Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan
SAYIN NETWORK OKUYUCU VE YAZARLARI!
Bu da nereden çıkti demeyin. İdamlarının ardından geçen 35 sene sonra bu konuya değinmenin anlamı nedir, neden bu konu, neden bu üç insan bugün konu ediliyor demeyin. Çünkü bu üç ODTÜ’lü genç beyin, Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya çalışan, Türkiye’mizi parçalamayı düşleyen faşist ve emperyalist güçlere karşı çıkan TÜRKİYE’Yİ ve TÜRK halkını seven onların geleceğini düşünerek, eylemlere katılan kişilerdi.İşte bunun için. bugün çoğunuzun bilmediği bu isimleri ve onların yargılanma ortamlarını ve arkasında yatan siyasi oyunları siz genç nesil vatanseverlere duyurmak ve hatta külleri artık tümüyle soğuyan ateşi birazcık da olsa kıvılcımlaştırmayı düşlüyorumBu konu ile ilgili aşağıdaki yazı ve alıntılar, Nihat Behram tarafından yazılan ve 1998 yılında “Gendaş A.Ş” tarafından yedi baskı yapan “DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN” kitabından aktarılmaktadır.Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan yakın tarihimizin simgeleşmiş adlarından üçüdür. Bilindiği gibi bu üç genç “12 Mart Dönemi”nin karanlık günlerinde, 6 Mayıs 1972 sabahı darağacına çıkarıldılar.12 Mart’ın hukuk anlayışının bir göstergesi ve sonucu olan bu infazlar yıllardır kamuoyunun vicdanını rahatsız etmiş ve etmektedir. 12 Mart darbecileri bu üç gencin muhalif etkinliklerine son vermek, onların birer mitos olma potansiyellerini engellemek amacıyla yaşamları ve son dönemlerine ilişkin her şeyi bir sis perdesi altında tutmaya çalıştılar.1976 yılının Mayıs’ında, üç gencin darağacında can verişlerinin dördüncü yılında, bu sis perdesi “Darağacında Üç Fidan”ın yayımlanmasıyla aralandı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yaşamları, son günleri, son sözleri aynı kuşağın şair ve yazan Nihat Behram’ın kaleminden kamuoyuna yansıdı.VE DENIz, YUSUF, HÜSEYIN’IN DıŞARDA SON GÜNLERI12 Mart’la başlayan dönem Türkiye’nin üstündeki karartıyı daha da yoğunlaştırmıştı. Sözde “söz özgürlüğü, düşünce özgürlüğü” denen şey, artık sözde bile değildi. Özellikle 19676B’lerden sonra giderek yaygınlaşan toplumsal, ekonomik ve siyasal huzursuzluk, 12 Mart’la birlikte, tek taraflı olarak, bu kez sıkıyönetim uygulamalarıyla sürdürülmeye başlandı. Yıl be yıl sıçramalarla gelen bu gerginlik, mücadele biçimlerinde de karşılıklı olarak çok çeşitli boyutlara varmıştı. Artık tutuklanmalar, öldürülmeler, işkenceler her günün haberleri arasındaydı. Sıkıyönetimin kendi içindeki ilk acemiliği sonunda, birçok Sıkıyönetim Mahkemesi, önceden (ve bilinen yöntemlerle) bulunan suçlulan, yargılamaya başladı. Bu mahkemelerden bir çoğu, sanıkları “ölüm istemi”yle yargılıyordu. Ölümle yargılanmak da sıradan bir yargılama biçimi olmuştu. Türkiye’deki, siyasal yargılama tarihinde ender uygulanmış maddeler, bu dönemde günlük istekler arasındaydı. Yüzlerce sanığın ölümle yargılanışına tanık olundu. Bunlardan üçünün, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e verilen hüküm İnfaz edildi.Çeşitli siyasal suçlardan aranan Deniz Gezmiş, 16.3.1971’de Gemerek’te yakalanmış. 