bildirgec.org

hakikat hakkında tüm yazılar

Hakikat

Alperun | 08 October 2009 09:44

Ayakkabılarını bağladı. Oturduğu yerden bir hamlede fırladı Phi. Yürümeye başladı. Yıllardır düşlediği gibi, ayakkabılarını bağladı ve evden dışarı çıktı. Yol, uzun ve ince bir hattı ufkuna uzanan, görünmeyen çizgiyle ikiye ayrılmış gibi; gel ve git’ten ibaretti yolculuk belli ki. Gördü ki olması gerektiği gibi, gelenleri ve gidenleri vardı yolun sağ ve solundan ilerleyen. Sağını solunu görmeyen, önüne bakarak ilerleyenlerdi bunlar. Phi de onlara bakmamayı öğrendi.

Yolculuk, bir anlık kararı değildi. Sadece, herkesin bir gün bu yoldan geçeceğini düşündüğünden o erkenden yol almak istemişti, ancak ayrılma vakti beklenmedik bir anda gelip çatmıştı, tek sorun buydu. Yine de vakarını korudu. Phi, henüz çocuk denebilecek bir yaşta olmasına rağmen yaşıtlarından çok olgun dururdu. Az konuşur, az yer, az uyurdu.

Mavi

makaleci | 30 July 2009 11:38

Beni bana haber ver! Geldim baş ucuna, gözlerine daldım. Bahset artık biraz benden… Senin ağzından dinleyeyim kendimi n’ olur…

Ben ki seni anlatacak kudrette değilim, rahatsız edici bir kusursuzluk, anlatmaya çalışmayı hâyâl bile edemeyeceğim yükseklikte zerafet ve iyi niyet!

Nasıl izâh ederim sana olan hayranlığımı? O kadar korkusuz değilim ben… Yaradan var, bilirim haddimi…

O yüzden sen konuş… Ne hatalarım kalsın anlatmadığın, ne sevgin; farkına varmadan büyüttüğün içinde belki de…

İnsan : Beden, Gezen ve Nefes Alıp – Veren

sametparpar | 08 June 2009 10:54

Yıllardır hatta asırlardır üzerinde türlü türlü yorumlar yapılmış, türlü türlü araştırmalar yapılmış bir konu da “insan” konusudur. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi Erol Erbaş ‘ta bir insan tarifi yapıyor. Erol Erbaş’ın insan tarifine geçmeden önce bugüne kadar yapılmış diğer tanımları kısaca inceleyelim.

Wikipedia tanımına göre İnsan, dik duruşa, görece gelişmiş bir beyine, soyut düşünme yeteneğine, konuşma kabiliyetine, alet kullanma ve üretme becerisine sahip primat türü. (wikipedia.nın insan tanımının devamına buradanulaşabilirsiniz, bizimkisi biraz daha farklı)

MAHFİL, RECEP İVEDİK’LER VE…

| 03 July 2008 13:47

vapur iskelesindeki gazete-dergi satıcısına ağır adımlarla yaklaştım.
“eveet gazteler, dergiler” diye kulağımın zarına ilk müdahale geldi. gözlerimi kısıp hızla seyirttim oradan.
bu sefer amerikan dedektifleri gibi çaktırmadan yaklaştım polikarbonat gazete “kiosk”una.
yüzüme baktı. bağırmadı. tanımıştı.
“evet abi gazteler…”
tamam ulan anladık “gazteler”, diyemedim. gözümü kaçırdım ve “sadece bakıyorum” dedim.
la havle çeker gibi kafasını salladı. aldırmadım.
güne pozitif takılma azmiyle başlamıştım çünkü.
bütün cicili bicili şeffaf poşetli ve de bol promosyonlu dergiler oradaydı da benimki neredeydi?

