Biz anlaşamıyoruz. Ülkemizin resmi dilinde, aynı kelimeleri kullandığımızı “farzetmemize rağmen”, kullandığımız dil anlaşmamıza yetecek UYUMdan çok uzak. Unutmuşuz. Kendimizi dille ifade edebilme yetisinden yoksun yaşayıp gidiyor ve hatta daha da dibe vuruyoruz(fight club “dibe vurmasını” şimdilik bir kenara koyalım).
Bir ara ilgilenip aphasie kelimesine zaman ayırın. Kendini DiLle ifade edememeyi, hatta bunu “unutmuş” olmanın getirebileceği zararları ve çöküntüyü bir düşünün. Bu sadece bir “language” problemi değil. Dilin yetersizliğiyle ilgili olmaktan öte, bir “langue” sorunu. Dilin özünün kullanım yollarının tıkanıklığı, sınırlandırılmışlığı ve unutulmuşluğuyla ilgili bir amnesia sorunu. Biz yaşadığımız ülkede birbirimizin söylediklerini en basit temel düzeyde olmadığı sürece anlamıyoruz. Anlamıdığımız yerde “bırak, konuşuyo işte saçmasapan” diyoruz. Anladığımız hissetiğimiz kadarını ise ifade etmekten o kadar yoksunuz ki, halkımızın hissi(hissiiii) tezahürleri içler acısı.. Kamyon arkası aşk mesajlarından, kalpli duvar çizimlerine kadar en basite indirgenmiş, basitliğin faydalarından bile nasiplenememiş ifadeler dünyası… Alev Alatlı “Schrödinger’in Kedisi” nde bolca anlattı. Bundan sonra ülkedeki ayrışmanın “çok” korkulduğu gibi etnik değil dilsel olacağından bahsetti. Şurdaki röportajda da sivil toplum örgütlerini, dernekleri ve çeşitli gruplaşmaları örnek vererek açıklıyor.
“Afazik toplum” tartışması orda burda sürüp giderken Cem Uzan’a ateşli tezahüratlarıyla karşılık veren kalabalıkların tahminimizden, algımızdan çok daha büyük ve acıklı bir sorunla karşı karşıya olduklarını düşünmemek elde değil.. Bu tabi ki hergün önümüze gelen basit bir örnek. Siz de azıcık düşününce gündelik hayatımızda yaşadığımız “ifadesiz”/algısız anların farkına varabileceksinizdir.
“De saussure” dilbilimi teoremlerinde dillerin “puan de capitone” sistemiyle ilerlediğini söyler. En basit ifadesiyle her sembol bir diğerine raptiyelenerek anlamlanır ve isimlendirilen objeler dil dünyasında böylece yerini bulur. Yaşadığımız şey ise “sign”, “signifier”, “signified” zincirini tamamen koparmış olmamızın felaketidir.
Durum böyleyken benim karşı kaldırımımdaki manavla anlaşabilmem gittikçe güçleşmiş, ülkeyi yönetenlere taleplerimizi analatabilmeye ve onların “bırak konuşuyo işte” demekten öteye mecali kalmamıştır. Çareyi unutmakta bulup “büyük çözülme”ye doğru hızlı kulaçlar atmakta karar kılmışa benziyoruz.
Bu çözülmenin adını “etnik” koymaya kolaya kaçmak mı sadece?
Karşı görüşler mevcut.. Yukardaki linkten röportaja bir göz atın, bir fikir olsun diyorum bir kez daha..
yorumlar
Kelimelerin karşılıklarının kalmadığından bahsediyorsun. Peki neden language olarak ifade ettin ki? veya şu çekimler “sign”, “signifier”, “signified”. Bu şekilde anlaşamadığımızı nasıl anlatabileceksin? İnsanların hafızasındaki ortak kelimeleri kullanmadan. Bende bunların karşılıkları yok ki? Ama en başta uyum demişsin. Bu uyumsuzluk.