16.3.1971’de tutuklanma kararı verilmişti. 5.4.1971’de tutuklanma karan verilen, Yusuf Aslan da Deniz’le birlikteyken Şarkışla’ da yakalanmıştı. 23.3.1971 tarihinde Pınarbaşı’nda yakalanan Hüseyin İnan 24.3.1971 tarihinde tutuklanmıştı.Bun son tutuklanışlarıydı üçünün de. Daha önce, özelliklle Deniz başta olmak üzere, birçok kez tutuklanmışlardı. Hele 1968-71 döneminde; içinde Deniz olsun olmasın, her hareketten sonra Deniz hakkında arama, tutuklama kararı verilirdi. Üçü de çeşitli ceza evlerinde kalmışlardı daha önceleri; işkencelerden geçirilmişlerdi. Hüseyin’e, Filistin dönüşü yakalandığı Diyarbakır’da çok ağır işkenceler uygulanmıştı. Yine de istenilen ifadeler alınamamıştı.Bu son tutuklanışlarıydı. Bu tutuklanışlarıyla başlayan serüvenleri, ölümleriyİe sonuçlandı. Tutuklanma öncesinde bunu üçü de biliyordu. Artık hareketleri bir başka boyuta varmıştı. Öğrenci hareketi olmanın üstünde bir anlam taşıyordu. 12 Mart Muhtırasıyla birlikte eylemleri de yoğunluk kazandı. Bir süre sonra Ankara’dan ayrıldılar. Şarkışla’ya doğru yola çıktılar. Elazığ yöresinde bir köprüde kendileriyle birlikte Ankara’dan ayrılan Sinan’la buluşacaklardı, Nurhak Dağları’ndaki barınaklarına gideceklerdi. Şarkışla’da bir kuşku üzerine çevrildiler. İsteseler ellerindeki otomatik silahlarla kendilerini çevirenlerden bir anda sıyrılabilirlerdi.O güne dek silahlarını öldürmek için ateşlememişlerdi… Öldürme duygusu onları her zaman tedirgin etmişti. Özellikle en yakın arkadaşları Sinan, bu konuda alabildiğine titiz davranırdı…
Deniz Gezmiş
Dört Amerikalıyı esir alıp kaçırdıklarında Sinan da, Deniz de, Yusuf da ellerindeki tutsakları öldürmek zorunda kalabileceklerini dÜşünmek bile istemiyorlardı… Sinan, böyle bir olasılık aklına düşmesin diye sürekli uzak duruyor, konuşmalara katılmıyordu. Deniz, “bunlar nesnel olarak ölümü haketseler de, öznel olarak suçsuz insanlar” diye düşünüyordu.Amerikalıları esir aldıklarının ertesi günü, içlerinden birinin gizlice karısına yazdığı mektubu yakaladılar. Amerikalı karısına, “artık görüşmeyeceğiz” diye yazmıştı. Deniz mektubu okurken oldukça hüzünlenmişti. Mektubu yakalatan Amerikalı çavuşsa, çok korkmuş, Deniz’e “kansının hamile olduğunu” söylüyordu. Deniz “üzülme görüşürsünüz” diye avutmuştu onu.İşte aynı duygu Şarkışla’da Deniz’in içini kaplamıştı. Çevrilmişlerdi ve kaçmaları gerekiyordu. Yeri ve göğü ateşleyip döndüler. Döndüklerinde ilk kurşunu Yusuf yedi arkadan. Deniz, düşen Yusuf’a koştu. Bakıştılar; Yusuf, Deniz kaçsın istedi; o Yusuf’u kaçırmak istedi. Hayatları saniyelerle çevriliydi. Bakıştılar ve Deniz sıyrılıp kaçtı…Deniz seğirtirken içinden bir yanı kopmuş gibi duyuyordu Yusuf’u. Önünde araba duran bir kapıyı çaldı. Kapıyı açan kadına kocasını çağırmasını söyledi. Kadın ansızın kapıyı örtünce, silahını kilide doğru çalıştırdı.. Deniz’in hiç istemediği bir şey olmuş; kapının öbür yanındaki kadın yaralanmıştı. Kocası geldi. Arabaya bindiler. Deniz arabanın yönünü, Yusuf’un kendinden koparıldığı yana, çevirdi. Orada bir iki tur attı. Ve dışarı doğru ”Yusuf, Yusuf’ diye seslendi. Kendi sesi ve