Sabaha vuran güneş rahatsız ediyordu. Ve daha kötusu sadece bu değildi.. Terlemiştim ve demir gibi üşüyordum. Ter kokusu rahatsızdı. Ölmekten korkmam duş almaktan korktuğum kadar. Çıktım yataktan.. Isınma gereksinimini karşılayamamış sobanın bacasına sarıldım.. Gece boyu belki bin kez öksürmüştüm. Okul “zerdevat”larını giyinip tuvalete çıktım. Yüzüme baktım. Uyumadığımdan çapak oluşmamıştı yine de serçe parmağımla çektim göz altlarımı. Uyanmıştım “Günaydın”Evet onlara günaydın… Servislere doluşacak olanlar “günaydın” Gece yatağında üşümemiş olanlar “günaydın” Okulda da mutlu olabilen yada en azından günü kurtaranlar “günaydın”..!!- Günaydın çocuklar…Öğretmenliğin vahşiliği burdan başlıyordu. Çocuk değildik biz. Yada ben değildim. Çocuk parkı değil bu gri duvarlar. Hiç de benzemiyor bu sıralar salıncağa… Ya bu hapis..? Varlığımın farkını sorgulayıp durdum tüm gün… Çocukluğumda bilincime yerleştiridiğinden mi acaba?? Güçsüzdüm. Acılar katlanarak çekilmez oluyordu… beş yüz kere öksürdüm.. Bazen bölünüyordu da.. Camdan sevgilileri seyredip durdum.. İdeal değildim hiç bir zaman.. Beni arzulayan kızlar gizli saklı arzuluyordu hep.. Küçük düşürülmüştüm çoğu kez yüceltilerek… Ve kimse kolkola gezinemiyordu en yüce aşşağılık herifle… Onlar yokmuş gibi davranıyordum. Ama onlar biliyorlardı. Orada olduğumu biliyorlardı. Bir şekilde yapmamaları gerektiğini de biliyorlardı.Bir öğrenci geldi… Nöbet tuttuğunu iddaa eden günün müdür hizmetçisi… başarılı olan hizmetçiler sık sık hizmetçi seçiliyordu..- 1170 Serkan ÖNAL Müdür bey çağırıyor…Herkes için sıradan bir gun.. Yönetim denetim için bizim sınıfa çağrı yaparsa mutlaka ismimi hatırlar. Ama farklıydı. Müdür’ün bıyıktan arındırılımış yüzü babamın yüzden arındırılmış bıyığını kesiyordu.. Duyamadığım bir kaç resmi sözün ardından babamı izledim. Arabaya bindik. Sağırdım. Tek işittiğim işitmek istediğim martı sesleriydi ve görünürde martı yoktu. Hava bir martı için fazla acı bir soğuktu.. Bir köpek gördüm kuyruğunu kendine saklamış kulakları biçimsiz.. Bakışlarını yakaladım. Bu ay içinde donarak öleceğini bir vahiy’le işitmiş.. Köpeği kıskandım o an hatta yerinde olmak istedim.. Ne zaman ve neden öleceğini biliyordu en azından. Bense ilgi çekici bir hastalığım olsun istemindeydim hep.. Henuz dünyada rastlanmamış bir hastalık…. “Ünlü prof. dr. Koaruken de bu garip çocuğa teşhis koyamadı…” Kızların iç geçirişlerini duyabiliyorum.. Böyle bir cennet meyvesinin çürüyecek olması ” ah ne kadar yazık”..Doktor la iletişimimi babam sağladı. Soyundum zayıf bedenimden utanıyordum. Doktor çok soğuk geldi bana.. gözlerinde tıbbi terimler aramaktan vazgeçtim… İşlemlerimiz tamamlandığında tek duyduğum isimdi “Süreyya Paşa”….,Babam kendine özgü daha önce denenmemiş küfürleriyle hastalığımı anlattı bana… “VEREM tıbbi adı Tuberculos” Babası da bu hastalıktan ölmüş.. Marketten en çok iğrendiğim yararlı malzemeleri topladı eve girmeden önce.. Eve girdiğimde tek duyduğum annemin göz yaşlarıydı…Ter, korku , öksürük , ve bilinmezlik dolu bir gece bittiğinde.. Yine soğuktu… Ve klima sı ısınamamış arabamız daha önce sadece fıkralarda duyduğum “başıbüyük e” doğru yol alıyordu. Aptal bir “hiç”lik sezinledim kendimde…. Hiçtim belkide… bir hasta gibi hissetmiyordum kendimi ve üzülmüyordum durumuma… ama gülemiyor konuşamıyordumda.. Sadece öksürebilen pilli bir bebek gibi hissettim kendimi… Düğmesizdim pilim bitene kadar beklemeliydim..Binaya girdiğimizde ağızlarındaki peçetimsi koruyucuları yadırgamayan hastalarla keskin bir ilaç kokusu selamladı beni… duyuyordum aramıza hoşgeldin diyorlardı sanki.. Koro halinde öksürüyordu insanlar.. Aynı muayene işlemleri.. Üç adet plastik kutuyla döndük eve… Virusu