Bu sorunun cevabını ben veremem, böyle bir sorunu olanlar uğraşsınlar ama belki başka örneklerden hareket edip perspektif sunabilirim.

Εlin adamı sormaz mı; bre “geyik” senin neyin Türkçe ki, Ezan Türkçe okunsun. Meselâ senin çiçeklerin-bitkilerin-otların-meyvaların-sebzelerin Türkçe mi? dese, biz de şöyle bir baksak:

Çiçek: Farsça (Çeçek), Nebât: Arapça, Sebz: Farsça; yeşil anlamında, Hububat: Ar, Bakla: Ar, Bakliyat: Ar, Baklava: Ar, Gül: Farsça, Karanfil: Yunanca (Garifalo), Müge: Fr; Muguet, Menekçe: Farsça-Kürtçe; Binevş, Sümbül: Farsça, Fulya: Yunanca, Krizantem: Yunanca, Ortanca: Yun (Hortensia), Glayöl: Fr-İng, Lâle: Farsça, Manolia: Yun., Anemon: Yun; Dağ lâlesi, Kâkûle: Farsça, Zencefil: Arapça; Zencebil, Tarçın: Ar, Domates: Meksika yerlilerinin dilinden, Çay: Çince, Kahve: Ar, Şeker: Hint-Avrupa dillerinden, Açalya: Yun; Azalea, Barbunya: Yun, Reyhan: Arapça-Farsça, Fesleğen: Vasilikos (Krallara lâyık yiyecek anlamında), Turunç: Farsça, Portakal-Mandalin: Hint-Avrupa dillerinden, Narenc-Narenciye: Fars.Greyfurt: İng; Grape-fruit, Brokoli: İt, Şebboy: Farsça (Şeb: Gece kelimesinden mülhem), Papatya: Yun; Papadia, Kaktüs: Amerika yerli dilinden, Safran: Farsça, Nişasta: Farsça, Limon: Hint-Avrupa dilleri’nden, Kivi: Avustralya yerli dili, Avokado: Güney Amerika yerli dili, Ökaliptus: Yun; Ev-Kalips: Hoş, güzel gonca anlamında, Gonca: Farsça, Şeftali: Farsça (Şeftalû), Gülnâr: Farsça; Nar çiçeği anlamında, Köknar: Yun; Kukunari, Zeytin: Ar; Zeytûn, Meşe: Farsça, Kiraz: Yun; Kerasi (Giresun ismi de oradan, Kirazlık), Vişne: Yun; Visine, Lahana: Yun, Pırasa: Yun. Ve daha binlercesi yabancı!
Peki hayvanların?

Hayvan: Arapça, “Ayakta kalan, diri kalan, hayy kalan anlamında, Akreb: Ar, Fâre: Ar, Kedi: Hint-Avrupa dillerinden, Beygir: Farsça-Kürtçe: Bergir, Akbaba: Farsça-Arapça: Uqab, Öküz: Hint-Avrupa dillerinden, Zürafa: Ar, Fil: Ar, Timsah: Ar, Krokodil: Yun, Piton: Yun, Boa: Güney Amerika yerli dili, Jaguar: Güney Amerika yerli dilinde “Orman’ın Hayâleti” anlamında, Kukumav: Yun; Kukuvaya, Papağan: Latin Amerika yerli dilleri, Kalkan: Yun, Kefal: Yun, Lüfer: Yun, İzmarit-İstavrit-İspari-İspendik-Levrek-İspermeçet-İspinoz-İskorpit: Yun. Hepsini buraya çağırsam sığmazlar!
Yemeklerin-tatlıların-içkilerin ne âlemde?Çorba; Farsça; Zırbe (Sarmısak çorbası anlamında), Yahnî: Farsça, Lahmacun: Ar, Kebab: Ar, Biryan-Büryan (Püryan): Farsça; Kebab, pişmiş et anlamında, Lokum: Ar, Peş Melba: Fr; Pêche Maelba (Melba Şeftalisi anlamında, Avusturya’daki Maelba düşesine ithaf edileb şeftalili bir tatlı), Lalanga: Yun; Lalaga (Kızartma anlamında), Nuriye: Ar, Şŭbiyet: Ar, Makarna: İtalyanca Makaroni, Spagetti: İt, Pizza: İt, Pasta: İt, Hamburger; İng-Alm, Bira: İt, Şarab: Ar, Konyak: Fr, Whisky: İng, Keşkül: Farsça (dilenci kabı anlamında), Milfőy (Mille-feuilles): Fr (Bin yaprak, bin tabaka anlamında), Şerbet: Ar, Şurub: Ar, Şıra (Şire): Farsça, Şirden (Şirdan): Farsça, Likőr (Liqueur Fr, Liquor-Lat), Krem Karamel: Fr, Palamut: Yun; Palamida, Gulaş (Guyaş); Macarca. Daha neler var!