motor gürültüsü dışında bir ses alamıyordu. “Yusuf’u öldürdüler” diye geçirdi içinden. Yüzündeki çizgiler gerildi. Metin ve kararlı olması gerektiğini mırıldandı kendi kendine. Metin ve kararlı olmak onun ilk gençliğinden beri en temel niteliğiydi.Arabasını aldığı Astsubay İbrahim Fırıncı’ya, Şarkışla dışına çıkmasını söyledi. Gemerek’e doğru yöneldiler, Astsubay’a kansının yaralanmasından duyduğu üzüntüyü belirtip, tedavisi için para verdi. “Şu beş yüz lirayla tedavi ettirin. Korkmayın bankanın parası değil, harçlığımdan veriyorum. Bu 10 lira da bana yeter” demişti.Yolda iki kez barikatla karşılaştılar. Silahına sarılıp ikisinden de sıyrıldı. Öldürmek amacıyla ateşlemedi silahını. Çevredekilerin ayakları dibine ve başları üstüne doğru yön veriyordu kurşunlara. Deniz keskin nişancıydı. Koşarken uzakta küçük bir hedefi ilk atışta vurabilirdi.Gemerek’e yaklaştıklarında bir benzin istasyonu çevresinde yolun kesilmiş olduğunu gördü. Belediye hoparlöründen bir ses sürekli ortalığı çınlatıyordu. Deniz’in Gemerek yönünde geldiğini duyuruyor, herkesi “bu kanun kaçağının” yakalanması için seferber olmağa çağırıyordu.Deniz bundan sonraki anısını hücresinde Niyazi Ağırnaslı’ya şöyle anlatmıştı:”Uzaktan, bir benzin istasyonunun yakınında yolun kesildiğini görünce direksiyonu tarlalara doğru kır dedim. Biraz sonra arabadan indim, kaçmaya başladım. Bu arada, etraftan sesler, anonslar geliyordu. Bir kalabalık dörder beşer kişilik gruplar halinde bana doğru sokuluyordu. Elimdeki makineliyle etrafa, yere, havaya doğru ateş açtım. Kalabalık kaçıştı. İçlerinden bir sivil kaçamadı. Onu yakaladım. Kimsin ne istiyorsun benden? diye sordum. Ayaklarıma kapandı. Beni çocuklarıma bağışla yiğidim, diye yalvarıyordu. Omuzuna ayağımla vurdum. Kalk çabuk defol yanımdan dedim. Belediye başkanıymış. Kalktı ve kaçmaya başladı…”Deniz bir süre tarlalara doğru yön aldı. Seğirtti ve önüne gelen bir çukura girdi. Silahında iki mermisi kalmıştı. “Biri kendime, biri hedefe” diye geçirdi içinden. Gözü gökyüzüne takıldı. Kısacık genç ömrü bir geldi, bir gitti gözü önüne. Mermilerden kendine ayırdığını kalbine sıkmayı geçirdi içinden. Bir an ince bir duyguyla sarsıldı.”Kalbe girecek bir mermi… Kalbinden giren bir mermiyle intihar… “Sanki soyut bir şeyler vardı kalbe sıkılan mermiyle ölmede. Deniz bunu düşünürken duygulanıyordu. Ölümü kalbinden olsun istemiyordu. Kendini beynine saplanacak bir kurşunla öldürmek daha somuttu. Düşünceleri beyni ve kalbi arasında gidip gelirken, yakınlaşan seslerle irkilip doğruldu. Yukarı baktı. Yukarda yalnızca gökyüzü görünüyordu. O anda vazgeçti kendini vurmaktan “İşkence acılan unutulur” diye geçirdi içinden. Yaşamaya olan inancı baskın geldi.”Teslim ol” diye bağırıyorlardı.”Sonunda ölüm de olsa konuşmam,” diye mırıldandı; “işkence acıları unutulur, dik yaşamak iz bırakır hayatta…” Bu onun son yakalanışıydı.Yakalayanların tümünden uzundu boyu. Büyük bir telaş içindeydiler. Yere bıraktığı silahını kaptılar hemen. Deniz Yusuf’u geçirdi aklından. Bir yandan onu öldü sanıyor’, bir yandan yaşıyor olması umudunu taşıyordu içinde. Gemerek’ten