Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan

SAYIN NETWORK OKUYUCU VE YAZARLARI!
Bu da nereden çıkti demeyin. İdamlarının ardından geçen 35 sene sonra bu konuya değinmenin anlamı nedir, neden bu konu, neden bu üç insan bugün konu ediliyor demeyin. Çünkü bu üç ODTÜ’lü genç beyin, Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya çalışan, Türkiye’mizi parçalamayı düşleyen faşist ve emperyalist güçlere karşı çıkan TÜRKİYE’Yİ ve TÜRK halkını seven onların geleceğini düşünerek, eylemlere katılan kişilerdi.İşte bunun için. bugün çoğunuzun bilmediği bu isimleri ve onların yargılanma ortamlarını ve arkasında yatan siyasi oyunları siz genç nesil vatanseverlere duyurmak ve hatta külleri artık tümüyle soğuyan ateşi birazcık da olsa kıvılcımlaştırmayı düşlüyorumBu konu ile ilgili aşağıdaki yazı ve alıntılar, Nihat Behram tarafından yazılan ve 1998 yılında “Gendaş A.Ş” tarafından yedi baskı yapan “DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN” kitabından aktarılmaktadır.Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan yakın tarihimizin simgeleşmiş adlarından üçüdür. Bilindiği gibi bu üç genç “12 Mart Dönemi”nin karanlık günlerinde, 6 Mayıs 1972 sabahı darağacına çıkarıldılar.12 Mart’ın hukuk anlayışının bir göstergesi ve sonucu olan bu infazlar yıllardır kamuoyunun vicdanını rahatsız etmiş ve etmektedir. 12 Mart darbecileri bu üç gencin muhalif etkinliklerine son vermek, onların birer mitos olma potansiyellerini engellemek amacıyla yaşamları ve son dönemlerine ilişkin her şeyi bir sis perdesi altında tutmaya çalıştılar.1976 yılının Mayıs’ında, üç gencin darağacında can verişlerinin dördüncü yılında, bu sis perdesi “Darağacında Üç Fidan”ın yayımlanmasıyla aralandı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yaşamları, son günleri, son sözleri aynı kuşağın şair ve yazan Nihat Behram’ın kaleminden kamuoyuna yansıdı.VE DENIz, YUSUF, HÜSEYIN’IN DıŞARDA SON GÜNLERI12 Mart’la başlayan dönem Türkiye’nin üstündeki karartıyı daha da yoğunlaştırmıştı. Sözde “söz özgürlüğü, düşünce özgürlüğü” denen şey, artık sözde bile değildi. Özellikle 19676B’lerden sonra giderek yaygınlaşan toplumsal, ekonomik ve siyasal huzursuzluk, 12 Mart’la birlikte, tek taraflı olarak, bu kez sıkıyönetim uygulamalarıyla sürdürülmeye başlandı. Yıl be yıl sıçramalarla gelen bu gerginlik, mücadele biçimlerinde de karşılıklı olarak çok çeşitli boyutlara varmıştı. Artık tutuklanmalar, öldürülmeler, işkenceler her günün haberleri arasındaydı. Sıkıyönetimin kendi içindeki ilk acemiliği sonunda, birçok Sıkıyönetim Mahkemesi, önceden (ve bilinen yöntemlerle) bulunan suçlulan, yargılamaya başladı. Bu mahkemelerden bir çoğu, sanıkları “ölüm istemi”yle yargılıyordu. Ölümle yargılanmak da sıradan bir yargılama biçimi olmuştu. Türkiye’deki, siyasal yargılama tarihinde ender uygulanmış maddeler, bu dönemde günlük istekler arasındaydı. Yüzlerce sanığın ölümle yargılanışına tanık olundu. Bunlardan üçünün, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e verilen hüküm İnfaz edildi.Çeşitli siyasal suçlardan aranan Deniz Gezmiş, 16.3.1971’de Gemerek’te yakalanmış. 16.3.1971’de tutuklanma kararı verilmişti. 5.4.1971’de tutuklanma karan verilen, Yusuf Aslan da Deniz’le birlikteyken Şarkışla’ da yakalanmıştı. 