Senin şehirlerin-kasabaların-semtlerin?

İstanbul; Yun Constantinopoli, Edirne: Yun; Adrianopoli, Çanakkale: Yun; Dardanos, İzmir: Yun; Smyrni, Antalya: Yun; Atalya, Manisa: Yun; Magnisia (Magnezyum alanı anlamında), Mudanya: Latince; Montanya (Dağlık anlamında), Bursa: Yun; Brusa, İzmit: Yun; Nikomidia, Sakarya: Yun; Sangario, Malatya: Yun; Meleti, Tarsus: Yun; Tarsos, Mersin: Yun; Mirthos, Mirsini, Antakya: Yun; Antiohia, Adana: Yun; Âdana, Ordu: Yun; Kotioro, Trabzon: Yun; Trapezunda (Yamuk, trapez biçiminde olan), Rize: Yun; Riza (Kök anlamında), Giresun: Yun; Kerasunda (Kirazlık), Amasya: Yun; Amatia, Tokat: Yun; Evdoksia (Güzel kanaat anlamında), Urfa: Kürtçe; Rıha, Siirt: Kürtçe; Sêrt, Kars: Kürtçe; Qers, Erzurum: Arapça; Arz-ı Rum, Galata: Yun; Galatas (Sütçü), Pera: Yun, Afyon: Yun-Lat; Opion-Opium (Esrar anlamında), Muğla: Yun; Mugla, Faroz: Yun; Faros (Fener), Yoroz: Yun; Giros (Dönen anlamında), Bartın; Yun; Parthena (Bâkire), Balıkesir: Yun; Paleokastro (Eski Kale), Kastamonu: Yun; Kastromoni (Keşişler kalesi), Ankara: Yun-Lat; Angyra-Anchyre (Çapa anlamında), Fatih: Arapça, İcâdiye: Arapça, Kayseri: Yun; Kiseriya (Kayserler’in, Kisralar’ın yeri), Sivas: Yun; Sewastia (Sevasmos: Saygı kelimesinden mülhem, saygın şehir mânâsına), Keşan: Yun; Kesani, Enez: Yun; Ainos (Enos), Assos: Yun; Asos, Efes: Yun; Efesos, Ladik: Yun; Laodikya (Yun. Laos: Halk kelimesinden mülhem), Beytüşşebab: Ar, Beşiri: Ar, Halfeti: Ar, Nevşehir: Farsça, Uludağ: Yun; Olimpos’tan mülhem-bozma), Haznedar: Ar-Farsça, Ayasofya: Yun; Ağia-Sofia (Aziz Hikmet anlamında), Mühürdar; Ar-Farsça, Üsküdar: Yun; Skudari, Bakırköy: Yun; Makri Hori (Uzun köy), Ortaköy: Yun. Mezo Hori (Orta Köy’den çevirme), Foça: Yun; Fokia (Foklar), Elazığ: Ar; El-Aziz, Konya: Yun; İkonium (İkonalar şehri), İmroz: Yun; İmbros, Antep: Ar; Ayntab, Bolu: Yun; Poli (Şehir anlamında), Safranbolu: Yun-Farsça, Silifke: Yun; Silifkis ve daha sayısız yerleşim!
Çoluk çocuğuna verdiğin isimler:Ahmet, Mehmed, Mahmud, Hasan, Hüseyin, Ali, Veli, Zeki, Akil, Hatice, Besim, Ayşe, Fatima, Leyla, Sema, Zehra, Nur, Sumeyye, Nazan, Asuman, Bulend, Hudai, Hakkı, Hűsameddin, Necmeddin, Nureddin, Nasreddin, Zulfikar, Samed, Affan, Mustafa, Halil, Kűbra, Esra, Selma, Sűha, Reha, Baha, Handan, Cavidan, Ceyda, Salih, Hayreddin, Burak, Mervan, Berivan, Baran, Necmi, Műbeccel, Mukadder, Mahsun, Mazlum, Abdullah, Berfe-Berfin, Helin, Mahir, Erkan, Műzeyyen, Muhtar, Őmer, Bekir, Osman, Medar, Halim, Halis, Bermal, Segbetullah, Nasuh, Nadir, Numan, Şükrü, Şükran, Şeref, Adem, Ídris, Serab, Kemal, Kamil, Hazal, Şevval, Şakir, Şahab, Zakir ve daha binlerce isim Arapça-Farsça-Kűrtçe değil mi? Melisa (Yunanca: Bal arısı anlamında), Műge (Fransızca Muguet-bir çiçek), Fulya (Yunanca-bir çiçek), Demet, Sibel (Demati, Kibele. Yunanca) ve daha onlarca Hristiyan ismini neden kullanıyorsun?

