“Tamam kabul senide üzdüm departmanından”
Yazmam gerekiyordu. Damarlarım, tenim, kıl köklerim, dudaklarım kaşınıyordu… Evet, yazmam gerekiyordu, içim bu kadar doluyken ne yazacağımı daha doğrusu nasıl yazacağımı bilemezken, ekranın sağ alt köşesine takıldı gözüm. Eylül ayının 8. günü geçmek üzereyken en sevdiğim bu Eylül ayının turuncuya kaçkın kırmızı hissini hayatımdan kaçırmak üzereydim…Bugün Eylül’ün farkıvardım. Özür dilerim geç oldu ama sende hak ver bana n’olur. Süslendim ve geldim işte…Yılın bütün ayları ayıplasın beni, Kasım nefret etsin benden bende sevmiyorum onu ama Eylül; sen darılma bana… Şey oldu.. Ne bilim. Yaşam kof olur ya.. Hah işte ondan oldu. Bilirsin sende ne çok severim seni…
Son 2 haftadır bir çok şey yazdım. Herbirine heyecanla başlayamadığım için kısa sürdüler ve devam etmek üzere sadece kaydedildiler.Öylesine bir klasörde dokunulmayı bekliyorlar.Dokunamıyorum da sadece okuyor ve kapatıyorum hemde defalarca.Sonra bende soruyorum kendime; Zor zamanlar mı kahramanları, yoksa kahramanlar mı zor zamanları yaratır?
Sonra bende cevaplıyorum ve kendi cevaplarımın içinden bile sorular çıkarıyorum; “Ben zor zamanları çok gördüm ama kahramanlar yoktu ortada, öyleyse kahraman ben miydim?”diye…
Bana, “sen çok sessizsin, konuşmuyorsun” diyorlar… Ne diyebilirim ki onlara.-Hee konuşmuyorum desem yalan, hayır aslında ben konuşurum desem o da yalan…
Tavırlarımın sülalesini bilen biliyor. Nerde o benim tavırlarımın sülalesini bilen kızkardeş? Evde ders çalışıyordur kesin hatta bir de yine hayatla dalga geçiyodur ama olsun biliyor ya benim tavırlarımın sülalesini, helal olsun ona.
Bak Eylül,Bu sene bir anlaşma yapalım ve sessizce anlaşalım. Zaten her 2 şekilde de anlaşabilmiş olacağız. Hani o akşamüstlerinin kızıllığını vururdun ya yüzüme… İşte ben o zamanlarda koşar adım bir heyecanla yürümek istiyorum. Emin ol bunu çok özledim. Hani belki Beşiktaş’tan vapura binip deniz sefası yaparız seninle.
Kadıköy’de sen açık çay içersin ben şekersiz Nescafe. Sıkılırsak Beyoğlu’na geçeriz belki Pia’da filtre kahve içeriz, sokak kedilerini izleriz.Olmadı sert bir şeyler dinlemek ve kafa dağıtmak için alkolün en güzel içilebildiği bir yerlere gidip , insanları izlerken yazarız hikayelerimiz. Ama sonra eve dönüp kafamızda kurduklarımızı satırlara dökmeliyiz. Yoksa seninde içinde pimi çekilmemiş bombalar kalır. Kasım ayı geldiğinde o pimi çekilmemiş bombalar içerde kalınca acıyor burnum soğuktan…
Hadi Eylül, gel benimle ve en güzel hayallerini anlat sonrasında kurtlu kurtlu salınan geçmişini de unutacağız. Sen yatağa uzanacaksın ben kızıl saçlarını okşayıp hiçbir zaman benden duymayı hayal bile demediğin gerçek hikayeleri anlatacağım.
İpucu mu vereyim?Hadi! Bir kadının güven bağlarına ateş edildiğini düşün… Düşünebilirsin biliyorum..Booommm!
Düşlere bunca düşmüşlüğüm olmaz sanırdım..Her taraf kan revan…Bir rüyaydı herneyse geçer elbet.
Sen geldin ya Eylül!Ama sen! Ahhh küçük cinnet boşuna yalvarma çünkü biz Eylül’le aramızda anlaştık yok bildik seni…Tüm kartlarını gördüğümde bile bile blöftün…bile bile blöf..Hadi hayıflanma, bu ıska bilişlerden kime ders çıkmış ki?Her kaybedişte tekrara mahkum bir matsa oyun biz aramızda anlaştık ve seni hepten var bildik “Kader” seninde alacağın olsun!
