belli olmaz, sıkılacak bir taş bulurum belki. Bugün olmazsa yarın bulurum, benim hala umudum var.

BİRLİKTE KURTULACAĞIZ

takyon | 09 December 2010 17:17

Sabırsızlıkla beklediğim bir gün vardı; doğum günüm. O yıl özellikle çok heyecanlıydım. Onsekizimi bitirecek, reşit olacaktım. Mutlaka bir önemi vardı bunun, öyle olmasa büyükler hep şöyle der miydi:
“Sus, karışma sen, hele bir reşit ol, o zaman bakarız”
Bu “bakarız” kısmını pek anlamasam da reşit olmanın tam bağımsızlık anlamına gelmediğini anlatıyor gibiydi. Yine de reşit kelimesi bir mıknatıs gibi çekiyordu beni.
İşte o gün geliyordu. Birkaç gün sonra reşit olacaktım. Sanki bir sınırın öbür tarafına geçmek gibi… Aniden zengin olmak gibi…Uzaya çıkmak gibi…Evet evet çok önemli birşeydi o.
Üniversitede ilk yılım bitmek üzereydi. Lisenin katı disiplininden sonra başımı döndüren bir rahatlık vardı üniversitede. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Derse girmesem kimse kızmıyor, çıksam kimse kızmıyor, hiç uğramasam umurlarında değil. Bir keresinde beşyüz kişilik anfide ders başlayalı onbeş dakika olmuş; içeri girdim. Hocam olan profesör kadıncağız arkası dönük anlatmaya devam ediyordu. Aradan beş dakika geçti ki acıktığımı hissettim, kahvaltı da yapmamıştım. Çıkıp bir güzel sınıftan, simit aldım, girdim anfiye, yedim üstelik simidi. Sonradan kendime kızdım gerçi. “Yahu şartlar müsait olabilir sen niye fırsatçılık yapıyorsun”. Tabii anfinin iki kapısı olması da sağlıyordu bu rahatlığı, yani öyle her sınıfa gir çık yapmak zordu. Olsun elimizdekiyle de gayet mutluyduk biz yeni yetmeler. Hem sonra, sınav sonuçları panoya asılıyor, öyle bütün sınıf kaç aldığını duyup pis pis bakmıyor. Böyle bir rahatlığın tadını alınca üstüne bir de reşit olursam kimbilir ne özgürlükler beni bekliyor diye seviniyordum. Hani bir ilacı sık sık alınca eşiğin artar, dozu artırırsın ya, reşit olunca da evde bana kimse karışamayacaktı, yasalar öyle diyordu, ne istersem yapabilirdim. Hayır, bunları duysalar, zannedecekler ki inceden inceye plan yapmışım; onsekiz bitince yapacaklarımın listesi şudur diye.

KENDİNİ ANLAT

mavilikler | 23 November 2010 09:19

Durmadan bir şeyler anlatıyordu.

O şeylerden biriyle tam gerçekten ilgilenmeye başlamışken bir bakıyordum, çoktan almış başını gitmiş kelimeler çok başka bir yere.

Yaşanan durumların bu kadar süratle birbirine eklenmesi, ortaya ilişkisi olmayan onlarca parçadan oluşan karman çorman bir şey çıkarıyor, bir türlü bir bütüne ulaşmayan o parçalarsa bana O’nunla ilgili hiçbir şey anlatmıyordu.

Oysa neden konuşurdu ki insanlar?! Yaşadıklarını neden paylaşırdı bir başkasıyla? Susarak da konuşarak da, birilerinin yanında aslında tek yaptığımız anlatıp durmak değil miydi kendimizi?

Donup kaldık… (Bu olay dün saat 14.00’de Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde yaşandı)

hayalicindegecti | 19 October 2010 09:31

Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla dün Tunalı Hilmi Caddesinde (*) buluştuk, sonra, öğlen kalabalığının arasına karışıp yürüyerek, bir restorana gittik. Arkadaşım sigara içer (oysa önemli bir rahatsızlık geçirdi, yani yaşam ona bir şans daha tanıdı, ne mutlu… Keşke sigarayı bırakabilse!) o yüzden kaldırım kenarındaki bir masaya oturduk, garson geldi, menüleri elimizden alırken:

-Seçebildiniz mi?
-Evet, birer tavuk şnitzel alacağız, yanında ne veriyorsunuz?
-Patates kızartması efendim.
-Hardal da getirin.