Sonra, yine aynı elin adamı sormaz mı, senin Tıbbî terminolojinin tamamı Yunanca-Latince, senin felsefe terminolojin de öyle, ekonomi terminolojin de aşağı kalmaz, ticârî kurumların isimlerine de dönüp bir bak, yabancı dille eğitim yapan (lise-üniversite) kurumlara karşı muhteşem teveccüh ne ola ki? Yurtdışına eğitim amaçlı gidenlerin sayısı kaç ve ne kadar para ödüyorlar, onların muhasebesini bir yap, 1920’lerden beri yürütülen resmî politikalara rağmen neden uydurma dilin neden halk tarafından benimsenmediğini anlamaya çalış demez mi?

Haydi elin adamını bırak, öz be öz resmî ideolojinin temsilcisi, neferi ve en önemli isimlerden bir olan ve bazı Kemalist-solcular tarafından “Sözlükler ilâhı” olarak anılan Orhan Hançerlioğlu’na kulak verelim:

“Genellikle Türkçe sanılan ve Türkçe kökenli olmayan sözcüklerin sayısı inanılmayacak kadar çoktur. Bir sözcüğün gerçekten Türkçe olup olmadığını saptamak için yorucu bir çalışmayı göze aldım” Orhan Hançerlioğlu, Türk dili Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1992.
Yine aynı kitaptan örnekler:
“C” harfi: Doğada yansıma (onomatope, bu da Yunanca) seslerden türeyen sözcükler dışında bu harfle başlayan Türkçe sözcük yoktur.
“F” harfi: Türkçe’de bu harf yoktur
“H” harfi: ” “
“J” harfi: ” “
“L” harfi: ” “
“M” harfi: ” “
“N” harfi: ” “
“P” harfi: ” “
“R” harfi: ” “
“Ş” harfi: ” “
“V” harfi: ” “
“Z” harfi: ” “
Evet, inanmayan kaynağından tâkib eder. Hançerlioğlu’na göre, Türkçe’de kullanılan 29 harften 12’sinin mevcud olmadığını söylüyor. Geriye kalıyor 17 harf. Yine isteyen araştırabilir, bu 17 harfle başlayan kelimelerin içinde Arapça, Farsça, Fransızca, Yunanca, İngilizce, Rusça, İtalyanca, Çince, Sırpça, Bulgarca, Arnavutça, İspanyolca, Almanca, Portekizce, Ermenice, Sanskritçe, Aramîce, İbrânîce ve daha birçok dilden kelimeleri toplarsanız akılalmaz bir rakama ulaşılıyor. Yunanca ve Ermenice kökenli kelimelerin 6000’nin üzerinde olduğu biliniyor. Diğer “yabancı” kaynaklı kelimeleri de eklediğiniz vakit Türkçe’nin %70’inden fazlası “yabancı” kökenli oluyor. Ama ne hikmetse sadece Arapça-Farsça (Íslâmî röflesi olanlar) menşeli olanlara karşı bir husumet var, diğerleri ağam paşam!
Gömüt (Mezar), Sayrı (Hasta), Sayrılık (Hastalık), Umar (Çâre), Ekin (Kültür), Yazın (Edebiyat), Uzam (Mekân), Us (Akıl), An (Zihin), Tin (Ruh), Uslamlama (Akıl yürütme), Dirger (Hekim), Savunman (Avukat), Dilgibilim (Anatomi), Dirimbilim (Biyoloji), Minidirimbilim (Mikrobiyoloji) gibi zorlamaları,
Evren-sel (Batı dillerindeki Universel’in “sel”i alınıp Evren’e ekleniyor, al sana evrensel!), İkilem (Batı dillerinde kullanılan ve aslı Yunanca olan Dilima: Di-lima: yani iki kılıf, iki örtü, iki hat anlamına gelen kelimenin “Di”sini alıp çevirip “iki” yapıyorsun, haydi onu anladık peki “lem” neyin nesi? Onun yerine koyacak bir şey bulamıyor ve yurdum insanının da umurunda olmadığı için, al sana Türkçe kelime! İkilem! Bu ne biçim ikilem usta!), “Fiziksel” (Fizik, Yunanca bir kelime olan “Fisis”: Tabiat, doğa kelimesinden geliyor. Fransızca’da “Physique” kelimesi hem Fizik bilimini tanımlamak için hem de sıfat olarak kullanılır, İngilizce’de ise “Physics” kelimesi Fizik bilimi için, “Physical” (Fisikıl) ise onun sıfatı olarak kullanılır. Yunanca’daki “Fisiki” ya da “Fisiko” sıfatı aynı anlamı yüklenir. Bizim aslanlar önce Yunanca “Fisiki”yi alıp “Fizikî” yapıyorlar ki, bu anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir uyarlamadır fakat daha sonra kompleksler devreye giriyor ve Yunan’ınkini alacağıma İngiliz’inkini alırım diyor, yani “Fisikıl”ı istiyor ama o Türkçe’ye tam uymuyor. Eh, ne yapacak? Fransız’ın “Fizik”ini, İngiliz’in de sel-sal ekini alıyor, al sana “Fiziksel”!), Musiki (Bu kelimenin aslı Yunanca; Musiki. Güzel sanat perileri olan “Musa”lardan mülhem. Önceleri kelime benimseniyor, meselâ “Türk Musikisi” deniyor sonra yine kompleksler başgösteriyor ve hooop, Fransız’ın “Musique”i (Müzik) imdada yetişiyor. Onun sıfatını da İngilizler’den apardığı meşhur sel-sal’la yapıyor: Müziksel!), Terim (Almış Fransız’ın “Terme” (Term)ni, hiç yorulmamış), Öz (Almış Yunan’ın Ousia (Usia)sını, hooop, öz. Öz be öz derken halkımız ne kadar da kendi malı gibi benimsiyor değil mi, ya bir de ‘has’, ‘hâlis’ gibi İslâmî (gerici!) kelimelerin eline kalsaydık. Bunun sıfatı daha da berbat, “Özsel!”), “Savun-man” (Savunan Man-Savunan Adam. Meselâ Super-man, fire-man, ombuds-man, bad-man, bar-men vs. gibi. Bir de utanmadan, salağın biri “Man”in Türkçe olduğunu oradan İngilizce’ye geçtiğini iddia etmekle, ettiğini çomakla karıştırıp ‘boncuk’ arıyor. Savun-man: Savunan-adam!) ve daha binlerce zırvayı halka kabul ettirme yolundaki zevât!

