Her geçen gün başkalaşırken hayat, başkalaşmayan şeyler de var mıydı?
Tüm zamanlar, tüm anılar, tüm saçmalamalar, tüm dağıtmalar ve tüm toparlanma çabaları başkalaşıyor. Biz değişen bir yapıya sahipken bazı özelliklerimiz ise yapışmışcasına zorlanıyor ruhumuzu bırakmakta. Hatta gün be gün kendimizi tanıyamaz olmuşken aynada, ne kadar değişmez özelliklerimiz olduğunu görmek de başka bir yıpratıcılık taşıyor şu zalim zamana karşı koşarken/ koşamazken…Var oluşun ve var oluşsuzluğun tüm basamaklarını teker teker tırmanmış ve yok olma basmaklarını da itinayla çıkmışken; kendi imzanı taşıyan ne var bu dünyada söyler misin?Polyana konuş. Konuş okyanuslar. Yağmur, bugün susuyor musun? Benim sustuğum o kadar çok şey var ki… Güneş batıyor. Masum bir kız çocuğu gibi içine kapanık bugün güneş. Teninin beyazlığına yakışan elbisesini göstermekten kaçınan küçük bir kız gibi alıngan ve uzak bugün. Gözleri gözlerime bakmıyor. Çoktan kaçırmış bakışlarını, gözbebeklerime dikmiyor her zamanki gibi şehvetle ve biraz da acımasızlıkla. Lakin biliyor ki, biliyor o; zamanın geçen giden bir oyuncak olmadığını ve belki yarınlarımızın olmadığını, hele kucağımızda bir oyuncak hiç olmadığını. Konuş güneş. Otur yanıma. Sesini duymaya ihtiyacım var bu kar beyazı soğuk gün dünyamı sarmalamışken/ bunaltmışken; bir tek sana sarılabileceğimi hissediyorum: ‘Konuş benimle.’