www.fotografcirehberi.com
www.fotografcirehberi.com

Helvası dahi dağıtıldığı halde, durumu kabullenmeyen obsesyon vakası
Ruhuma bulaştırdığım katran senin izlerim. Benim sendeki izsizliğimse, benim. Ki o izsizlik ki; katranın sebebidir asıl. Oysa izsizliği en çok anlayan sendin. En çok sana dokunurdu izsizlik.
Kokumun olmayışına dahi katlanamayan sen, ben hiç sana yazılmamışım, hiç sende seyir bulmamışım ya da sen hafıza kaybına uğramışsın gibi ya da hafızanı dolabın üst raflarına – hani kullanılmayanların kaldırıldığı raflar olur ya- kaldırmış gibi; adım yok, ben kimim, ben sen de var mıydım?SELA VE SEPETSİZ BİR HAMAL
Yoksa ben mi hafızamı yitirdim? Hafızamı yitirmek istediğin zamanlar duyarmışsın şu zamanda.Diyorlar ki, bağımlılıklarından kurtulacaksın, özgür bir ruh olacaksın. Şu sıralar var olmakta güçlük çeken ben, bağımlılıklarımdan kurtulmak konusunda sepetsiz bir hamalım.Pazara çıktım dolanıyorum, ne gizim kalmış ne iz benden.İçli bir ağıt okuyor kadın. Dedim, ‘Kim öldü, hayırdır?’Dedi, ‘helvanı dağıtıyoruz, sorduğunda soru mu?’
– Bu sela bana mı?Sustu kadın. Etkileneceğimi düşünüyordu. Üzüleceğimi… zaten öldüğümü kabullenebilsem obsesyon yaşanmayacak ki…Aşk bitmiş çoktan. Ben başında ağlayan kadınım.Ne aşk kalmış ne yara… Ben kimdim? Hangi yüzyıldaydım?
Evimin duvarlarındaki boyalar durur mu hala? Aynı havayı mı soluduk seninle bir zamanlar. KAYIP oda diye bir yer var mıydı???OBSESYONA KAPILMIŞ ÖLÜLER
Obsesyona kapılmış ölülerle paralellik var aramda, onlar bir türlü öldüklerini kabul etmezler.
Dolanır dururlar dünyada, gitmek bilmezler, melekler çağırır, sevdikleri görünür onlara; ‘Sen öldün, gel artık.’ der, hiç oralı olamazlar. Acılı ruhlardır bunlar. Astral planın en alt katında dolanırlar.HAYALETLİ EVLER
En uzun süre acı çekenler de bunlardır, en geç yeni bir enkarneye başlayabilenler de.Öldüklerini kabul edemezler ki, nasıl Spotyom’a doğru yolculuk etsinler… O yüzden bazı evler hayaletlidir. İşte o evler obsesyona kapılan ölülerin evidir. Ayrılmak istemezler, ölseler de… kabullenemezler…Obsesyona kapılmış ölüler gibiyim: ‘Yası tutulmuş, bir ağıt yakılmış, göz yaşları dökülmüş kurumuş hatta kurumuş o göz yaşları. İnan artık bitti bu aşk…’
İnan, inan, inan… Zaten sen inansan da inanmasan da bitti. İzin yok, adın yok. Yasın adı dahi yok artık. Kafandan atmanın çoktan vaktidir. Aşk bitmiş, üzerinden ömür geçmiş. Aşk bittiğinde benliğim de –bir yanı- gitmiş…Gidemiyorum. Obsesyonluyum şu sıra. Kendi içimde, dışımda. Kendimi kendime inandırmaya ihtiyacım var. Beynim anlatıyor kendime, sonra ikna olmuşçasına ve en olgun ‘ben’ halimle; anlıyorum…
Bedenlendiğim onca enkarne kapak oldu bana ve bedenlendiğim tek bir aşk! Ne bedenlendiğim onca enkarneden bir şey öğrenmişim ne aşktan. Elimde patlayan bir yara ancak…Şimdi sadece anılmamanın sindirilmesine nasıl katlanır insan, bunu düşünen, buna yanan; buna obsesyon bağlayan bir ben var ne var ki…İşte aslında var değil yok oluşunda kelimenin. Onca kelimenin zehir zıkkım olmasında şimdi bana, her saniye…ÖMRÜN ÖMRÜNDÜR, SENİ BULDUM; BIRAKMAYACAĞIM!
Telefon açtığımda, mesaj çektiğimde yanıt vermeyen; o! Derdimin adı, sindirilemeyenin tanımı burada işte. Ben kimim ki, adsız ve vasıfsız bir soyutluk dahi değilmişim gibi tepkisiz kalınabiliyor.Bu ben miyim? Bana mı davranılıyor böyle? ‘Ömrün ömründür, seni buldum; bırakmayacağım!’ derken, çok duydum bu lafları dedim, ardından -ben onlardan değilime- inandırıldım, inanmak istedim.Şimdi kendi kendime inandırmanın yolunu arayanım. Bitti, evet hiç adın yok, evet, mesajına yanıt yazmaya dahi kaile almayan da sensin.Evet, artık sen onun düş bahçeleri değilsin. Evet, sabahın köründe arayıp, ‘Neden beni aramıyorsun?’ diyen de o değil. Kimse değil. -Zaten şu sıra bunu söyleyen o değilse benim için kimse değil sınıfında.-YUTAMADIĞIN LOKMA
Ruhum dolanıp duruyor bitmiş aşkımın tepesinde, meleğime dua ediyorum; ‘Bana yardım et, kabullenmem ve onun için benim bir hiç dahi olmadığı sindirmeme yardım et.’ Çünkü bilirim ki, bende ki egoyla bunu kabullenmek iyice zor.Ağır. Yemek yerken, birden lanet bir laf duyup; o lokmanın küt diye boğazının orta yerinde kalması ve öksürmeye başlaman bu.Gözlerin yaşarır. O lokmayı yutamadan kendine gelemezsin. Geberiyorsun sanırsın sen de etraftakiler de aniden panik olur. Sırtına patada patada vururlar. Ya işe yarar ya yaramaz.Anın durduğu bir andır. Tam böyle bir anda televizyondaki adamın kravatının ne renk olduğunu ya da karısının onu aldatırken yakalandığını açıklasa da duyabilir misin, odaklanabilir misin? Hayır. Hayır. İşte o an…Asansörden çıkıyorum, sıradan bir gün, sıradan bir pazartesi. Sıradan insanlar, sıradan gülümsemeler, sıradan işler… Peki, sıradan olmayan, hiç olmayan bu keder ne? Bu lokmanın işi ne boğazımda!???VURDUMDUYMAZLIK HAPI
Adım atamıyorum, obsesyonuma bulandım; fark edenim üstelik. Yokmuşum gibi. Benim yazılarıma ve bana aşık olandı. Şimdi hiç ilgilenmeyen de o mu?Vurdumduymaz olmanın hapı var mı? Yeni bir sevgili mi? Peki hangi başka yalan bunu örter, hangi kara, hangi ihanet?
1- (Yazılar herhangi birine yazılmamış olup, hayal gücünün özgür uçuşlarıdır.2- Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)