Hadi gel eylül, kızıl akşamüstlerini vur suratıma yüyüyelim Bizans’ın yalnızlıktan grileşen sokaklarında. Belki tekrar resim yaparız. Belki ateş edilen güven bağlarımıza pansuman yaptırır, şarap içeriz Bizans serinliğinde…
Belki severiz yeniden…
Konuşmasakta olur…Uyuruz ellerimizin üstünde kırmızı çiçekler…
::her hakkı yalnızlıkların kertenkelesine aittir::
yorumlar
yalnızlıkların kertenkelesi döktürmüşler yine…pe bi tadı damakta kalanlardan….
sürekli gelen şiirleri hissiyatlı harf kalabaklarını okuyup adam yazmış bu kadar ama ben odunumki bi bok anlamıyorumdiyordum.deilmişim :)arkadaş yazmış bende anladım bişeler. en azından hissettim bişeyler.saygılar sunuyorum
uzun zaman olmuştu böyle bi günlük okumayalı..
saturnine dinlerken annake’i gördüm bi hoş oldum. ben aşığım bu hatuna ya 🙂
…
Tesekkur ederiz Redx.
ağzıma sıçtın Redx.öpücükler.
istediğiniz kadar içli yazın iç geçirmem, uğraşmayın. biraz sonra salak salak gülümseme moduna dönerim. bi de; eylül böyle ise ekim nasıl olur diye bekleriz. ikiyi de eklemek gerek; öz süt’te sade dondurmalı sufle yiyebiliriz eylül’le.
onkasım’da imha etti o pimi çekilmemiş bombaları, soğukdan burnumda acımıyor artık… Sefiyorum ben onu..!!!
Dalga geçmek bile gelmiyor içimden. Yani çok kötü falan diil; daha başka bişey. Zavallı diyeceğim ama, o bile tam olarak karşılamıyor. İğrenç bile olamayacak kadar düşük bi metin. Türkçesiyle, dedikleriyle, benzetmeleriyle, duygulugululuklarıyla… Ya o fofoğraflar… Gecekondulu kızın hatıra defteri bile hiç diilse samimidir.Altına ahkam kesip beğenilerini ifade eden salaklar sürüsüne ne demeli peki? Ülen bu denli kalitesizlik ve pespayelik karşısında duygulanan moron kardeşlerim! Allah cezanızı versin.Ana sayfada ‘Türk kime denir, türk gençliğinin son durumu nasıldır’ gibi bi blog var. İşte redx ve diğerlerinin şeklinde görüldüğü gibidir.
sanane
beğenmiyorsan; git burdan!
in’ ine dönsene sen !
düşündüm de,gerek yok ..
Oy oy, ben de stalagmit nerelerde diyordum. Cikiverdi yine yerden. Nasil da umutlu tavana tavana yukseleceginden. Dikkat et kirivermesinler ustune basip. Madem saga sola laf yetistirip elalemin begenisini tartmaya -hos, terbiye yoksunu mahalle manavinin terazisi gibi ayarin bozuk olsa da- yetin var, bunu da becerebilirsin bir sekilde. Umutluyum senden.
Var gerek. Sersem bi çocukla dalga geçiyosun da, redx’in şu muazzam cümlesi için neden bi şeyler yazmıyosun?Redx: ‘Her kaybedişte tekrara mahkum bir matsa oyun biz aramızda anlaştık ve seni hepten var bildik “Kader” seninde alacağın olsun!
nedir diye sorarsanız günümüzün post modern düzlemine düşen sarsak pembe göz yaşımın sesidir şıpır. 2 büyük imparatorluk, sayısız aşklar ve bir yaz olimpiyatları gören bu yitik şehrin kahramanlarının çığlıkları tek tek düştü içime. Işık mı kırılmıştı yoksa kızılı mıydı eylülün, bilemiciim. oysa ben ve şehir ve şelalelerden boşalan duygularım, alkolün en güzel içilebildiği damıtım istasyonlarında yeknesak bir ritim tutturmuş demlenirken, pia’daki filtre kahvenin kokusu, kadıköy sokaklarının cunda özentiliği içimi titretti bir an. Ve rüzgara karşı yürürken sordum kendime “Kim tohumladı bu boktan metaforları benliğime?” oysa cevabı yoktu bu sorunun. Ben ve benimle doğanlar elleri ne zaman klavyeye gitse engellenemez bir şekilde “şarap içeriz bizans serinliğinde” ya da “Bir kadının güven bağlarına ateş edildiğini düşün… Düşünebilirsin biliyorum” gibi cümleler kurarken, aşkımı gömdüğüm bu kanayan şehir ne yapsındı, ne yapabilirdi? yaşamak değil miydi tek ve hür ve bir klan gibi kardeşçesine. Bu cümleyi hatta bütün bu cümleleri ben değil miydim ilk söyleyen? Duygusal sümkürme yaratmak için özneyle yüklemin, nesne ile benliğimin yerini değiştiren. Ve hatta ben değil miyim benlik ile nesne kelimelerini beraber kullanıp, git gide materyalistleşen dünyamız karşısında bir isyan çığlığını bayır aşağı vitesten boşalan bir araba gibi koy veren.Ah eylül, Sen ki ayların en kızılı, bir yakarışım var sana, sen ki kaderim, nemesisim, akhileusum, bir truva sabahında ve odiseyus’un mağrur askerlerinin yanında bul beni. şarap, kan ve toz kokusuyla, kiklopla olacak olan o büyük savaşta, hektor’un kanıyla sıvanmış kargını bağla atımın terkisine.