Son Posta Çıktı

selcukhoca | 21 December 2007 09:02

İnternette her gün binlerce site açılıyor. Fakat bu sitelerin çok azı bilgi edinme ihtiyacını doyurucu bir şekilde karşılayabilen nitelikte oluyor. Son Posta bu anlamda bugünlerde rastladığım en iyi projelerden. Kısaca cumhuriyet döneminde (yani 1930’lu ve 1940’lı yıllarda) Türkiye ve dünyada yaşanmış önemli siyasi, sosyal olaylarla ilgili çeşitli gazetelerde çıkmış haberleri derleyip bize sunan bir site. Özellikle tarih meraklılarının, nostalji aşıklarının ve araştırmacıların çok işine yarayacak nev-i şahsına münhasır bu siteye buradan, hakkında yazısına da buradan ulaşabilirsiniz.

SANAL GERÇEKLİK veya GERÇEK SANALLIK

mevlana yusuf | 16 August 2007 17:54

Sanal gerçeklik (Virtual Reality demiş Vikipedi)

Sanal alem, sanal gerçeklik, sanal dünya gibi kelimelerin günümüzün moda tabirleri, olduğu hepimizce malum. Sanal, yani sanılan, zannedilen, öyle olduğu kabul edilen. Bu aslında tam “adı üstünde” deyiminin tüm anlamını tamamiyle ifade eden bir tabir. Adı üstünde… Zannedilen, aslında olmayan, olduğu kabul edilen veya kabul ettirilen gerçeklik, alem, dünya…
İki kelime zıt anlamları ihtiva ettiği halde yan yana kullanışıyla kendini öylesine kabul ettirmiş ki, gerçekliğin mi sanal yoksa sanallığın mı gerçek olduğunun kimse ayırdında değil veya böyle bir fikri taşımanın aslında işin vehametini fazlasıyle ortaya çıkardığı halde herhangi bir tepkinin ortaya çıkmaması, doğrusu bu sanallıktan birazcık sıyrılıp hadiselerin veya hadiselerin tesirlerinin dışında kalabilmeyi becerebilmiş zihinlerin şaşkınlıktan ve çaresizlikten için için kendilerini yiyip bitirmelerini doğuruyor. Peki bu kadar vahim ise durum ve apaçık ortada ise, niçin farkedilmiyor? Bunun en mantıklı cevabı herhalde şu olsa gerek.
Ölüm ölümlere gelmez…
Neyi mi anlatmak istiyorum?Şimdi zihinlerinizi ve becerebilirseniz yüreklerinizi kısa bir süre için “yer”lerinden çıkarıp ( “yer”den kasdım, modernite denilen illetin son piçi “sanal gerçeklik” üreticilerinin, kurbanlar için hazırladıkları ve her ferdin aynı yerde fakat yine her ferde ait özel olarak hazırlanmış “fanus” ve bu fanusta oluşturulmuş tek “kültür”dür) gözlerinizi etrafınızda gezdirin ve görmeye çalışın. Şu sorular da zihninizi kurcalasın.
Bu dünyadaki bir fert olarak durduğunuz yer neresi? Bu ülkenin bir ferdi olarak durduğunuz yer neresi? Kendi irade ve arzunuzla mı ordasınız? Yoksa bir yerlerden uzanmış eller yoluyla mı bulunduğunuz yerdesiniz? Bu haklılık veya hakedişiniz ne/neler yoluyla veya vasıtasıyladır? Orada bulunuşunuzun kararlılığı ve sürekliliği veya süreksizliği hususundaki dahliniz hangi boyutta veya böyle bir seçime, arzu ve iradeye sahip misiniz veya ne kadar sahipsiniz?