Not: Anlatamadım. Sanırım bende afaziğim.
language diye ifade etmemin sebebi, türkçede “langue” kelimesine tam ve tek kelimelik bir karşılık bulamamakla ilgili. Bu yüzden language/langue ayrımı daha açık görünüyor. Sign-signifier-signified zinciri de bilindiği gibi Roland Barthes ın semiology terimleridir. Daha açıklayıcı olması için şuraya göz atabilirsiniz.
ben hiçbir şey anlamadım
terimleri veya “langue” ile ilgili bilgim yok benim.
yazını iki kere okumak zorunda kaldım. çünkü anlayamadım. tuhaf ionesco-vari bir ironi ortaya çıktı benim için. oy verirken de aslında yazdığının anlattığına -isteyerek ya da istemeyerek- çok iyi bir örnek olduğunu düşündüm. yani anlaşılamama sorun anlaşılamayan bir tavırla sergileniyor. Örneğin De saussure gibi özel bilgiler genelin haiz olduğu düşüncesiyle, üstelik de link verilmeden, açıklanıyor. e şimdi bu durumda birilerinin “çıkıp saçma sapan konuşuyor yahu bu” demesini çok da yadırgamamalı diye düşünmekteyim.
buyrun.
bu linkleri yazının içine serpiştirseydiniz? hani böyle parti parti olmasaydı.
aslında bahsettiğiniz olay, bu yazı vesilesiyle de örneklenmiş oldu gibi görünüyor.
Aslinda dil ve ifade konusundaki perisanligimizin, icinde bulundugumuz iktisadi ve sosyal kepazeliklerin bi sonucu oldugunu diil, bunun tam tersinin dogru oldugunu dusunenlerden biriyim. Epiphany’nin turkce olarak dillendirmekte hakli olarak zorlandigi bu dil, her ne kadar marketlerde kilosu bilmem kac milyona satilan o muthis fume dil kadar kiymetli olmasa da, yine bizim dilimizdir. Buradaki dil konusmaya, yazmaya ve iletismeye yarayan simgeler sisteminden daha fazla bi seydir. Onun sinirlari tarafindan cizilen bir dunyada yasamaktayizdir. Dusuncemiz, hareketlerimiz, duygularimiz, vesairemiz, her seyimiz onun tarafindan belirlenir. Beni bu cografyada oteden beri en hasta eden sey, “biliyorum, hissediyorum, beynimin ve kalbimin icinde duyuyorum, ama ifade edemiyorum” seklinde tezahur eden sersemlik halleridir. Halbuki ifade edil(e)meyen veya ifadesini bulmayan sey, yok demektir. Bu yokluk karsisinda “seni anliyorum abi” enflasyonu yasanmakta; ama tabii ki herkes baska seyler anlamaktadir. En entim alanlardan, siyaset alanlarina kadar uzanan “turk tipi yanlis anlama” durumunun altinda, bence bu “ruh i…ligi” de diyebilecegimiz ahlaksizlik yatiyor (tamam hemen seyetmeyiniz; n’apalim aklimiza daha iyi bi tarif gelmedi; yoksa i…lere ve onlarin ahlak anlayisina bi lafimiz yok). Bu b..tan hali bertaraf etmek isteyen bazi insanlarimiz da, maalesef dublajlardan ve ozellikle ceviri kitaplardan belledikleri formatlarla kendilerini ifade etmeye calismakta; ama tabii ki ortaya, yeni model destekli sutyenlerden sonra butun kadinlarin memelerinin birbirine benzemesi gibi prototip durumlar cikmaktadir. Evet, Turk dilinin su anki hali icin ‘yetersiz’ diyebiliriz (linkte Alatli’nin dil devrimiyle ilgili laflarina bakiniz). Ama bizde de bu yetersizligi geride birakmak, bununla hesaplasmak, azami dikkat gostermek ve mumkun olabildigince “kendimizce” konusup yazmak gibi bi egilim izlenmemektedir. Tersine, her zaman oldugu gibi, bu sefil durumdan nasil yararlanirim, yanlis anlasilmalari nasil lehime ceviririm, hic bisiy demeden nasil konusup, yazmis gibi yapabilirim gibi gayri samimi sekiller revactadir. Bu arada bu dilin ve cografyanin bi cocugu olarak kendimi de bu klasmanin disinda hissetmedigimi (ruh i…ligi dahil) belirtmek isterim. Zaten disarda kalmanin imkani da yoktur. Epiphany’nin yazisinda beni rahatsiz eden nokta da, manavla ve Uzan’i alkislayanlarla aramizda bi fark oldugundan bahisle, “entelektuel bi durus” farki yaratilmaya calisilmasiydi. Hepimiz ayni organik maddenin soyuyuz ve “buyuk cozulme” mi olur, buyuk buzulme mi olur bilemem ama, ilerde tarih kitaplarinda iki satir bile yer almayacak bir Turkiye doneminin yasayicilari olarak dolanıyoruz.