tükürüğümde bulmalıydı doktorlar.. Günde üç kez tükürücektim sabah aç karna , öğlen aç karna, akşam aç karna… Gülünç bir ilaç… ama iğrendiriciydi.Aynı bina artık koku ve hastalar yabancılamıyordu beni.. Dün misafirdim bugun ev sahibi.. Tükürüklerim ve kanım özenle paketlenip labaratuara gönderildi.. Sonucu heyecanla bekleyen sadece bendim.. Doktor umarsız babam ümitsizdi.. Birini götürdüler sonra doktora benziyordu ve babama ve bana…Ölmüştü. Umarsız,ümitsiz ve sessizdi.. Sonuçlar geldi.. Negatif.. Virus bulunamadı.. Sevindiğimi inkar edemem.. sevinçlerin kısa sürdüğünü kimse inkar edemez. Tek duyduğum ses babamdan “Yatıralım”..Eve döndüğümüzde vedalaşmam gereken birilerini aklıma getirmeye çalıştım. Arayıp haber vermek zorunda hissettiğim kimseyi tanımıyordum. Ve kimseyi tanıyamayacaktım da.. Herkesle samimi olabilirken hep kendimde içe kapanıklığı yaşayacaktım.. Bilgisayarı açtım.. Starcraft’ta düşmanlarıma beyaz bayrak çekip “elveda” yazdım… Onlara bile umursanamamıştım. Savaşlarına devam ettiler.. Oysa söylemek istediğimi duymadılar…. “Ölümlü bir yaşam sürerken savaşmak aptallıktır” Yaşamın ölümlü olduğunun yeni mi farkına varmıştım?Eşyalarım toplandı ve tekrar hastane yolu.. Bir hemşire odamı gösterdi.. Üç yatak ve mükemmel bir deniz manzarası.. Süreyya Paşa verem olan kızını oldukça yuksek bir yere hapsetmiş ve kız ölene kadar ölümün manzarasına hakim olmuştu.. Hemşire bir çok soru sordu ve üzgün gözükmeme üzgün oldu… Çarşaf değiştirildiğinde bizimkiler gitmişti.. Oda arkadaslarım benimle konuşmaya çalışıyordu.. İstemiyordum. Zaten duymuyordum. Duymak için çaba harcamak istemiyordum. Bol öksürükle birlikte denizi seyrettim.. Sonra yatağımda Starcraft için stratejiler kurdum.. Biraz ağladım.Hemşire geldi…”İyi geceler””iyi geceler” annesini öptükten sonra yatağa giren ergenler..”iyi geceler” yatakta uyumaktan başka fikri olmayanlar..”iyi geceler” kahvaltı için sabah 6:00 da kalkmak zorunda olmayanlar……Gece terlemesi , öksürükler , balgamlar , yutulmak zorunda olan balgamlar , karabasanlar mavi düşler ve bir el.. ufak çaplı bir sarsıntı. ” Kalk kahvaltı”…Kalktım duyulmayacak küfürler eşliğinde.. Odamdakiler bardak ve çatalla bir bekleyişiçerisindeler. Sağ tarafımdaki oda arkadasım elini yüzünü yıka istersen dedi.. Adetim değildi , duymamazlığa geldim. Üstelemedi. Ve kahvaltı arabası geldi. Sıcak süt kaymağı üzerinde , taş gibi haşlanmış yumurta , peynir ,reçel ve bal kibritleri yarım ekmek eşliğinde… Bir şey yermiş gibi yapıp yeniden yattım.. Hala tedavi başlamamıştı.. Diğerlerinin ilaçları geliyordu. Tükürüğümde bulmak zorundaydılar virusu… ciğerlerimde görmeleri yetmiyordu sanki. Bunun yanı sıra kendimi daha da kötü hissetmeye başlamıştım. Hastalığım gazı köklemiş üstüme üstüme sürüyordu.Akşama nasıl çıkardım kendimi bilemiyorum. Yemek saati tuzsuz ve yağsız yemeklerle oynadım. İştahım yoktu. Tuberculos güçlenmeme izin vermiyordu. Eksik hissediyordum kendimi bir şey yiyemediğimden… O anda ,sağ tarafımdaki yatakta uyuyan adamın öldüğünü hissettim. İçimden bir ses ölümün çok daha yakınlara ulaştığını söyledi. Gözleri yukarı kaymış ağzı açık öylece duruyordu. Vücüt direncini sonuna kadar kullanmış gibiydi.Ve doğruydu. Beni onaylayanlar çoğalıyordu. Öylece götürdüler yatağıyla birlikte. Odamızda ufak çaplı bir toplantı yaşandı. Kıdemli hastalar kimsesi olmadığını söyluyordu. Sonradan öğrendiğimizde kimsesizler mezarlığının isimsiz bir mezarının konuğuydu. Herkes yemeğine devam etti. Her zamanki gibi herkes taklidi yapamıyordum.O gece ruyamda kaç kere ölmüş olabilceğimi bilemiyorum.. Her seferinde gözlerim yukarı kaymış ağzım açık bir halde uyanıyordum. Ve tekrar uyandığımda aynı şekilde ölüyordum.. Sabah kahvaltıya kalkmadım. Durumumdan rahatsız biri uyanmamı istiyordu. Mümkün değildi. Anlamıyorlardı. Hemen hemen yaşamın her alanında vardı onlardan..