23.3.1971 tarihinde Pınarbaşı’nda yakalanan Hüseyin İnan 24.3.1971 tarihinde tutuklanmıştı.Bun son tutuklanışlarıydı üçünün de. Daha önce, özelliklle Deniz başta olmak üzere, birçok kez tutuklanmışlardı. Hele 1968-71 döneminde; içinde Deniz olsun olmasın, her hareketten sonra Deniz hakkında arama, tutuklama kararı verilirdi. Üçü de çeşitli ceza evlerinde kalmışlardı daha önceleri; işkencelerden geçirilmişlerdi. Hüseyin’e, Filistin dönüşü yakalandığı Diyarbakır’da çok ağır işkenceler uygulanmıştı. Yine de istenilen ifadeler alınamamıştı.Bu son tutuklanışlarıydı. Bu tutuklanışlarıyla başlayan serüvenleri, ölümleriyİe sonuçlandı. Tutuklanma öncesinde bunu üçü de biliyordu. Artık hareketleri bir başka boyuta varmıştı. Öğrenci hareketi olmanın üstünde bir anlam taşıyordu. 12 Mart Muhtırasıyla birlikte eylemleri de yoğunluk kazandı. Bir süre sonra Ankara’dan ayrıldılar. Şarkışla’ya doğru yola çıktılar. Elazığ yöresinde bir köprüde kendileriyle birlikte Ankara’dan ayrılan Sinan’la buluşacaklardı, Nurhak Dağları’ndaki barınaklarına gideceklerdi. Şarkışla’da bir kuşku üzerine çevrildiler. İsteseler ellerindeki otomatik silahlarla kendilerini çevirenlerden bir anda sıyrılabilirlerdi.O güne dek silahlarını öldürmek için ateşlememişlerdi… Öldürme duygusu onları her zaman tedirgin etmişti. Özellikle en yakın arkadaşları Sinan, bu konuda alabildiğine titiz davranırdı…

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan
Deniz Gezmiş

Dört Amerikalıyı esir alıp kaçırdıklarında Sinan da, Deniz de, Yusuf da ellerindeki tutsakları öldürmek zorunda kalabileceklerini dÜşünmek bile istemiyorlardı… Sinan, böyle bir olasılık aklına düşmesin diye sürekli uzak duruyor, konuşmalara katılmıyordu. Deniz, “bunlar nesnel olarak ölümü haketseler de, öznel olarak suçsuz insanlar” diye düşünüyordu.Amerikalıları esir aldıklarının ertesi günü, içlerinden birinin gizlice karısına yazdığı mektubu yakaladılar. Amerikalı karısına, “artık görüşmeyeceğiz” diye yazmıştı. Deniz mektubu okurken oldukça hüzünlenmişti. Mektubu yakalatan Amerikalı çavuşsa, çok korkmuş, Deniz’e “kansının hamile olduğunu” söylüyordu. Deniz “üzülme görüşürsünüz” diye avutmuştu onu.İşte aynı duygu Şarkışla’da Deniz’in içini kaplamıştı. Çevrilmişlerdi ve kaçmaları gerekiyordu. Yeri ve göğü ateşleyip döndüler. Döndüklerinde ilk kurşunu Yusuf yedi arkadan. Deniz, düşen Yusuf’a koştu. Bakıştılar; Yusuf, Deniz kaçsın istedi; o Yusuf’u kaçırmak istedi. Hayatları saniyelerle çevriliydi. Bakıştılar ve Deniz sıyrılıp kaçtı…Deniz seğirtirken içinden bir yanı kopmuş gibi duyuyordu Yusuf’u. Önünde araba duran bir kapıyı çaldı. Kapıyı açan kadına kocasını çağırmasını söyledi. Kadın ansızın kapıyı örtünce, silahını kilide doğru çalıştırdı.. Deniz’in hiç istemediği bir şey olmuş; kapının öbür yanındaki kadın yaralanmıştı. Kocası geldi. Arabaya bindiler. Deniz arabanın yönünü, Yusuf’un kendinden koparıldığı yana, çevirdi. Orada bir iki tur attı. Ve dışarı doğru ”Yusuf, Yusuf’ diye seslendi. Kendi sesi ve motor gürültüsü dışında bir ses alamıyordu. “Yusuf’u öldürdüler” diye geçirdi içinden. Yüzündeki çizgiler gerildi. Metin ve kararlı olması gerektiğini mırıldandı kendi kendine. Metin ve kararlı olmak onun ilk gençliğinden beri en temel niteliğiydi.Arabasını aldığı Astsubay İbrahim Fırıncı’ya, Şarkışla dışına çıkmasını söyledi. Gemerek’e doğru yöneldiler, Astsubay’a kansının yaralanmasından duyduğu üzüntüyü belirtip, tedavisi için para verdi. “Şu beş yüz lirayla tedavi ettirin. Korkmayın bankanın parası değil, harçlığımdan