Kayseri’ye, oradan da Ankara’ya getirildi. Devrin İçişleri Bakanı’nın karşısına çıkarıldı. Onun sorularına gereken yanıtı verdi. Tutuklanıp Merkez Cezaevi’nde hücreye konuldu. Avukatı Niyazi Ağırnaslı uzun bir uğraştan sonra onunla görüşmeyi başardı. Deniz görüşme yerine getirildiğinde ilk sözü “Yusuf sağ mı?” oldu.Yusuf vurulup düştüğü buzlamış yerde, iki saate yakın uzandı durdu. Öylece beklettiler. Sonra götürmek için aldılar. Yarı baygındı. Bir yandan vuruyorlardı. Darbeler indikçe ayılıyor, sonra yine kendinden geçiyordu. Bir binaya getirip yatırdılar. “Kimsin?” diyorlardı. Yusuf’un, yarı baygın gözlerinden, Deniz’in görüntüsü geçiyordu. “Belki yakalanmamıştır, ismimi söylememeliyim…” diye kendine diş geçiriyordu.Odaya getirilen fotoğraflar arasında onu tanıdılar. “Bu Yusuf Aslan” diye bağırırlarken, seslerinde hem gizli bir korku hem gizli bir sevinç vardı. O sırada odaya giren biri Gemerek’te Deniz’in yakalandığı haberini getirdi. Görevliler Yusuf’u soymuşlardı. Yaralı vücudundan hala kan sızmaktaydı. Akıp götürüyordu gücünü. Yusuf uzun süre çıplak kaldı. Bu çıplaklık keskin soğuk altında bir de zatürree bulaştırdı ona. Ve komaya girdi.Hüseyin, Deniz ve Yusuf’tan iki gün sonra, Ankara’dan ayrılacaktı. Denizler’in Sinan’la buluşup, Nurhak Dağları’ndaki barınaklarına varmalarından sonra, Hüseyin onlara katılacaktı.Deniz ve Yusuf’un Şarkışla’da çevrildiklerini, Deniz’in Gemerek’te, Yusuf’un Şarkışla’da vurularak yakalandığını Ankara’da, saklandığı yerde öğrendi. Onların yakalanmış olması Hüseyin’i çok etkiledi. Hüseyin’in çok sakin bir kişiliği vardı. Bir olay karşısında ilk tepkisi nedir, kolay kolay anlaşılmazdı. Deniz’in heyecanlı ve coşkulu oluşuna karşılık, Hüseyin daha çok sakin ve düşünceliydi. Fakat Denizler’in yakalanması karşısındaki etkilenişi, bakışlarında birden kendini göstermişti. Yine de kararlı sakinliğini yitirmemişti. Konuşmalarıyla, çevresinde umudu sarsılmaya yüz tutabilecekleri yatıştırıyordu. Ağzından ilk çıkan söz bir panik havasında olmanın tam tersine yatıştırıcı ve toparlayıcıydı.Sadece Yusuf’un sağlığı hakkında kaygılanıyordu. Ona aralıyken işkence yapabileceklerini düşünüyordu. Fakat Yusuf’un çok dayanıklı olduğunu söylüyordu. Onun daha önceki bir yakalanışında ağır işkenceler altında suçu, bulunan silahı kabullenmeyip, istedikleri ifadeyi vermediği için, serbest bırakıldığını düşünüyordu. Bu kez de konuşmayacağına inanıyordu.Denizler’in yakalandığı ilk andan itibaren onları kurtarabilmenin yollarını düşünmeye başladı. Yakalanma olayı Hüseyin’in Ankara’dan ayrılışını geciktirdi. Ankara’da bir yurtta kalıyordu. Denizler’in yakalanışından bir hafta sonra Ankara’dan ayrıldı. M. Nakipoğlu ile birlikte Pınarbaşı’na geldi. Gece yarısı, dayısının evine dayandı. Uzun bir yoldan geliyordu. Saatlerce yürümüşlerdi daha önce. Son derece yorgundular. Bir odaya çekilip uyudular.Sabaha karşı vurulan kapının gürültüsüyle uyandı Hüseyin. Bir an tedirgin davrandı. Sonra dedesinin sesini duydu. Kapıyı açtı. Karşısında dedesi duruyordu. İlerde, arkasında bir iki görevli vardı. Hüseyin birden irkilip içeri girmek