Özvarlığınıza mahsus mesuliyetlerinizin mi yoksa bir cemiyetin üyesi, bir ülkenin vatandaşı olmanın mesuliyetleri mi daha fazla yer ediyor tüm yapıp etmelerinizde, yaşamınızda ve fikirlerinizde?Doğrusu tüm bu soruların ne amaçla sorulduğu konusunda – belki biraz da soruyu sorana karşı kızgınlık ihtiva eden – şüpheler taşıdığınızı ve kaşlarınızın çatıldığını görüyor gibiyim.Ama, tepesinde sürekli her an aniden inebilecek koca bir yumruğun bulunduğu bilgi, his ve tecrübesini taşıyan biri olarak, bu soruların aslında her açık zihinli vatansever için sabah akşam sorulması ve en doğru en geçerli cevapların bulunması yolunda azami cehd ve gayretin gösterilmesi gerektiğini düşündüğüm için, çatık kaşlarınıza, kızgınlığınıza ve şüphenize seve seve “eyvallah” diyeceğimi belirteyim.
Herşeyin aslında beynimizin bir algılaması olduğu, aslında hiçbir şeyin gerçekte olmadığı ama olduğunun beynimizce kabul edildiği ileri sürülüyor. Yani bir bakıma rüyanın rüyasını görüyoruz bu alemde.İşin sofice bakış ve ifadesi ise şöyle. Malumunuz bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “İnsanlar uykudadır, ancak ölünce uyanırlar”.
Şimdi bu ne demek?Yazının başından beri bahsettiğin sanallık bu mu yoksa, dediğinizi duyuyor gibiyim. Hayır. Bu hadis-i şerif, hakikatin, asl’ın hakikatinin veya en doğrusu hakikatin aslının ifadesidir.Bir çoğumuz bilgisayar karşısındaki bir insanın, o andaki görünümünü dışardan seyretmişizdir. Seyretmeyenler bir kafede bu deneyimi edinebilirler. O makine ile insanın nasıl ‘etkileştiklerini’ dikkatli bir gözle seyredersek şu sanallık denen şeyi biraz kavramaya başlarız. Özellikle chat yapanları veya oyun başındakileri. Artık bütün hisleri meşgul oldukları şey iledir veya tamamen o olmuştur. Dünya o şey halindedir ve onun haricindeki varlıkların çoğu zaman farkında değillerdir.
(Midtown oyununu hatırlayalım.) Son sürat caddelerde sürdükleri taksi sanki kendileri olmuştur. Dönüşlerde bedenlerinin de o yönde hareket ettiğinin, bir şeye çarpınca yüzlerinin aldığı şeklin arabanın parçalanmış şeklinden pek de farklı olmadığının, polise yakalandıkları zaman ki kızgınlıklarının doğrusu ben farkında olduklarını hiç zannetmiyorum. Yani o insan o anda ne ile meşgul ise o makine karşısında, yaşamı o oluyor.
Bu kadar uzun lafın sonunda söylemek istediğim şu.Bugün bize dayatılan hayatın, aslında hayatın aslı olmadığını, ard niyetlerin gerçekleştirilmesi için hazırlanmış; köleleştirici, köleliği yüceleştirici, zihinleri bulanıklaştırıcı, tektipleştirici, zalimleştirici, bencilleştirici, merhametsizleştirici berbad bir kopyası olduğu, ve kopya hayatın o hayatı sürenler için her zaman tedirginlik ve huzursuzluk doğurucu olduğu gerçeğini ifade etmektir.Kurgulanmış bir hayat yaşadığımız. Ama kurgusunda bizim dahlimiz yok.
Ben bu satırları yazarken ve siz bu satırları okurken, belki isteyerek belki istemeyerek, belki farkında olarak belki olmayarak ama muhakkak içinde bulunarak bu kurgunun kurbanı rolünü oynamaya devam ediyoruz.Peki bize bu rolü biçenler kendileri hangi roldeler? Ve hangi hayatı yaşıyorlar acaba?Kurguladıkları hayatı mı yoksa Hayat’ın Kurgu’sunu mu?