Bankalar, kan emiciler!

hayalicindegecti | 19 September 2010 14:20

Aşırı mı geldi? Abarttım diye mi düşündünüz? Hayır, aynen öyle, hatta fazlası. Neden diyorsanız buyrun size bir gerçek hikaye:
Bir tanıdığım var, ismi lazım değil. İki yıl öncesine kadar iyi ücretlerle özel sektörde çalışırken, malum, iktidar partisi çok başarılı! ya, (hani ülke dev bir şantiyeye dönüştü breh breh breh), işsiz kaldı…
“E, ne olacak? Çoğumuz bu durumdayız , ya da hepimizin bu durumda yakınları, tanıdıkları var” diyorsunuz duyuyorum. Durun durun, işte ben de onların halini ya da gelecekteki hallerini anlatmaya çalışıyorum size.
Evet işsiz kaldı. Olağanüstü çaba göstermekle birlikte tam iki yıl boyunca iş bulamadı. Peki ölsün mü? Tabii yaşasın, ama nasıl?
Devam eden hayat demek, harcama demek… Yani kira, evin-mutfağın günlük masrafı, çocukların, eşin (çalışıyor ama memur maaşları malum) harcamaları. Eh, gelsin borçlanma… Bankalar bol keseden kredi dağıtıyor, hatta “sıfır faizli ihtiyaç kredisi” açıyor ya… Evet, borçlar kar topu gibi büyümeye başladı, aradan bir kaç ay geçti, aradı aradı hala iş yok, başvurular, doldurulan formlar, araya sokulan hatırlı dostlar, mülakatlar, biz sizi ararızlar vs vs iş yok… Önce araba satıldı. Biraz rahatlayacağını sandı ama ne gezer? Meğer o sıfır faizli diye sunulan krediler anasının nikahı değil miymiş… Gelen para kızgın tavaya su damlamışcasına uçtu gitti. İş aramaya devam… Yer demir, gökbakır… İş yok…
Dur bakalım dedi şu bankanın kredi koşulları daha uygun diyorlar. Oradan alıp şurayı kapatmalı bari… İş hala yok… Babadan kalan küçük bir arsa vardı onu satışa çıkarmalı... Eh, kızgın tavaya bir damla su daha… İş yok…
Efendim uzatmayalım. O bankadan bu bankaya… Satılan arsanınkini ona, şunu buna derken bıçak geldi kemiğe dayandı. Yapılan şey şu oldu… Beraberlik dağıtıldı, yakınım o yaştan sonra bekar bir akrabasının yanına taşındı, hayat arkadaşı da annesinin yanına gitti. Çocuklar yetişkindi, onlar da kendi yağları ile kavrulmak üzere arkadaşlarının yanına yerleştiler (bir yandan günlük işlerde çalışıyorlar.)
Evet, bıçak kemiğe dayandı demiştik değil mi? Ne oldu sonra peki? Yakınım kardeşi ile olan evinin yarı hissesini sattı, onunla da borçlarını kapama maratonua girişti… Kan emici bankaların kapılarını tek tek çalmaya başladı. Ona şu kadar, buna bu kadar… Ama mübarekler geciken borçlara öyle faizler tahakkuk etiriyorlar ki… Of of of… Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Üstelik telefonda (borç takip bölümleri şubelerden bağımsız, ancak telefonla ulaşılabiliyor!) söylenenlelerle, bankada karşılaşılan rakamlar birbirini tutmuyor. Hele hele kan emicilerin şu otomatik santralleri yok mu? Dakikalarca süren konuşmalar, onu tuşla bunu tuşla, tekrar başa dön, şu menüye git, sizinle müşteri temsilcimiz birazdan ilgilenecekler, şu anda hatta bekleyen dördüncü kişisiniz, olmadı baştan… Resmen çıldırtıyor adamı.
Eveeet bütün parası bitti, üstündeki mal varlığı sıfıra sıfır oldu… Hala iş yok…
Sonuç mu? Sonuçta yakınım bu koşullarda yuvarlanıp gidiyor, pardon yaşamayı sürdürüyor, tabii buna yaşamak denirse.
Bilin bakalım bu rezaletin yaşandığı ve de insanların hala yöneticilerine biat ettikleri ülke neresi? Bir ipucu, T harfiyle başlıyor ülkenin adı… Trinidad, Tobago… Hadi canım söyleyiverin neresi burası?