istedi. Dedesi ona çevrenin çok sıkı sarıldığını, kurtulamıyacağını, kaçmaya çalışırsa vurulacağını, müsademenin köylüye zarar vereceğini söylüyor, teslim olmasını istiyordu. Hüseyin dedesine aradan çekilmesini, kurtulabileceğini söyledi. Dedesi yalvanr bir sesle ona öldürüleceğini, teslim olmasını öğütlüyordu.Hüseyin düşündü, düşündü ve teslim oldu. Görevliler hemen atılıp onu bağladılar. Dışan çıktığında dayısı, üç-dört görevli ve dedesinden başka kimseyi göremedi. Çok sonra dayısının, onu öldürülecek korkusuyla gidip “evimde” diye ihbar ettiğini, babasından öğrendi.Hüseyin kendisini ihbar ettikleri halde, hiçbir zaman dedesi ve dayısına intikam duygusu gütmedi. Hatta onlara acıdı da. Ve arkadaşlarına onları hain saymamalarını, bir gün onların da her şeyi anlayacağını, söyledi. İçerlediği tek şey çok az sayıda; üç-dört kişinin kendini teslim almasıydı. “Kurtulabilirdim” diyordu. Yakalanmasında onu inciten tek şey buydu.Deniz, Yusuf, Hüseyin yakalanmış ve tutuklanmışlardı. Yusuf hastanede, Deniz ve Hüseyin cezaevinde hücrelerinde mahkeme günlerini beklemeye başladılar…(devam edecek)
yorumlar
Bu kitabı ben de okumuştum ve çok duygulanmıştım. Tekrar hatırlattığınız için teşekkür ederim. Yeniden aynı duyguları yaşadım.
sayın sinemasever, harun karadeniz’in “olaylı yıllar ve gençlik” derlemesinden de haberiniz varsa dem vurunuz :)araya ekliyeyim; zafer cilasun tarafından okunan idâm ilâmı mp3 (iki üç güne kalmaz silinir, 45’likler grubundan alınma)
çok başarılı bir kitaptır bu. Umarım yeni nesil de okur ve bilinir herşey tüm gerçekliğiyle.teşekkür ederiz sinemasever, hatırlattığın için.
Sayın “sinemasever”; yüreğinize sağlık…Sayın “benbey”; rahmetli Harun Karadeniz’in kitabını okuduğunuza göre, nasıl öldüğünü de sanırım bilirsiniz…Sayın Karadeniz; İTÜ’deki öğrenci olayları sırasında koluna aldığı darbenin etkisiyle, kansere yakalanıyor, tutsak kaldığı günlerde de kanser illeti ilerledikçe ilerliyor, ama 12 Mart cuntacıları İngiltere’ye tedavi için gönderilmesine izin vermiyor ve kolu kesiliyor…Ve 1975 Ağustos’un da yitirdik kendisini…Eşi Hülya tek kızıyla kaldı ardından…Ve daha nice değerlerimiz yitirildi; “bağımsız ülkem, egemen ulusum” diye diye…Oysa Amerikan emperyalizmine başkaldırdı bu gençler; Kemal ATATÜRK’ün yedi düvelimize başkaldırdığı gibi…Ama nedense onların; özgürlük-bağımsızlık-demokrasi savaşımları günümüz gençlerine yanlış anlatıldı…Onlar Kemal Atatürk gibi emperyalistlere / sömürgecilere direniyorlardı. Bugün bunları dile getirdiğimizde; yanlış bilgilendirilenler / bilmeyenler karşı çıkıyorlar, sanki Denizler’in savaşımları başka alanda ve anlamdaymış gibi…
Gülünün Solduğu Akşam ‘da unutulmamali bu arada.
Sevgili Benbey kardeşim,İdam cezası haberinin radyoda Zafer Celasun tarafından okunan ses bandına burada yer vermeniz gerçekten mükemmel. Teşekkür ederim. Tüm devrimci, Atatürk gençliği ve emperyalist düzene karşı çıkan tüm yurtseverler adına teşekkür ederim.sevgiyle kalın, sinemasız kalmayın
“Düşmesin bizimle yolaEvinde ağlayanların göz yaşlarınıBoynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar.”