.
nihhohaha mösyö, öyle demeyin rica ederim, duygu sarhoşu bir üyemizin damarlarının, teninin, kıl köklerinin, dudaklarının kaşınması ve bu vesileyle, maazallah eylül ayının turuncuya kaçkın kırmızı hissini kaçırmak üzereyken, eylül ayının farkına varmaları ve bundan biz mevsim-hissiyatı-özürlü üyeleri haberdar etmeleri duygu paylaşımının ve iletişiminin doruk noktasıdır.yalnız başlık da korkutucu bir “1” rakamı gördüm, kızıl akşamüstlerinin griye dönmesiyle birlikte hafif semalarında bir seri katilin acımasız duygu darbelerini öngörmekteyim, umarım anlık bir bizans cinnetidir. filvaki alınız birinci darbe “kasım ayı geldiğinde o pimi çekilmemiş bombalar içerde kalınca acıyor burnum soğuktan”. ayriyeten “booommm” buyurmuş kendileri.fazla uzatmadan atımıza atlayıp kaçalım derim monşer.
amma uyanıksınız sevgili koramiral don andomignon olhor, biz atlarımızı ahırdan çıkarana kadar siz şarap, kan ve toz kokularını toparlayıp çoktan yol almışsınız bile. pes doğrusu. fekat kurtlu geçmişleri, pimi çekilmemiş bombaları ve sefer tasınızı unutmuşunuz. bizim yükümüz ağır mösyö, bi zahmet diyim.
bu sessizliğinizi hiçbir şeye değişmem voltran’ın gülü, biricik justine hanım. diğerlerini de böyle yapar mısınız?muhabbetle..
redx ve sersem çocuktan önce senin cümlelerini incelemek lazım..ama inan ki,buna da gerek yok..hersey öyle açık ki..
Redx ve benzerlerinin fantezi-arabesk teroru ve günlük yazıcılarının mıymıyları karşısında sessiz kalan kullanıcıları şiddetle kınıyorum. Bu kertemeyenkele veya kötükertilenkele veya hiçkertilemeyenkele sülalesinin, çat yapan sürüngen siteleleri yerine burayı mesken tutması, tamamen hafif’teki düzgün ve ortalama zeka üzeri kişilerin sessizliğiyle ilgilidir.’Kızıl akşamüstlerini vur suratımaYürüyelim grileşen sokaklardaAteş edilmiş güven bağlarımızaPansuman yapalım yaralarımızaŞarap içelim Bizans sokaklarında…’diye konuşup yazan bu sefilelere karşı ‘…tiriniz gidiniz’ kampanyası öneriyor ve herkesi tutum almaya davet ediyorum. Yetti be!diye yazmıştım ki, onlayn olunca olhor ve justine’in dediklerini gördüm.Nihaha diye kişnedim koramiralin yazısını okurken. Ciddiyetim geçti, kendime geldim; akınlarda çocuklar gibi şen olduğumuz diğer 999 atlı arkadaşı hatırladım. Ne günlerdi!Yalnız kertenkelenin sırtına binip, hakiki 1. Teşrin hikayeleri anlatan kraliçeye de saygılar sunuyorum.