benim manavla anlaşamam örneğimsisi, entellektüel duruştan çok “mal duruş” a benziyor. Manav yerine “Perihan Mağden” karşı komşum olsaydı onunla da “dilimizin tutmayacağı” gibi bi his var içimde. Rakı sofrasında geçen muhabbetlerin bi süre akademik dile dönme eğilimi de dışardan bakınca çok komik görünebilir mesela.. Kimse aslında birbirinin ne dediğini tam olarak anlamıyordur. Neyse.. konu buralara geldi ama, asıl ilginç ve ilgilenilmesi gereken taraf Alatlı’nın konuyla ilgili çizgisi hala.. bence..
language diye ifade etmemin sebebi, türkçede “langue” kelimesine tam ve tek kelimelik bir karşılık bulamamakla ilgili. Bu yüzden language/langue ayrımı daha açık görünüyor. Sign-signifier-signified zinciri de bilindiği gibi Roland Barthes ın semiology terimleridir. Daha açıklayıcı olması için şuraya göz atabilirsiniz.
Bu yüzden dedim ya bende. Bir dilden bahsediliyor, o dilin kavramlarıyla düşünmemizden, tartışmamızdan. Ne bileyim “lisan” desen, bu kelime bende bir çağrışım yaratacak. Atıyorum “bir lisan bir insan, iki insan iki lisan” deyimi aklıma gelicek(Sanırım böyle birşeydi). Ama diğeri benim için karşılıksız kalıyor. Bu kelimelerle anlaşmak zorunda kalmamızla ortaya çıkan duruma zaten afazi deniyor. Yine atıyorum. Semiyoloji de. Olmadı kelimelerin türetilmesi de. Kapı, kapıcı, kapıcılık. Uymadı mı sence?
Not: Bu saldırışımın nedeni, Yazından afaziden bahsetmen, ama aynı zamanda yazını anlayamama durumunun ortaya çıkması. Yani afaziyi anlatmak istemek ve karşındakinin anlamaması.
Bir ikinci not: Yazın ve Alev Alatlı çok korkutucu. Sanırım çok geç kaldınız.
Alev Alatli bu konuda cizgi cekebilecek biri diildir; bi uzmanligi yoktur; bizim gibi ahkam kesen bi arkadasimizdir. Perihan Magden’den farki kafasinin calismasi ve salak olmamasidir. Alev Hanim’in kardesleri Isil Hanim da kafasi calisan nadir kadinlardandir.
yazmaktan çok karakter yaratmak, anlatmaktan çok anlaşılmamaya çalışmak, belki “entellektüel bir hafif alt birimi dominasyonu” yaratmak kaygısını hissediyorum bazen,.. öte yandan bireylerin bunun matah bişi oldugunu düşünüp, “baby700 vs jüstin” tarzı bir yazı hareketinin neferleri olmak isteyecekleri düşüncesi de bende endişe yaratıyor,..
eleştiriyi ben mi alıyım üzerime, yoksa ahkamlara mı?.. anlayamadım tam..
baby700’ün cevabı, yazmaya çalıştığın yazıyı ilk okumamızda anlayamayacağımızı düşünerek yazdığı( çünkü kendisi kuşak kuşak önümüzde, görmüş geçirmiş(ifadeler gerçek anlamındadır) kişidir) ve gerçekten de ahkamı okuduktan sonra, he bu bunu mu anlatmaya çalışmışmış meğer dediğimiz bişi.
vic in dediğini ise, eminim kendisi daha iyi açıklar ama ben yine de anlatayım. yazdığın yazının anlamsız olduğunun farkında olduğunu ya da olmaya dabilirliğini(bak mesela bu kelimenin dille uzak yakın akrabalığı yok) ve anlaşılamamanın da var olmayan ama varmış gibi gözüktürmeye çalışılan bir entellektüellik yaratmak çabasına girişmiş olunduğundan bahsediyor. e durum böyle olunca da aklı salim bazı insanlardan(örn:baby700) örnek alınarak, sivri dilli bireylerin türemesinden( çünkü herkesten herkes olursa bi anla mı olmuyo biliyo musun) duyduğu kaygılardan bahsetmiş. bence tabii.. bi de, evet. bu kadar da parantez aç, parantez kapa olmaz.