Internet’te araştırma yaparken Zihni Çetiner’in “Bir Devrimcinin Öyküsü” başlıklı yazısına rastladım. İlginizi çeker umuduyla, paylaşmak isterimsevgiyle kalın, sinemasız kalmayın
tören adımlarıyla ölmekne garip şey annekanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyumbütün gözler üstümdesürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyunmasa üstünde üşüyen bir sigarayanında küçücük bir cam bardakiçinde rengi bu gecenincılız titrek bir kibritkağıt kalemsandalyegeride fluyağlıbüküm büküm bir ipve çingene kuralına uygundeğişmez dekoru muduridam mahkumununNevzat Celik` ten paylasmak istedim sizinle cok hos bir yazi elinize saglik.
sinemasever ve benbey teşekkürler…
noldu toplu olarak ağlamayamı başladınız. unuttuklarınızımı hatırladınız şaraplarınızı içerken yatınıza binerken çok uluslu şirketlerinize hizmet ederken nezih mekanlarınızda internet özgürlüğünüzü yaşarken. nostalji nostalji nostalji hayat sizin için hep kaybedilecek bir nostalji
internet amca internet amca lütfen söyle bana bir insanın ficudu nasıl olur da bir darbe alarak kansere yakalanabilir? acaba darbeyi vuran o kötü ellerdeki nesneye kanser mikropu neyin mi bulaştırmış olabilirler mi ? internet amca internet amca tastikli tiplomalarım neden işe yaramıyor neden internet amca neden ben böyleyim neden nedeeeen ? beni kurtar internet amca ne istersen yaparım her yolu deniyorum bu aklımla marjinallik peşinde koşuyorum ben neden hala böyleyim yoksa bu iş o tiplomalarla olmuyor mu? ya nasıl olmaz ben tastik bilem ettirdim ya çok yalnızım be internet amca.. internet amca zavallı geldim zavallı gidiyorum internet amca beni durdur lütfen. çakamadım kazığı gitti internet amca
Senin baban da unutulamayacak yaralarla evine dönseydi gözaltından, 12 Mart senin için de ağır bir yara olurdu sevgili “Düşler”.. Senin dizilerden izleyip, kitaplardan okuduğun o nostaljik darbe, benim için boyunda bir yağlı ilmek izi ve kaybolup gitmiş bir babaya duyulan hasrettir..Kimse bilmeden ahkam kesmesin!
dralivolkan kanımca yanlış kişiye yanlış algılarla sinirleniyorsunuz. ama zaten eğer gerçekten de babanızı böyle bir rezalet sonucunda kaybetmişseniz veya o tip bir zarar görmüşseniz artık siz farklı bir kategoridesiniz demektir. bu söylediğimde sizi alçaltan bir şey yok. hemen celallenmeyin. saddamın mahkemesi sırasında görevli hakimin zamanında saddamın soykırımına uğrayan yöreden olduğu ortaya çıktığında görevinden alınmıştı. tabiki babanızın acısına saygı duyarız. birilerinin acı çekmesi o konuyu bildiklerine işaret edebilir ama sizinkine yakın bir acı çekmeyen herkese de siz ne anlarsınızcı bakışınızla bir yere varılamaz. evet o çektiğiniz acıların karşılığında kayıplarınızı geri getirecek hiçbir şey olamaz ama toplum olarak varılması gereken yerler var. öyle hepsi unutulsun gitsin demiyorum işte arada fark var. zaten o tepki gösterdiğiniz yorumda da öyle denmiyordu.
Ben derdimi paylaşacak hiç kimseye sen ne anlarsın demem. Ama çıkıp da “noldu, ağlamaya mı başladınız?” dersen bu saygısızlıktır. Tamam olanları nostalji olarak gören, fikirlerinden dönmüş, hepsi hataydı diyen bir çok insan var; hakikaten gökdelenlerin tepelerinde “ne günlerdi be” diyerek içkilerini yudumlayan abiler de var. Ama bilip bilmeden herkesi aynı kefeye koyan fikirlere karşıyım.Kaldı ki, tıkılıp kalmışız sanal aleme, kendi kendimize çalıp söylüyoruz. Kimin umrunda? O zaman da öyleydi.. Darbe isteyen aydınlar sonra birer birer işkenceden geçirildiler.Özet olarak bir şey hissetmiyor olabilirsin. O günleri anlamak için yaşamak da gerekmez, ama, nooldu nostaljik dedeler tarzında yorum yaparsan kırıcı olur.