baby bey mal bulmuş mağribi gibi atlamışlar, iyi de yapmışlar. beraberinde -tarzını pek sevdiğim- sevgili koramiralimizi ve voltron’ın nadide, canı istedikçe açan çiçeği, baby 700’ün prim yaptığı ortamların gülü, gölün leydisi’ni de getirmişler. kendisini en son gördüğümüzde orgel kontunun balosunda, mahalle kuaförüne yaptırdığı saçlarını gösteriyordu. (birbirlerinden habersiz ahkam girmelerinin ispatı olarak da ahırdan atları erken çıkaramadıklarını, pek sevdiğim onlayn edebiyatı; düzyazı şiir olarak buyurmuşlar.) bir kulunuz eksik ama, onu da beklerdik.beyamcamız ortamı provake etmek amacıyla ‘hadi tepki göstersenize’ tarzı bir aşağılık ruh hali içindeler. sevgili hafif peygamberimiz baby bey, söyledik daha önce, siteyi ele alın diye, kabul etmediniz. oysa tüyleriniz sevinçle meksika yapıyorlardı, benden kaçmaz. pazarlıklar sürüyormuş duyduğum kadarıyla.nedir, redx kardeşimiz güzel bir muz orta yapmış, ön direkte bekleyen baby bey – ki kendisi alan shearer’dan yaşlı olması sebebiyle son zamanlarda topu hep taca atmaktadır – pozisyonu kaçırınca, sevgili koramiralimiz hava hakimiyetine güvenip topu ağlara yollamışlar.evet, bu günlük olmamış. kimse bunu söylemeye çekinmez. kimileri de beğenmiştir, nedir yani bu snob tarz. ama başka bir ilginç nokta var o da şu:insanların saçmalamaya hakları vardır. baby bey ve kahve arkadaşları irkilmesinler, ben insan derken orta sayfada blog yayımlamış kullanıcıları kastediyorum. hafif sınırları içinde, sadece günlük yazarak gül gibi geçinen kullanıcılar – kaale almadığımız için – insan kapsamında değiller.isterdim ki, defalarca belirttiğim gibi, hürmet ettiğim baby bey kendi kanka müessesesini de yeri geldiğinde eleştirsin. mesela iskenderiye dörtlüsünün, biz zavallı paryaların gün ışığında gözünü dikip bakması yasak olan justine hanım’a ‘evladım paso mim, paso diğerlerini küçük görme, sırf inat uğruna tavuk bloglarıyla uğraşıyorsun, nedir bu sentetik duruş?’ desin ama nerede. işine gelmez çünkü, onun işi beyninin sulanmasına sebep olan ne idüğü belirsiz fikirleri pompalamak. oysa hafif’te emek harcanmış ya da zeka ürünü olan birsürü blogu küçümsediğini biliyorum, biliyoruz.nümayiş yaratma çabasındaki bu yuvarlak masa şövalyeleri, çok petrus tükettikleri anlaşılan bir gecede kılıçlarını ay sandıkları ama aslında dünyaya yaklaşmış merih olan o yuvarlak görüntüye doğru kaldırmışlar ve beraberlik yemini etmişler.o kılıcı çok havada tutmak kolu yorar tabii, karıncalanır bünye. sonra da uydu telefonu aracılığıyla tarikatın kalanına haber verip topluca ahkam kesmeye niyetlenmişler. ah, pardon, baby bey bundan haberi olmadığını belirtmiş.neyse efendim, hektor dersini almıştır eminim ama benim üzüntüm sevgili helena’nın oradan oraya koşturup lümpen yemeği kokorecimizi yerken midesini bozmasıdır. artık sonu gelmeyecek bir senfonidir bu.filhakika, birileri saçmalayacaksa bu sitede, bloggerların (koramiralimizi de katarak söylüyorum – ki kendisi henüz saçmalamamış ama gelecekte olabilir) saçmalamasını tercih ederim.
sayın sevgili, bugünkü durum raporum ektedir;istanbul’a gecenin yaklaşmasından ürken güneşin, binaların arasından kızıl kızıl süzülerek dünyanın etrafını usulcacık dolaşarak tekrardan geleceğini düşündüğüm keyifli ve ormantik bir günümün sonunda, conan vari tramvay caddesinde yürüyordum(güneşin yukarıdaki arkadaşların arkasına/dan battığı sahne). etraftaki esnafların bu sahneye daha fazla dayanamayarak dükkanlarını kapatmalarını izlemek hoşuma gitmediğinden keyifli bir mola için yukarıda belirtmiş olduğum tatlı perakende satışı yapılan yere girdim, tam ikinci suflemi sakızlı dondurmayla götürecekken caddedeki yaygara dikkatimi cezbetti. dışarı çıktım; bir de ne göreyim, keyifsiz, kifayetsiz, duygu yoksunu, materyalist, tiner çeken bir kaç şarlatan yaygara yapıyor… höt dedim, saklanarak dil çıkardılar, petrus şişeleri attılar, iki tanesi kafama geldi… dayanamadım bağır çağır istedikleri kanı, tozu ve belimdeki çeliğin tatlı keskinliğini kendilerine verdim, daha sonra kanlarını hediyen olduğu için hep yanımda taşıdığım degüstatör kadehime doldurarak şarap niyetine bizans sokaklarına dökmeden içtim, tadını beğenmediğimden biraz da etraftakilere ikram ettim, ve crom biliyor ya bu kas çuvallarının arasında dahi seni yanımda istedim.yani sevgilim; rahat rahat seni hatırlayıp bir duygusal eylül günü geçirmeye bile izin yok buralarda… hep kan, hep toz ve hep ateş olmayan yerden duman çıkma durumları var, hepsi hikaye canım, bir tanem.
sizsiniz sanirim baby700. Bu dinmeyen öfkeniz ve saldirgan tutumlariniz kertemediinizden dolayi yasanilan bir gaz sikisikligini akla getiriyor, bu sekilde ona buna siçarak biraz olsun rahatliyorsunuz ama bir kaç saniye sonra kendi üstünüze siçtiginizi görünce haydiii yine atil kurt pozisyonu aliyorsunuz zannimca.Artik bokunu çikardiginizin farkinda olmak daha bir zevk veriyor sanirim size acizane tavsiyem; nihaha diye kisneyip 999 atli arkadasinizla beraber kendinizi bir satoya kapatip, kizgin yag kazanlarini surlardan asagi diil, kendi üzerinize dökerek birbirinizi imha etmeniz. yetti be!