Şikayet edebilceği bir nokta arama uzmanları.. Ve her bölgede şikayette bulunabilcekleri birileri.. Doktor , öğretmen , gardiyan ,savcı , apartman yöneticisi,çöpçü ve tanrı… İnsanlar dünyaya şikayetçi olmak, şikayete uğramak ve şikayet mümessili olmak için geliyorlardı sanki.. Hemşire uyandırmaya yada azarlamaya geldiğinde kara sinek muamelesi yaptım ona.. Bitiremezdin asla onları ama geçiştirebilirdin.. Onu şikayet eyleminde yalnız bırakmamak için fırladım yataktan. Ağızlığım yoktu ve ceza demekti.. Kat doktorunun odasına girdim.-Ne şekil bir tedavi uygulayacaksanız başlayın. Ölümü bekleyeceksem evime gitmek istiyorum.Teşhis: Bütün boku dün akşam ölen zavallıya attılar. Sinirlerim bozulmuş’muş’Serum ve sakinleştiricilerle biten bir gün.. Tek nesnelleşen sarı durgun bir deniz ve denizi yutan mavi bir yelkenli…İkinci kez uyandığımda çok fazla terlemiştim.. Odamı değiştirdiler. Hemşire sürekli benleilgilenmeye başladı. Sevindim buna. Diğer hastalardan farklıydım hemşire için.. güzeldi bu. Farkım hiç te güzel değildi. Biraz daha hastaydım sadece.. Hemşirenin sıkıldığını hissettim ve uyuttu beni…Tekrar uyandığımda annem yanımdaydı. Elini tuttum annemin daha önce hiç öyle muhtaç tutmamıstım…”çıkarın beni burdan” dedim.. Annem değildi kurtarıcı.. Hala tedavime başlamamışlardı ve gittikçe kötüleşiyordum.. Verem den ölmek gerçekten iğrençti.Son uyanışımda annem gitmişti… Gün boyu uyudum yada uyutuldum. Komplo teorileri kurmaya başladım. Bu hastane ye kapatılıp kimsenin haberi olmadan ölmeyi bekliyordun. Ortaçağdaki cüzzamlılar gibiydik. Hepimizden vazgeçilmişti. İnsanlığa tek kazancımızvirusumuzle birlikte yok olmayı beklemekti. Bir başka ölü ölmeden önce son kez bana baktı.. “Bana benziyorsun” dedi bakışları.. Sonra gökyüzüne bir şarkı mırıldandı…Öldü. Bu kez soğuktum.. Çünkü ölümde öyleydi.. Yanıbaşımdaydı ve çelişkisi yoktu…kuşkusu da… Ölüm mutlaktı.Sabah yine kahvaltıya kalkmadım.. Bu kez kimse şikayetlenmedi. Derslerini vermiştim. Kantine indim ilk kez… Başka bir dunyaydı. Macellan her bulduğu ada’ya Hindistan derken bile benimki gibi mutlu bir keşif keşfetmemişti… Kızları ilk kez hatırladım. Hemşirelerden daha çekiciydiler. Ve farklı değildik onlar da hastalardı. Su içiyorlardı. Kızlara bakıp tost yedim.İyi geldi. Kızlarda bana bakıp su içti. Onlara da iyi geldi. Onlar çıkmadan önce biri göz kırptı bana.. Gülümsedim bende ona.. Yukarı çıkarken kadınların ne kadar sihirli olduklarını düşündüm. Sanki hastahane yi başka bir renge boyamıslardı.. Odama çıktım hemşire geldi.. İrili ufaklı 21 tane hap verip nasıl kullanıcağımı anlattı.. İlk yutmam gerekenleri hemen yuttum. Tadı yoktu… Ama tedaviye başlamaları sevindiriciydi… Dışarı ya baktım güneş mavi ye batıyordu.. Üzülmedim. Mutlaka bir yerde yeniden doğuyordu… Düşündüm de o kadar da kötü olmayabilirdim. Gülümseyerek çıktım koridora… Değişimimi sunuyordum gururla…. Yetmişinde bir amcamla karşılaştım..- Yavrum senin hastalığın ne?(Herkes güldü ona..sadece verem hastalarının hastahanesiydiburası )- Kulaktan amca kulağım duymuyor…- Ama ya verem olursan yavrum..- Vallaha aklıma gelmişti.. ötesinde doktorlarında aklına gelmiş demekki amca….Gülmeyi hatırlamak güzeldi.Kızları hatırlamak güzeldi. İyileştiğimi hissediyordum.. İlaçtan değildi. Hastalık ve ölüm beyindeydi.Ölenler bu yuzden kimsesizdi.Dışarıya baktım güneş batmıştı. Ama başka bir yerde doğmuştu mutlaka.. Benim başka bir yerde doğacağım mutlaka değildi.. aynı zamanda doğmayacağım da.. Çelişkiliydi. Düşündümde ölüm belki o kadar da mutlak değildi……………………………