Yani birinden iyi bahsedermis gibi yaparaktan, aradan nasil gecirilir seysi de bu kadar olur. Tesekkur ederim sevgili Samo!
İmza: Orta yasli, akli salim (selim bile diil yani) ve ahkam tercumani baby700.
sevgili vic vega, yazıyı ve ahkamları tam okuyamadım, zira bitiremeden önce beyin hücrelerimin önemli bir kısmını kaybetme endişesi yaşadım, fekat senin ahkamındaki ‘baby700 vs jüstin’ ifadesi daha da kafamı karıştırdı. değil sataşma, hafifçe eşeleme zahmetine bile katlanamayacağım bir konuyla alakam ne ola ki?
şamo’nun durumu bu kadar iyi anlatmasının sebebi benimle aynı hissiyat içinde olmasıdır diye ümid ediyorum,..
bir tereddüde sebep vermemem bakımından, baby bey ve jüstin hanım’ın,.. aman, o da var şamo’nun ahkamında,.. yani kötü birşey zikretmedim, onu bilesin jüstincim,..
geçirmerdim ki, takdir ettim ben seni. yanlış anlaşılmış. ama illa yakarım diyosan o başka.
vic: ümitlerin boşa çıkmaz. özellikle de yazıyı yazan şahsiyet hakkında duyduğumuz kaygı da ortak aynı zamanda..
size inanıyorum sevgili vic vega, hakkımda kötü bir şey zikretmek hiç bir faninin haddi olamaz zaten. fakat değerli ismimin bir mantık hatasına kurban gitmesini de istemem açıkçası. ayrıca yazıyı yazan şahsiyet hakkında sevgili şamo’yla geliştirdiğiniz ortak kaygının da şahsımla ilgili olmadığını ümit ediyorum, zira bu tuhaf kaygıyı eğlencelik olarak değil, ciddi bir hakaret olarak algılayabilirim. hani son zamanlarda ota boka sataşmayıp sakin sakin etrafa bakan ‘jüstin’i durduk yerde azdırıp laf yemek de var işin sonunda, o yüzden şeyediyorum.
nin yazısında geçen kelimeleri ve şahısları bilmeme rağmen dediklerini anlayamadığımı söylemek istiyorum. “Dil kendisini kullanmayı beceremeyen birisince nasıl eleştirilir” gibi bir başlığa örnek olmuş daha ziyade, yani sorun o kelimelerde değil, o kelimeleri bir araya getirende.
ahkamları okurken Bilge Karasu’nun bir cümlesi geldi aklıma:
“Belledikleri kalıplarla konuşulmadıkça ırzına geçildiğini zanneden zavallılar da vardır”
(Gece)
ın olayı, stüdyodur.
Önemli bi oyun kulaktan kulağa..
Burda sıranın başından söylenmiş bir kelimenin, sıranın sonundan ne şekillere girmiş bir şekilde çıkışını yakından takip edebilme fırsatım oldu..
Sadece ülkedeki hafife alınmayacak “ifade” probleminden bahsederken, iş “kulaktan kulağa evrimi” geçirmiş bir ahkamlar rüzgarına dönüşmüş..Yazıda, dil eleştirisiymiş, dilin kullanımıymış gibi tamamen alakasız şeyler tartışıldığı sanılmış.. Arada bi de kişisel meseleler filan da halledilmiş..
Kaldı ki, anlatmaya çalıştığım şey de, temelde Alev Alatlı’nın ortaya attığı “afazik toplum” tartışmasıyla ilgiliydi..
Anlamadıysanız anlamadınız. Anlaşılmayan şey hakkında bu kadar kendinden emin eleştiri yapabilmek de ayrı bir erdemmiş..