Şövalye baby700’ün karşısına çıka çıka sancho ranıvey ve yeni merkebi pagai bey çıkmış. Çok eşitsiz bi kapışma. Aslında yeldeğirmenlerine dönmem ve sarkac, saykoş gibi serfleri kiralayarak bunların üstüne salmam lazım. Yine de pagai’nin ‘provake’sine gelip yazayım bişiyler bari.Önce şunu açıklığa kavuşturalım. Hafif hisselerinin çoğunluğunu ele geçirdiğim ve hafif uyku’nun zaten artık yaşlandığı ve ‘onursal başkan’ olarak hayata devam etmek istediği gizli bir bilgi diildir. Pek yakında ‘hafif süvari’ ismiyle genel yayın moderatörü olarak görevi devralıcam. Sitenin muhteviyatına ve şekline müdahale etmiycem. Sadece her siyasi iktidarın yaptığı gibi, kendi adamlarımdan kurulu bi ekibi getiricem; bunlar 24 saat bütün yazılanları kontrol edicek, saçmalayanları silecek.Bi de sağ üst köşede ‘türk, utan, yat, şüphelen’ ibaresi yer alacak. Sürmanşette ise ‘baby700üm, izindeyiz’ yazısı gözükecek. Korkacak bişiy yok yani.Bu pagai bey gibi kendini bulogır sayan kopiciler; günlük yazan ahaliyi hor gören, kapıkulu bozması, delikanlı façalı ama okumuş çocuk tafralı cahiller tabii ki kışkışlanacak. Ranıvey usulü kadın dayanışmacısı, küçükhayvansever, sevgililerindenbahseder ve paranormal, klinik ‘kmd’ler için ayrı bi havuz sistemi oluşturulacak; onları bu bölümde, sağlam çocuklar eşliğinde talassoterapiye aldırıcam.Kraliçe justine ve koramiral olhor’a dil uzatma cüretini gösteren bu sankülotlar; bu pötiburjuva, pötikare kafa, mahalle duvarı oturucuları, bakkal önü biracıları, akmar pasajı tavlacıları; ‘biraz sinema biraz müzik bilirim, internet’te gezerim, ben bir garip bireyim’ halindeki zavallı güruh ise düşük bonservis bedelleriyle hemen diğer sitelere satılacak. Bunlardan gelicek parayla avrupa’dan adam gibi bulogır transfer edicez.Asil kandan geldiklerini belgeleriyle kanıtlayanlar; osmanlıca, latince veya grekçe bilenlerle, en az bir batı diline bulmaca çözecek kadar hakim olan ve türkçeden o yabancı dile hatasız çeviri yapabilenler moderasyona tabi tutulmayacak. Diğer ayrıntıları bir genelgeyle duyurucam. Taslar, taraklar kalmasın geride.
yayın evleri derken şimdi bir de beybi beyin sınavına tabi tutulacağız demek. Çabuk bana bulmaca getirin, allaam hatasız çevirmeliyim, kitap okumalıyım, kopi peyst yapmamalıyım…Beybi bey sataşacak korkusu ile yazı giremez oldum, eli maşalı olduğunu belirtmiştim geçmişte. Sayın beybi, daha önce talassoterapi görmüşler muaf tutulacak mı peki?Bir de şaşıracaksınız ama ben beybi beyden memnunum, günlük gerçekten hatıra defteri gibi olmuş ama bu redx’in eylül hali olsa gerek, gelir geçer.Şimdi beybi beyin gözüne girmek için çeviri filan çalışmalıyım, sessiz olun.
senin görevin 007ybab-tabi eğer kabul edersen-hafif’i önce içten fethedip sonra da demokratikleştirmen. hüooop sana diyorum 007 demok diyorum rasi. ama nerdeeee.hafif süvari dediniz de duydum ki aksine sizin için kumda iyi koşar diyorlar. sizi tek geçiyorum.