veriyorum. Bu 10 lira da bana yeter” demişti.Yolda iki kez barikatla karşılaştılar. Silahına sarılıp ikisinden de sıyrıldı. Öldürmek amacıyla ateşlemedi silahını. Çevredekilerin ayakları dibine ve başları üstüne doğru yön veriyordu kurşunlara. Deniz keskin nişancıydı. Koşarken uzakta küçük bir hedefi ilk atışta vurabilirdi.Gemerek’e yaklaştıklarında bir benzin istasyonu çevresinde yolun kesilmiş olduğunu gördü. Belediye hoparlöründen bir ses sürekli ortalığı çınlatıyordu. Deniz’in Gemerek yönünde geldiğini duyuruyor, herkesi “bu kanun kaçağının” yakalanması için seferber olmağa çağırıyordu.Deniz bundan sonraki anısını hücresinde Niyazi Ağırnaslı’ya şöyle anlatmıştı:”Uzaktan, bir benzin istasyonunun yakınında yolun kesildiğini görünce direksiyonu tarlalara doğru kır dedim. Biraz sonra arabadan indim, kaçmaya başladım. Bu arada, etraftan sesler, anonslar geliyordu. Bir kalabalık dörder beşer kişilik gruplar halinde bana doğru sokuluyordu. Elimdeki makineliyle etrafa, yere, havaya doğru ateş açtım. Kalabalık kaçıştı. İçlerinden bir sivil kaçamadı. Onu yakaladım. Kimsin ne istiyorsun benden? diye sordum. Ayaklarıma kapandı. Beni çocuklarıma bağışla yiğidim, diye yalvarıyordu. Omuzuna ayağımla vurdum. Kalk çabuk defol yanımdan dedim. Belediye başkanıymış. Kalktı ve kaçmaya başladı…”Deniz bir süre tarlalara doğru yön aldı. Seğirtti ve önüne gelen bir çukura girdi. Silahında iki mermisi kalmıştı. “Biri kendime, biri hedefe” diye geçirdi içinden. Gözü gökyüzüne takıldı. Kısacık genç ömrü bir geldi, bir gitti gözü önüne. Mermilerden kendine ayırdığını kalbine sıkmayı geçirdi içinden. Bir an ince bir duyguyla sarsıldı.”Kalbe girecek bir mermi… Kalbinden giren bir mermiyle intihar… “Sanki soyut bir şeyler vardı kalbe sıkılan mermiyle ölmede. Deniz bunu düşünürken duygulanıyordu. Ölümü kalbinden olsun istemiyordu. Kendini beynine saplanacak bir kurşunla öldürmek daha somuttu. Düşünceleri beyni ve kalbi arasında gidip gelirken, yakınlaşan seslerle irkilip doğruldu. Yukarı baktı. Yukarda yalnızca gökyüzü görünüyordu. O anda vazgeçti kendini vurmaktan “İşkence acılan unutulur” diye geçirdi içinden. Yaşamaya olan inancı baskın geldi.”Teslim ol” diye bağırıyorlardı.”Sonunda ölüm de olsa konuşmam,” diye mırıldandı; “işkence acıları unutulur, dik yaşamak iz bırakır hayatta…” Bu onun son yakalanışıydı.Yakalayanların tümünden uzundu boyu. Büyük bir telaş içindeydiler. Yere bıraktığı silahını kaptılar hemen. Deniz Yusuf’u geçirdi aklından. Bir yandan onu öldü sanıyor’, bir yandan yaşıyor olması umudunu taşıyordu içinde. Gemerek’ten Kayseri’ye, oradan da Ankara’ya getirildi. Devrin İçişleri Bakanı’nın karşısına çıkarıldı. Onun sorularına gereken yanıtı verdi. Tutuklanıp Merkez Cezaevi’nde hücreye konuldu. Avukatı Niyazi Ağırnaslı uzun bir uğraştan sonra onunla görüşmeyi başardı. Deniz görüşme yerine getirildiğinde ilk sözü “Yusuf sağ mı?” oldu.Yusuf vurulup düştüğü buzlamış yerde, iki saate yakın uzandı durdu. Öylece beklettiler. Sonra götürmek için aldılar. Yarı baygındı. Bir yandan vuruyorlardı. Darbeler indikçe ayılıyor, sonra yine kendinden geçiyordu. Bir binaya getirip yatırdılar. “Kimsin?” diyorlardı. Yusuf’un, yarı baygın gözlerinden, Deniz’in görüntüsü geçiyordu. “Belki yakalanmamıştır, ismimi söylememeliyim…” diye kendine diş geçiriyordu.Odaya getirilen fotoğraflar arasında onu tanıdılar. “Bu Yusuf Aslan” diye