İSSİZLİĞE ÇÖZÜM ÖNERİSİ:TÜM İSSİZLERİ GAZ ODALARINA ATIN BİTSİN BU İŞ

suleceizler | 12 September 2010 14:18

Günümüzün en önemli sorunu nedir?İssizlik.Ya arkadaşlar düşündüm bende bir çare buldum.Hem bu çare ile her ay her ay issizlik yüzdesi de çıkarılmasına gerek kalmayacak.Öyle kpss falan gibi sınavlar yapılmasına da gerek kalmayacak.Herkes yollarda ben issizim diyerek devlet büyüklerinin,parti başkanlarının,yakınlarının kapısınıda aşndırmayacak.İssizlerde sürüm sürüm sürünmeyecek.Çünkü çözüm bulundu.Ta ta tatammm.Çözüm zaten adamakıllı değil ,hiç bir şekilde yaşayaman issiz vatandaşım sana müjde.Artık ne kadar issiz varsa toplatılacak ve gaz odalarına alınacak.Orda bir güzel imha edildikten sonra ülkede issiz kalmayacak.Çünkü hepsi zaten yok edilecek.Bütün diğer milletlerde aman ne güzel ülke issizlik yok diyecekler.Bir sürü aferin alacağız.Ama işte bu durumun da kötü bir yanı var nüfusumuz oldukça bi azalacak.Olsun önemli olan issizlik sorununu çözmek değil mi.İşte çözüldü.Hitlerin gaz odaları modeli tam issizlere göre.Kaldırın ortadan onları sorun bitsin.Zaten insancıklar yaşarken ölü durumundalar.Ya atın işsizleri bitsin bu işkence di mi ya?

KRİZ TEĞETMİ GEÇTİ YOKSA ORTA DİREĞİ ATOMLARINA PARÇALAYIP EN DİBE Mİ GEÇİRDİ?

suleceizler | 20 July 2010 15:55

Bu konuda çok yazı yazılmıştır eminim.Ama krizi herkes kendine göre farklılıkla yaşadı. Yani tabiri caizse her koyun kendi bacağından asıldı.Bursa ‘da yaşıyorum ve hatta doğma büyüme Bursalıyım.Ama teğet diye adlandırılan bu krizi hiç bu kadar hissetmemiştim.Bu nasıl bir teğet ki işssizlik son yılların en yüksek seviyesine geldi.Hayatımın hiç bir döneminde işsiz kalmamıştım.Çünkü tam üç mesleğe sahibim.Biri olmazsa biri mutlaka olurdu. Ama bu krizde ben iş bulamadım.Eşimde işssizdi, aynı şekilde oda iş bulamıyordu.Tabi kaldık mı ikimizde ortada.Hemde tamda kışın ortasında.Bir çok yere başvurduk.Hatta üniversite mezunu olarak bulaşıkçılığa kadar her yere.İnanmazsınız bu iş için bile 30 yaşın altında arıyorlardı.Bir kaç pazarlama firmasına girdik , fakat malesef onlarda dolandırıcı çıktı ve paramızı alamadık.Aylar geçiyor ve faturalar durmadan gelmeye devam ediyordu.Aynı zamanda kredi kartı ekstreleride çığ gibi büyümeye devam ediyordu.Delirme noktasına gelmeye başlamıştım artık.İnanılmaz çabalamamıza rağmen hiç bir şey olmuyordu.Bir şeyler alıp satmaya kalksak ,alacak paramız da yoktu.Her şeyi denedik nerdeyse zaten.İyice umutsuzluğa düşmüştüm,kendime güvenimi kaybettim ve ölüm bana yaşamaktan daha güzel gelmeye başladı.Acaba kendimi nerden atayım diye düşünmeye başlamıştım.Çaresizlik insanı neler düşünmeye zorluyor.Televizyonlarda kriz teğet geçti diyorlar inadına inadına..İntihar haberleri zirvelere tırmanmışken..O kötü günleri anımsamak bile içimi dağlıyor.

Başbakan 3 ay içinde %10 – Bakan 2012 sonuna kadar %10.5 – %11

| 28 May 2010 11:38

Sayın başbakan, bir kaç gün önce bir açıklama yaptı. %14.5 düzeyindeki işsizlik oranının 3 ay içinde %10’a indirileceği şeklinde.

Bugün de aynı konu ile ilgili Bakan Ömer Dinçer görüşlerini açıkladı.%10 ile ilgili olarak, Başbakan’ın mevsimsel düşüşü kastetmiş olabileceğini. İşsizlik oranının, yaz aylarında, kış aylarına göre daha düşük çıktığını, önümüzdeki aylarda da bu oranın %11’lere inebileceğini belirtti. Ayrıca, işsizlik konusunda bakanlığın planlarından bahsederek, bu oranı 2012 yıl sonu itibariyle %10.5 veya %11’lere çekmeyi amaçladıklarını açıkladı.