lav iz layk ea muuuunnlaaaaaytent şayninn in may harttt
eylül’ün kızılötesi ışınları sarayımı hüzünle doldurmuşken ve ben hafif.org geçmişimi kurtlarını ayıklamak üzere önüme yatırmışken, kankalık müessesinden muzdarip pagan üyesinin telmih ve istiareyle yüklü ahkamını gördüm (hayır yalan söylüyorum, istanbul valisi bizzat arayıp bildirdi, galaksinin bütün istihbarat ve muhabere teşkilatları kendisinin ve diğer üye müsveddelerinin girdiği her bir eşsiz ahkamı bizlere anında haber verebilmek için canla başla çalışıyorlar).doğrusunu isterseniz sevgili pagan kardeş, sizin ve benzerlerinizin muhtelif ahkamlarımla ilgili tenkid, teşvik ve mütalaalarınızın yanı sıra, sevgi, selam ve muhabbet hususundaki cömertliğiniz beni fena halde duygulandırıyor, eksik olmayın. bir an için gözü dönmüş ve akli muvazenesini kaybetmiş bir halde yazdığınızı düşündüğüm tenkidiniz bu kez biraz kalbimi kırdı, ama yine de durumu en yoğun empati hislerimle değerlendirdim ve size hak verdim. justine’e gün ışığında gözünü dikip bakmaları esirgenmiş olan zavallı paryaların sık sık düştükleri bir tür travma hali bu, panik yapmayalım. zamanla şiddeti azalıyor, ama ne yazık ki beyin sulanması, gereksiz bilinç akışı, ne söylediğini bilememe, konsept belirlemekte zorlanma (beyamcalar, paryalar, peygamberler, futbolcular, kahve arkadaşları, yuvarlak masa şövalyeleri, tarikatçılar, hektorlar, lümpenler…??), birbiriyle bağlantısı olmayan bağlantılar uydurma, kuyruğu sızlama, “sınıfın orta panosuna anabritanica’dan topladığı ruhsuz ve süper sıkıcı bilgileri girenler kapının kenarına da zıçma hakkına sahip olurlar” krizine girme gibi birtakım kalıcı ve halüsinatif hasarlar bırakıyor. tıp ilmi bu konuya henüz kesin bir çare bulmuş değil, ama siz yine de mümkün olduğunca açık havaya çıkmaya, bilgisayara gözünüzü dikip bakmamaya, justine’in ahkamlarını okumamaya ve özellikle de tavuk blogunu unutmaya çalışın. ve kendinize sık sık “i’m not here, this isn’t really happening” şeklinde telkin edin.bu arada gücenmeyin ama tavuk takıntınızı da hakikaten anlayabilmiş değilim. her “hafife-emek-verenler-blog-girenler-bıdı-bıdı” mevzuu açıldığında bu kadar geniş olan hafif külliyatının arasından ısrarla benim mütevazi tavuk incelememi seçiyor oluşunuz giderek beni şaşırtmaya başladı. “emek harcanmış ve zeka ürünü olan blog” dendiğinde aklınıza direk bu yazının gelmesi tabii ki çok doğal, belli ki çok etkilenmişsiniz, sağolun varolun, ama bana sorarsanız, ki sormalısınız, biraz fazla abartıyorsunuz. ‘küçük görme’ kelimesini ise hiç duymamış olayım sevgili paryam, fikirlerimi ifade ederken sizin hissiyatınızdan çok kendi eğlencemi ön planda tuttuğum doğrudur, bu konuda kendime biraz torpil geçiyor olabilirim, ama bu kadarını da hoş görün artık. yalnız ısrarınızı sürdürürseniz ve biraz daha aynı yeri eşelemeye devam ederseniz (tavuk blogum da böyle bir eşelemenin ürünüydü) sizin için de bir kaz destanı hazırlamayı bir gönül borcu addetmek zorunda kalacağım.yalnız mahalle kuaföründen çok şikayetçiyim. elinin ayarı iyi de ağzı laf tutmuyor ve gördüğüm kadarıyla mahallenin it kopuğunu dükkanın önüne topluyor. kulağını bir ara çekmek lazım.
kelden köseye yardım ancak bu kadar olur. ahkam sandığınız laklakiyat için şahsınızın balabanı baby bey’e özenmişsiniz. oysa ben kont lautremont’u bekliyordum. son zamanlarda tulgası ağır gelmeye başladı tabii, o kafa durdu, ‘eksponansiyel’ olarak büyüdü o kafa.neyse, justine hanım, kızdığınız tok evin aç kedilerine ne alev topları gönderdiğinizi hatırlıyorum, beni uyardığınız için teşekkürü bir borç biliyor ve aynı sebepten ivedilikle haddimi de biliyorum ancak yaşama bakışınızın çözünürlüğünü düzeltin, o konsept belirleme zorluğu addettiğiniz kelimeler iskenderiye dörlüsünün arapaslarıydı, gözden kaçırmışsınız. bende fazla palantir var bir dömi-voleyle gönderirim size. (ayh, yine mi futbol?) bu durumda ancak ‘I don’t mind it once but it might become precedent’ diyebilirim. tavuk yumurtası, ay, bloguyla ilgili kullandığınız ‘her’ sıfatı da yanlış olmuş, ilkti. yardım olmadan okuyamadığınız gibi bir hisse kapıldım.yazdıklarınızın birer istimna olduğunu