bağırırlarken, seslerinde hem gizli bir korku hem gizli bir sevinç vardı. O sırada odaya giren biri Gemerek’te Deniz’in yakalandığı haberini getirdi. Görevliler Yusuf’u soymuşlardı. Yaralı vücudundan hala kan sızmaktaydı. Akıp götürüyordu gücünü. Yusuf uzun süre çıplak kaldı. Bu çıplaklık keskin soğuk altında bir de zatürree bulaştırdı ona. Ve komaya girdi.Hüseyin, Deniz ve Yusuf’tan iki gün sonra, Ankara’dan ayrılacaktı. Denizler’in Sinan’la buluşup, Nurhak Dağları’ndaki barınaklarına varmalarından sonra, Hüseyin onlara katılacaktı.Deniz ve Yusuf’un Şarkışla’da çevrildiklerini, Deniz’in Gemerek’te, Yusuf’un Şarkışla’da vurularak yakalandığını Ankara’da, saklandığı yerde öğrendi. Onların yakalanmış olması Hüseyin’i çok etkiledi. Hüseyin’in çok sakin bir kişiliği vardı. Bir olay karşısında ilk tepkisi nedir, kolay kolay anlaşılmazdı. Deniz’in heyecanlı ve coşkulu oluşuna karşılık, Hüseyin daha çok sakin ve düşünceliydi. Fakat Denizler’in yakalanması karşısındaki etkilenişi, bakışlarında birden kendini göstermişti. Yine de kararlı sakinliğini yitirmemişti. Konuşmalarıyla, çevresinde umudu sarsılmaya yüz tutabilecekleri yatıştırıyordu. Ağzından ilk çıkan söz bir panik havasında olmanın tam tersine yatıştırıcı ve toparlayıcıydı.Sadece Yusuf’un sağlığı hakkında kaygılanıyordu. Ona aralıyken işkence yapabileceklerini düşünüyordu. Fakat Yusuf’un çok dayanıklı olduğunu söylüyordu. Onun daha önceki bir yakalanışında ağır işkenceler altında suçu, bulunan silahı kabullenmeyip, istedikleri ifadeyi vermediği için, serbest bırakıldığını düşünüyordu. Bu kez de konuşmayacağına inanıyordu.Denizler’in yakalandığı ilk andan itibaren onları kurtarabilmenin yollarını düşünmeye başladı. Yakalanma olayı Hüseyin’in Ankara’dan ayrılışını geciktirdi. Ankara’da bir yurtta kalıyordu. Denizler’in yakalanışından bir hafta sonra Ankara’dan ayrıldı. M. Nakipoğlu ile birlikte Pınarbaşı’na geldi. Gece yarısı, dayısının evine dayandı. Uzun bir yoldan geliyordu. Saatlerce yürümüşlerdi daha önce. Son derece yorgundular. Bir odaya çekilip uyudular.Sabaha karşı vurulan kapının gürültüsüyle uyandı Hüseyin. Bir an tedirgin davrandı. Sonra dedesinin sesini duydu. Kapıyı açtı. Karşısında dedesi duruyordu. İlerde, arkasında bir iki görevli vardı. Hüseyin birden irkilip içeri girmek istedi. Dedesi ona çevrenin çok sıkı sarıldığını, kurtulamıyacağını, kaçmaya çalışırsa vurulacağını, müsademenin köylüye zarar vereceğini söylüyor, teslim olmasını istiyordu. Hüseyin dedesine aradan çekilmesini, kurtulabileceğini söyledi. Dedesi yalvanr bir sesle ona öldürüleceğini, teslim olmasını öğütlüyordu.Hüseyin düşündü, düşündü ve teslim oldu. Görevliler hemen atılıp onu bağladılar. Dışan çıktığında dayısı, üç-dört görevli ve dedesinden başka kimseyi göremedi. Çok sonra dayısının, onu öldürülecek korkusuyla gidip “evimde” diye ihbar ettiğini, babasından öğrendi.Hüseyin kendisini ihbar ettikleri halde, hiçbir zaman dedesi ve dayısına intikam duygusu gütmedi. Hatta onlara acıdı da. Ve arkadaşlarına onları hain saymamalarını, bir gün onların da her şeyi anlayacağını, söyledi. İçerlediği tek şey çok az sayıda; üç-dört kişinin kendini teslim almasıydı. “Kurtulabilirdim” diyordu. Yakalanmasında onu inciten tek şey buydu.Deniz, Yusuf, Hüseyin yakalanmış ve tutuklanmışlardı. Yusuf hastanede, Deniz ve Hüseyin cezaevinde hücrelerinde mahkeme günlerini beklemeye başladılar…(devam edecek)