şeriat nedir?

ahtamara-bildirgec | 03 March 2006 04:32

bence insan bir düşünceyi kabul ederken veya reddederken anlamını bilmeli. Güzelim ülkemin güzel insanları hep bu kelimeyi konuşur ve ne konuştuklarını ne anladıklarını bilmezler maksat konuşmak veya onu kötülemek, ki bence yapılmaya çalışılan en gerçekçi şey onu kötüleyip başkalarının gözünde antipati yaratmak, uzaklaştırmaya çalışmaktır.
şemsettin sami efendinin dilimizin en esaslı lugatı olarak bilinen “kamus” adlı eserinde;şeriat “evamir ve navahi-yi ilahiyye ve ayet ve hadis ve icma-i ümmet esasları üzerine müesses kanun-u ilahi” diye tarif edilir. burada iki unsur dikkat çekiyor. biri şeriatın “ilahi emirler ve yasaklar oluşu” diğeri bu ilahi kanunların “ayet, hadis ve icma” denilen temellerin üzerine kurulu olduğudur.
ömer nusuhi bilmen ise “hukuk-u islamiyye ve ve ıslahat-ı fıkhiyye kamusu” adlı eserinde geniş bir şekilde ele alır ve şu şekilde tamamlar.
1- şeriatı kulları için Allah koymuştur.
2- şeriat, dini ve dünyevi hükümlerin tamamıdır.
3- şeriat, “din” kelimesiyle eşanlamlıdır.
4- şeriat kavramının içinde, imani hükümlerin yanında ahlaka, ibadete ve günlük hayattaki işlere dail hükümlerin hepsi vardır.
5- genel anlamda, her peygamberin getirdiği ilahi kanunlarada şeriat denir.
6- şeriat kelimesiyle açıkça; kur’ana, hadise ve icmaya dayanan hükümler kastedilmiş olur.
yine en önemli müfessirlerimizden elmalılı hamdi efendinin “hak dini kur!an dili” adlı eserinde;
1-şeriatı Allah koymuş ve kullarını sorumlu tutmuştur.
Allah şeriatı, kullarının ebedi hayata ve hakiki saadete ulaşmaları için gönderilmiştir.
ve yine çağımızın en büyük alimi ve önemli düşünürlerinden olan BEDİÜZZAMAN’da şeriatı ikiye ayırarak şöyle ifade eder;
1- “küçük alem” olan insanın fiillerini ve işlerini düzenleyen ve Allah’ın “kelam” sıfatından gelen bildiğimiz şeriat.
2-“büyük insan” olan alemin hareketlerini ve durumlarını düzenleyen şeriat.
ve devamındaki açıklamada;
maddi alemdeki kanunlara “tabiat” demek yanlış. çünkü, bu kavram insanın hatırına Allah’ı getirmiyor. oysa bu “fıtri” kanunları koyan ve tatbik eden şüphesiz Odur. bu izah başka bir manayı daha doğuruyor: kainattaki bütün varlıklar, Allah’ın “fıtri” kanunlarına İSYANSIZ itaat ettikleri için bu alem muntazam ve mükemmel. Hiç bir yerde en küçük bir karışıklık yok. DEMEK İNSANLARDA YAŞAYIŞLARINDA İLAHİ KANUNLARA İSYANSIZ İTAAT ETSELER, ÖZLENEN AHENGE KAVUŞACAK VE ARADIKLARI SAADETE ERECEKLERDİR. UYUMSUZLUĞUN VE HUZURSUZLUĞUN SEBEBİ, İSYAN VE TUĞYANDIR. AHİRET SAADETİ GİBİ, DÜNYEVİ HUZURUN DA ÇARESİ İSLAMDIR.
bütün bu tanımlara göre şeriat demek “din kuralları” demektir. günümüze baktığımızda bizim manayı bilmememizden dolayı bazı islam düşmanı kişilerce şeriat bize yanlış lanse edilip ona karşı bir düşmanlık yaratılmıştır. bu önemli hususu herkesle paylaşma gereğini bir müslüman olarak üzerimde farz bildim.
insan ise, hür bir varlıktır.
kabul de edebilir, ret de…
“DİNDE ZORLAMA YOKTUR”
saygılarımla…