buyurmuşsunuz, bilseydik buluğ çağı hezeyanlarınızı daha anlayışla karşılardık. sizin o ‘halüsanatif’ becelleşmenize de hayran kaldım. bakıyorum hemen buz sarayınızı terk eyleyip it falan diye ağzınızı bozmuşsunuz. letafetinize hiç yakışmadı. normaldir, varoş kraliçesi olmak emek ister ancak üzüntüm kapıda iti kopuğu görünce heyecanlanıp tutamadığınız osuruğunuzdur. böyle beyhude aramalar yapmayın, bana sorsanız, o linkte buyurduğunuz gibi ironik olan ya da olmayan neler gösterirdim size.kaz destanını da, teenage kitleye aşıladığınız sanat zevki gibi, en kısa zamanda neşretmenizi bekleriz. moderatörlük nasıl kötüye kullanılır gösterirsiniz, bir daha. neyse efendim, çok uzadı bu, iskenderiye dörtlüsünün avam takımı son sözü söylemeyi sever, düşelim yakalardan, panodaki ‘süper sıkıcı’ olmayan (ah bu teenage ağzı, bunlar hep kusuyorlar; ince, zarif, güzel kalacağım diye.) yeni küçükbaş, büyükbaş, kümes (artık allah ne verdiyse, hangisiyle yatıp kalkıyorsanız) destanlarını büyük merakla bekliyoruz.p.s. arada rimbaud’dan arakladığım şairene kelimeleri sevmişsinizdir umarım. kendi istimnalarınız gibi beğenirsiniz diye düşündüm böyle düzyazı martavalları.baby bey’in bahnamelerine gelince; sinirlenince bol virgüllü, sıfatlı, saptamalı, ‘sinkaf’lı cümleler kuruyor. alıştık artık, yüzgöz olduk, benim hatam.o değil, baby amca’da düzelme var. arada sarsmak gerekiyor demek ki, yeniden kurmak gerekiyor. baby bey’i eleştiren münafıklara da, düzeldiğinin ispatı olarak, kırım savaşı ile ilgili kestiği ahkamı örnek gösteririm.kendisine hayranlığım ahkam, ahkam üstüne artmaktadır. darasını almak lazım tabii, siper ayağı sendromu başına vurdu; özellikle viking kaptanını sinkaf etmesiyle ilgili olarak (kaptan da seni sinkaf etmiş, lağım çukurunu andıran dünyanda hayat böyle başlamış) demek gerekirdi ama çok basit olur, edebi değeri yok. ya da akmar pasajı tavlacıları diye devam eden hakaretleri (baby tarzı konuşmak gerekirse, ilim ve irfan paratoneri olduğunu zanneden zavallı, bulamaç fikirleriyle komposto beyinli hıyarağası, kültürlü olmanın, olmayanlar üstüne baskı kurmak ya da onları aşağılamak gerektirdiğini sanan merkep cennetinin derebeyi – ki fikriyle zikri bir olmayan her kendini ‘aydın’ zanneden ama aslında sadece ‘okumuş’ olan, sünepe yaşamına anlam katmak için kırkından sonra süvariliğe özenen, atını s*ken kovboy ya da atın intikamı sorunsalını şiar edinmiş baston yalakası gibi- satranç, briç uzmanı olup tavlayı küçümser baby 700. yeni moda bu avrupa bloggerları ve omurgasız medya mensupları arasında, siz bilmezsiniz.) bu kızgınlığın ispatıdır. yanlış anlamasın baby bey, durum tespiti yapıyorum, bu sıfatlar uzatılabilir ama çok gereksiz. eminim bu durumların da alıcısı entel kokarcalar vardır. baby bey’in kızgınlığına üzüldüm tabii, saygı duyduğu biri böyle kof çıkınca üzülüyor insan. (merkepler ile anadolu insanının yaşadığı multimedia hüzün baby 700’ün uzmanlık alanları içindedir, ne de olsa birinin aleti tutması lazım.) neyse, ben de devletin kucağında semirip, yaşamını sürdüren, sonra da sivil birey olacağım diye çaktırmadan kırkından sonra göbek atmaya başlatan zihniyeti sinkaf edeyim.baby bey; sizin o ‘absorbe edişlerinizi’ yerim, ‘eksponansiyel olarak büyüyen’ yağlı kıçınızın altına sandelye sürerim, ‘pozisyonel oyundaki’ başarınızı alkışlarım, yeldeğirmenlerinin rüzgarıyla titreyen atınızın kuyruğuyla örttüğünüz kel kafanızın ‘sekansları’ karşısında esas duruşa geçerim. sizin ‘kompansasyonunuz’ yeter be bu siteye amcacığım. kültürlü olmak başka bir boyut tabii, ben bilemem.ah, son olarak, çok sıkıldım çünkü, hep istanbullu olduğunuzu iddia ediyorsunuz. heyecanlanınca sarfettiğiniz o ‘etmiycem’, ‘getiricem’, ‘unutmuşun’, ‘bahsetmemişin’, ‘bakiym’ gibi kelimeler çanakkale’den ithal mi? arkadaşlarla sepici arıyorduk da, dilinize lazım olmuş diye duyduk, nacizane bir yardımımız olsun.burada da, onkasım’ın doğacak çocuğu ile ilgili, lazlarda bulunan hoşgörü ve zekanın onda biri bile olmayan çanakkale esprisi patlatmışsınız, size zamanında ‘insan çocuğu’ değil, ‘hayvan yavrusu’ muamelesi yapmışlar herhalde, bilinçaltınızdan fışkırmış, bir daha olmasın.