mevzusu, aslında yazının anlattığı konu, genel olarak, 1984’ü hatırlattı bana, aslına bakarsan, her şey onu hatırlatır nitelikte. röpörtajda, gençliğin, nereye gittiğinden bahsedilmiş, nihilizmden sözedilmiş, o kısmı okuyunca, kendim ile ilgili bir saptamayı okur gibi oldum açıkçası. ancak bunun nedeni, ilk bakışta sanılacağı gibi, konuşamamazlık, düşünememezlik durumu değil, bilakis, konuşulmadan önce düşünme gibi bir şey. çok sık bahsediyor olabilirim bundan, ancak son iki yıldır, yaşantımın büyük bir bölümü orada geçtiğinden, verebileceğim örnekler çok dışında olamıyor okulun. geçenlerde, sanırım “yök” ile ilgili bir protesto vardı okulda, bir konuşmacı çıkıp, “… öncelikle, bu duruma neden geldiğimizi sözedicem” dedi, bunun üzerine yanımdakilerden, “neden geldiğimizi sözedilmez, neden geldiğimizi anlatabilirsin, neden geldiğimizden sözedebilirsin, ama sen bunun ayırdına varmadan, bana hiçbirşeyden sözedemezsin” diyerek, izin istedim ve olayın geliştiği alandan uzaklaştım. peki alev hanımın bahsettiği bu mudur? sanırım tam olarak değil, daha çok tanım ve isimlerden sözediyorlar. raptiye örneklemesi burada devreye giriyor kanımca, birbiri üzerine raptiyelenenler, “ilk” sayesinde anlam kazanıyor ve bu ilk, oradan kopartılıp alındığında, üstünde birikenlerin hepsi birden anlamsızlaşıyor. sanırım sorunun nedenlerinden biri bu. benim asıl merak ettiğim, bunun sistematik bir şekilde yapıldığının iddia edilmesinin temeli. (sistem, bir amaca yönelik, ekipmanlar bütünü) bu durum, kendiliğinden mi gelişiyor, yoksa birileri bunu tetikliyor yada sürdürüyor mu? şu bahsi geçen kitapları okumadan, pek bir fikir yürütebileceğimi sanmasamda, doğal değilde, sistemli bir şekilde geliştiğini düşünüyorum sorunun. bu sistemin, hissizleştirme, tepkisizleştirme, bilgisizleştirme ve son olarak, bilinçsizleştirme gibi basamakları olduğunu sanıyorum.
baby nin, uzun ahkamındaki açıklayışını beğendim ancak, her ne kadar “türk tipi yanlış anlama” üzerine yazmışsada, bu yanlış anlamanın-anlatmanın, sonuç olarak anlaşamama probleminin, sadece türkiye için geçerli olmadığını düşünüyorum.
yine bir sistem sonucu insanları birbirine düşman etmekten başka, pek bir işe yarayamamaya başlayan düşünce yapıları, uzunca bir süre sistemi kuranların amacına yönelik olarak kullanıldı. ancak, gruplaştırılan toplum içerisinde, karşıt kesim olanların içinde, “kafası çalışan” tabir edebileceğimiz bazılarının bir araya gelip konuştuklarında, aslında birbirleri ile “savaşmalarına gerek olmadığı” kanaatine varmaları ve bunun üzerine, beyin yıkamaların işe yaramamaya başlaması sonucunda, işte bu, düşünemeyen, gruplar ve mutlak kin elde edildi. birbirinden nefret eden ama bunun nedenini bilmeyen insanlar ile dolu bir dünya, bir çok sistemcinin işine yarıyor.
bir küfürün ardından, “takmış kulağına küpeyi” diyen adama, “neden kızıyorsun?” diye sorduğumda başta “kültür, adet, töre” gibi, anlamlarını bilmediğine emin olduğum terimleri içeren cümleler kuruyor, biraz konuyu uzattığımda, aslında mantıklı bir nedeni olmadığını anlıyor, biraz daha uzatıp, fikir vermeye başladığımda “s.kerim ulan sus!” ile karşı karşıya kalıyorum bir şekilde.
son olarak değinmek istediğim;
keşke, justine, baby yada diğer söz ustaları, benim açacağım bir blogda bana laf soka soka rahatladıktan sonra, bir şeyler kazandırma ihtimali olan yazılarda, sanatlarını icra edip, kitleye verimli olsa. pek tabii, “kitleye düşünce bazında, artı ivme kazandırıp, memleketi kurtarma çabasına girişecek değilim” diyebilirler, ona bir şey denemez.