Ezanı Türkçe okutabilirsiniz fakat ben daha parlak bir öneri getireceğim: Nasıl olsa, orijinal bir çeviri yapamıyorsunuz, meselâ “Felah”ın yerine koyacak birşeyiniz yok, “Ekber”, “Allah”, “Şahâdet”, “Râsul”, “Salâ” gibi kelimeleri karşılayamıyorsunuz ve Arapça’yla ilgili de bir kompleksiniz var bence onları da, İngilizce, Fransızca, Almanca, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rusça, Keltçe, Flamanca, Felemenkçe, İsveççe, Sırpça, Arnavutça vs. gibi dillere çevirip “Arapça” engelinden de kurtulursunuz! Hattâ, sabah ezanını italyanca, öğleyi fransızca, ikindiyi sırpça, akşamı ingilizce ve Yatsı’yı da yunanca okutup daha sonra farklı olasılıkları dener, olayı dönüşümlü hâle getirerek zenginleştirebilir, halkın muhtelif yabancı dillerin ahengini yakalamasına önayak olabilirsiniz, zâten mülti-kültür de bunu gerektirir. Ancak, sakın ha Arapça olmasın zira o çok mürtecî bir dildir, o dil dünyanın en karanlık dilidir!
Aslında pek de anormal değil Bülend’in devrinde bu tür şeyler. Adı şaire çıkmış bir başbakan hem de Robert College mezunu. Ben, 1973 seçimlerinden beri Ecevit ismini hatırlarım yani aşağı yukarı 30 yıldır. O zamanlar onu önemli bir adam zannediyordum. Benim akrabalarım arasında CHP’nin âzâları vardı ve onu öve öve bitiremezlerdi. Sonraları gözlemledim ki, bırak mühim bir adam olmayı, sıradan biri kadar bile ideolojik-siyâsî-edebî-kültürel-san’atsal-dinî-felsefî-ilmî birikimi yok. Böyle birinin ve benzerlerinin bir ülkeyi yönetmesi ne kadar ısdırab verici. Aynı şahıs “Türkçe!” konuşmaya da özen gösteriyor, “şiir!” yazıyor. Şiirlerini okudum, diğer şairler adına utanç duydum, ilkokul öğrencisi ondan daha kötü yazamaz. Sonra şöyle düşündüm; bu kişi bu halkın başbakanı ise, o halkın yiyecek çok fırın ekmeği var. O nedenle, Ecevit ve âvânesinin Türkçe Ezan dayatmasını anlayabiliyorum. Onlar ancak “anlamsız metinler”le anlaşabiliyorlar ve Üst Dil-Üst Mânâ ikliminden çok ama çok uzaktalar, onların ve daha binlercesinin hakikâten nasibi yok!

Yumurtalarınızı soğutacaksa Ezan’ı Türkçe okuyun / okutun! Başarılar…Dr. Hakkı Açıkalın‘dan alıntı