Bu sabah hava sevdiğim gibiydi. Evden çıktım, Salacak’a doğru yürüdüm. Bir zamanlar yeryüzünün en büyük imparatorluğunun yönetildiği sade sarayı görüyordum. Topkapı Sarayı bina olarak dünyanın herhalde en gösterişsiz sarayı. Ama nedendir bilinmez, o yarımadanın üstüne çok güzel kurulmuş görülüyor. Ben çok baktım oraya. Ama bu sabah bir şeyi farkettim. Bildiğin güzelliklere farklı yerlerden, farklı yüksekliklerden baktıkça, onları daha çok seviyorsun. Zamanın sevgiye kattığı şeylerden biri bu olsa gerek.Hayat çok kısa. Bir o kadar da uzun. Bitmiyor bitmiyor gibi. Ama sonra bir bakıyorsun.. Bitmiş. Sonra tekrar bitmiyor bitmiyor.Zamanı ve mekanı her zaman daha yaşanılır kılan şey, aşk. Aşk bitince, yol başlıyor.Yol başlıyor, ve gideceğimi söylüyorum. Gitmeliyim çünkü ben bir yalan yaşa(t)mak istemiyor, unutulmaz olan herşeyi kabusa dönüştürmek istemiyorum. Bunun bir şaka olduğunu söylemem için kocaman gözlerle bir metre öteden bana bakıyor. Ben ne düşünüyorum? Leş gibi olmuş kültablası, ben bunu nefis modellerim bir de metal map atadım mı raytrace i de verdim mi azıcık, yanında da sigara paketi, o zaten var. Allah kahretsin o ne diyor sen ne diyorsun, utanç neredesin? Leş gibisin.Olmadık zamanlarda olmadık şeyleri düşünmek, aslında benim koruma refleksim. Sevgiyi korumam, susmak istemem.Gerçekte yol çok keyiflidir. Çevrende sürekli değişen insanlar, yerler görürsün. Gözünü neredeyse ayırmazsın pencereden. Uyusan bile gittiğinin farkındasındır. Otobüsün rastladığı her taşın, her kavisin sarsıntısı farklıdır. Bunu bilmek, yani gittiğimi bilmek bana huzur verir. Sonra ulaşırım gittiğim yere. İnerim otobüsten. Orayı incelerim. Dolaşır dolaşır yorulur ve dinlenirim. Sonra dinlendiğim yerden uzak yerlere bakarım. Muhtemelen dağları ya da denizi görüyorumdur. Yanımda kağıt kalem varsa yazarım. Kendime yazarım, sonra aklıma sevdiklerim gelir. Ardından onları bıraktığım şehir gelir. Onların yanında olmak istediğimi anlarım. O anda dönmeye karar veririm. Yol güzeldir. Gittiğim yer de güzeldir. Ama sevdiklerimin olduğu yer daha güzeldir.Hep gider, ama hep geri döneriz. Bizi tutan birşey vardır illa ki.Pek çok kez düşündüm dünyanın soğuk yerlerine gitmeyi; Norveç, Kanada gibi. Bering Boğazı ya da Alaska. Ama soğuğun anavatanı kuzey değil güney aslında. Bunu hiç düşünmemiştim. İnsan ömründe bir kez de olsa gitmeli soğuğun anavatanına. Antartika’ya. Bunu ne zaman düşündüm? Gece National Geographics seyrederken.Gece National seyrediyorum, kar leoparlarının en çok insan öldüren hayvanlardan biri olduğunu söylüyor televizyondaki ses. Ama biz onları daha çok öldürmüş olmalıyız ki nesli tükeniyor diyorum içimden. Adama kızıyorum. Adamın ne günahı var, sanki o öldürdü, giymiş safari takımlarını elinde kamera takılıyor ormanda, bir yandan da hayvanların özgeçmişlerini anlatıyor. E ben de bu yüzden izliyorum zaten, ama bir defa mimledim ya adamı, kızdım, televizyon kapatılıyor.Zaten gürültü yapıyor. Gürültüye hiç tahammülüm yok artık. Kornalar, her ortamda bağıra çağıra konuşan insanlar, acayip telefon melodileri, şikayetler, bildik bilmedik her konu hakkında yorumlar, neredeyse sonuna kadar açılan televizyonlar. Palahnuik’in bir kitabında okumuştum, hangisi hatırlamıyorum. O komedi dizilerindeki gülme efektleri 1950 li yıllarda kaydedilmiş. Yani artık orada gülen insanları çoğu ölü. Ölü insanların kahkahalarını dinleyip gülüyoruz.Geçmişte insanlar, korktukları için en tepelere evler inşa etmişler. Yükseklerde yaşamışlar. Şimdi de bunu seçenler var. Ama artık durum yağmalanma korkusu değil. İnsanlar artık huzur için böyle yükseklikleri tercih ediyor. Evet bir tahammül noktası var. O noktaya geldiğinizde, en orijinali bile artık yavan geliyor.Bu sabah aynaya baktığımda yorgun görünüyordum. Sabah işe giderken yolda ve teknede karşıma çıkan herkes yorgun görünüyordu. Acaba ben mi böyle görüyorum.Dün zor bir gündü. Onu zor kılan o gün değil, sonraki günler olacakları düşünmekti aslında.Dün bitti. Bugün başladı.
yorumlar
Salacak’a doğru yürüyüp baktıysan hayata ve yolculuk Üsküdar’dan başladıysa güne; en güzel anlar, Kuşkonmaz Cami’sindeki ilahi serzenişe kulak verebilmeye ortak olabilmektir… Akabinde, radar kulesini almak sağına… Solunda yığınla çay bahçesini görebilmektir… Kız kulesine varmak sonra; karşısına oturup bir çay içebilmektir… Akşamdan kalan çekirdek kabuğu birikintilerine hayıflanabilmektir… Salacak’a, “L” şeklindeki kayıkhaneye yürümek ne güzel olsa gerek diyebilmektir… Yolculuk bu! İmrahor’dan da başlar… Harem’den de… Diye düşünebilmektir… Gitmek olmaz Üsküdar’dan, kalabilmek olduğu kadar… Bunu da göz ardı etmemektir…
@pelittas yanlış yönlendiriyorsun, kızkulesine doğru çay değil de, hiç şarap denedin mi? inanılmaz keyif verici bir daha, bir daha derken sonunu hatırlanıyorsun…
Sabahın ilk ışıklarında başlayan bir hikaye olduğu için çay tavsiye etmiştim… Üsküdar’ın her halini yaşadım ben:)
O zaman özür dilerim. Gönderdiğin resim akşam dı, ben de onun için şarap dedim.
dünler geçti, bugün de geçecek en iyisi yarın hiç gelmeyecek….
sanki yazıda iki ayrı ruh var, biri oldukça duygulu değeri herşeye boşvermişsevdim yazını, yüreğine sağlık
puella harika bir yazı daha çıkartmışsın, eline sağlık..