Sevgili Ameximes, dediginiz gibi ‘kitleye verimli’ olmak gibi bi cikis noktasi mevzuu bahis olamaz. Zaten bu sekilde bi ifade bile, bence yeterince utanc vericidir. Bu ‘kitle’ hadisesi oteden beri asabimi kaldirir durur zaten. Isimize geldiginde kendimizi one cikarmak isteriz, isimize geldiginde kendimizi kitle denen soyutlamanin bi parcasi telakki edip ona gore laf ve hareket ederiz. Soz ustaligi gibi seyler de bence daa yuksek ve okuma/ calisma/ yetenek cinsinden faktorlere ihtiyac gosteren hallerdir. Biz burada kendi capimizda bazi kelime canbazliklari yapmaktayizdir. Ben kendi hesabima bu canbazliklari bile kimi zaman ‘can-geza'(ruh sikici) bulmaktayim. Dolayisiyla bi can ortaya koymak hic soz konusu olmadigi gibi, bence bi ustalik, huner, maharetten ziyade, bi marifetten bahsedilebilir en fazla. Epiphany’nin yazisina gosterilen reaksiyonlar, aslinda gayet iyi. Zira arada edilen satasma laflari da olsa, bunlar anlamak ve anlatmak yolunda daha cok caba sarfedilmesi gerektigine vurgu yapiyorlar.
Epiphany bi problemden bahsediyor dille ilgili. Biz de bu problemi anlamak istiyoruz. E bunun yolu da problemi mumkun mertebe iyi tarif etmeye calismaktan gecer. Ordan buraya atlayip ucan cumleler, fikr-i takip zincirini bozan benzetmeler, aklimagelmiskensunudaarayasikistiriyim tarzi saplamalar olunca ne oluyor? Bizim de dikkatimiz esas olarak anlatilmaya calisilan konu yerine, Epiphany’nin bu konuya bakarken durdugu yere cekiliyor. Epiphany de bu durdugu yerden, ‘anlamadiysaniz anlamadiniz; o zaman bu konu hakkinda niye bu kadar konusuyosunuz’ diyor. E simdi kendisinin bu blogda ifade etmeye calistigi durumun icinde kalmadik mi? Yine Epiphany’nin dedigi gibi simdi de ‘careyi unutmak da bulup’, bu durumu umursamayip kendi yolumuzda devam mi edicez? Anlatmayi dusundugumuz seyi, en iyi ve en anlasilir sekilde ifade edinceye kadar debelenmiycek miyiz?
Arada birbirimize takilabiliriz, hatta gecirebiliriz, hatta nefret edip gozum gormesin falan da diyebiliz. Ama yapmamiz gereken seyi, yani anlasilir ve duzgun ifade etmeyi, zaten esas olarak baskalari icin diil, kendimiz
icin yapmaktayizdir. Eger yazdigimiz sey uzerinde yuksek bi konsantrasyon saglarsak; yazimizi imla, sentaks ve butunluk acisindan tekrar okursak, yaziyi baskalarinin da okuyacagi gercegini unutmazsak, ortaya zaten hem kendimizi memnun eden hem baskalarinin beyninin icine kadar gidebilen bisiy cikicaktir. O vakit iletisim hatlari acilip rahatliycak, yerli yersiz serit degistirmeler ortadan kalkacak, sebepsiz yere frene basilmayacak ve yazicilar birbirlerinin kalemine saygi duyarak yazicaklardir.
Birden dusundum de, aslinda cok sikici ve uyuz bi hal bu. Gayet humanist ve de konformist ve hatta consensusist bi durum. Bize gore, bizim dilimize gore diil. Ameximes’in dedigi ‘birbirinden nefret eden ama bunun nedenini bilmeyen’ insanlarin hali bana nedense daha samimi geliyor. Ne de olsa sozlu gelenegin yaziliya 10 bastigi, hissiyatin bilgiye galebe caldigi ve insanlarin dovuserek rahatladigi bi gelenekten geliyoruz. Kaderden kacilmaz. Boyle itiserek felan devam edelim. Gittigi yere kadar.
aman bre ameximes, şuurunuzu mu kaybettiniz? neler diyorsunuz? kitle, verim, kazandırma, düşünce gibi kelimeler kullanılır mı? insan kendini kendi elleriyle ateşe atar mı? sonra neler demezler size o söz ustaları? bir de kitleye artı ivme kazandırmaktan bahsediyorsunuz, bilmez misiniz justine-thedublefantoma’nın her bir ahkamı 10 blog gücündedir.
aman aman diyorum, şöyle bir nefes alalım, sakinleşelim, kendimize gelelim, gereksiz ivme yaratmayalım.