Tamam kabul seni de düzdüm departmanındanAtalarımız ‘zamanında gaz çıkaran dübüre can kurban’ demiş. Bi kaç sezondur hep bi tarafına yediği baby700 usulü gelişine dömi-voleler yüzünden iki büklüm dolaşan pagan, nihayet orta sahayı geçmiş, hatta sınırı aşmış. Buna mukabil her pırt deyişinde beni hatırlaması, sürekli olarak ettiğim laflardan alıntı yapması hoşuma gitti. Önemsiz varoluşunu, ‘baby700’e kafa tutmak’ civarında anlamlandırmaya çalışmasını takdir ettim. Epeydir gösterdiği ‘voltron’a yaranma’, ‘benide aranızaalınnolurya’ çabalarından sonra umutsuzluğa kapılan ve kadıköy’ün 6. sınıf türkü barlarında, geç dönem looser havalarında gezeleyen pagan bey’e, son zamanlarda bi canlılık geldi. Aslında şaşırtıcı; zira pagan bey enerjisini kendi ateşinden sağlayamayan, dışa bağımlı ve gelişmekte olan bi kardeşimiz. Dolayısıyla bi dış kredi sözü aldığı ve moda civarındaki kedilere psikoterapi ve reiki uygulamaktan sabıkalı ranıvey hanım’ın ‘senin onlardan neyin eksik’ şeklindeki tırmık darbesiyle hareketlendiği anlaşılıyor.Kaç defa söyledim; uyuz eşekten yarış atı olmaz, bazı şeyler sonradan olmaz diye evladım. Kompleks ve hasetle kalkan dübür, sonbaharda öter güldür güldür. Hatta Bizans’ın grisi, akmar’ın eylül kedisi (ahkamın bu günlükle bağlantısı yok sanılmasın).Aradabir ‘iğrençleşti ortam’ veya ‘böyle demek çok basit olur’ diyerek durumunu kabul etmek, ama ‘iğrenç ve basit’ şekillerde yazıp çizmek de pagan’a has bi tutum sayılmamalı. Artık ülkemizde olumsuz bi hali kabullendiğini beyan edince, o hali sürdürmek meşru sayılmaya başlandı. En bilinen örnek, ‘çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz’ tabelası koyunca, her türlü rezilliği yapmaya hak kazandığını düşünen müteahhit kafasıdır. Halk arasında ‘özür diledik ya lan, ne hala caz yapıyosun’ diye ifadesini bulan haller; pagan gibi demokrat kılıklı, çağdaş soslu çeyrek aydınlar arasında ‘ay, ne kadar da saygılı baksana; mecbur kaldığı için öyle demiş, aslında temiz çocuk’ şeklinde yorumlanır ve bazı salaklar tarafından takdirle karşılanır.Kardeşimiz, +40 yaşında olmam, devlet hizmetinden emekli olmam ve kendimi aydın saymam gibi bazı tuhaf bilgiler edinmiş. Viking kaynaklarını ve karadeniz yapısı arama motorlarını kullandığı için şaşırmadım. Atalarının ‘vikingli’ olduğunu iddia etmesi de, milletçe içinde bulunduğumuz kimlik probleminden pagan’ın payına düşen kısım. Aslen laz olmasına bile imkan bulunmayan pagan (zira ofluymuş), belli ki fıkralar etrafında oluşturulmaya çalışılan hoşgörü efsanesiyle büyütülmüş. Ve giderek de ülkemizin meşhur ‘laz’ müteahhitlerinin eksponansiyel olarak küçülen kafa yapısına kavuşmuş.E hal böyle olunca, ha bu kardeşimizin ‘etmiycem’, ‘bakiym’, ‘getiricem’ gibi lafları çanakkale ağzına yakıştırması normal. Yüksek istanbul türkçesi konuşan, osmanlıca, rusça, latince, fransızca, ingilizce bilen, abdülmecit’in küçük küçük torunu ve şeyh şamil’in uzaktan amcaoğlu olan bi şahsiyet sıfatıyla sizi çok ayıpladım pagan bey.Sözlerime son verirken yine başa döneyim ve nabi’nin güzel bi deyişini aktarayım:’Dem gelir kim dübüründen çıkarırlar nefesin’Meali: Ecel kapıyı çalınca, yusuf yusuf atmaya başlarsın.
reiki meiki, ranıvey hanım yesin seni e mi