DUSLER ve be_goodie takma isimli kişilerin düşünceleri ve devrimci anlayışları daha doğrusu anlayamayışları çok açık ortada belli ki bu kişilerin ya tuzu kuru ya da akılları kıt. Neyin ne olduğunu anlayamaycak kadar. Belli ki daha çok gençler. Olsun onaların da fikirlerine saygı göstermek lazım. Günün birinde akıllanırlarsa, geçmiş olayları daha iyi analiz edip gelecekte zorluğa düşmezler.Sevgiyle kalın
off yaa sinemasever amca sen buralarda ilk yanılmıyorsam yeşilçamdan bahsetmeye başladın sonra ancak ve ancak cinsellik çekimserliği altında yazabileceğin saçma sapan şeyler copypaste ettin ona laf ettik ağlayarak eve gidip yazmış olduklarını sümüklerini silermiş gibi sildin. sonra bu konunun azıcık ucundan gösterdin ilk sana evet budur amca sen bu konuya eğil sen o zamanları görmüş yaşamışsın senin tecrübe ettiklerini yaşadıklarını aramızdan belki de kimse ortaya koyamacak olduğundan bu durumundan bizi de faydalandır diyen kimdi ? hafızanız da belki yaşınız dolayıosıyla biraz formundan düşmüş olabilir tabiki normaldir ona da saygımız var yeterki biraz da saygı göstermesini bilesiniz. ben düşler ile aynı fikirde olduğumu söyledim mi ? nasıl hemen de beni adamın yanlış anlaşıldığını söyledim diye onunla aynı kefeye koyabiliyorsunuz ya. hadi hafızayı geçtik okuduklarınızı anlayınız ama o kadarını bekliyoruz hadiimiz olmasa da.dralivolkan bak sonradan yazdıklarında düşlerin aslında söyledikleriyle örtüşen şeyler var aslında o da o bahsettiğin tıkılmışlıktan gökdelen tepelerinde ne günlerdi diye bardak tokuşturanlardan bahsediyorsun o da benzer şeylerden bahsediyordu ve sen dediğim gibi saygı gösterilebilinecek bir hassasiyetle celallendin durum bu.sinemasever e dönünce anlaşıldığı üzere yakın hafızanız ile sorunlar yaşamaktasınız aslında bu da iyi uzak hafıza sorunları olsaydı darbelerden de bahsedemiyor olacaktınız. burada iyi olan bir şey daha var o da darbelerin uzak hafızayla hatırlanabilinecek şeyler haline gelmiş olması. dediğim gibi yakın hafızanızı yoklarken güçlük çektiğiniz ortada ben size o zaman direk kendi yazdıklarımdan biraz hatırlatma yapayım kelime kelime olmasa da ; evet biz apolitize edildik. o dönemlerde olan biten hiçbir şey okullarda gösterilen hiçbir kitapta yoktu. siz o dönemleri birbir yaşamış birisi olduğunuzdan size göre onlardan bihaber olmak ne kadar imkansız ise bizim için de haberdar olmak bir o kadar zor hale getirildi. evet biz bilmiyoruz o yüzden cinsellik saçmalıklarını copy paste edeceğinize bunları anlatın anlatın yazın herşeyi aklınızda yer edebilmiş her türlü ayrıntıyı ama unutmayın biz o konulara tamamen uzaklaştırıldık bunu biz istemedik bizim kararımızla olmadı bu o yüzden bizlere birşeyler anlatacaksanız başımızın üstünde yeriniz var ama sakın siz ne anlarsınız gibi bir bakış açısıyla gelmeyin bu bütün çabalarınızı boşa çıkartacaktır dedim bunları diyen bendim şimdi kalkmış bana onlar ne anlarki diyorsun e ben sana artık ne diyeyim sinemasever insanı. gelmiş bir de utanmadan akılları kıt demişsin amca yağmur yağdığını farkedemiyorsan elindeki şemsiyeymiş ne farkeder
28 Şubatta olan pek uzak hafızamda değil. Burada yazı yazanların hiçbiri de çocuk değildi o zaman.Neyse ya. Artık bence önemli olan bu donanımı kimin nasıl kazandığı değil, buna sahip olması; bu duyarlılığa.Her yerde yorum olarak yazıyorum, düşünen insanlara ihtiyaç var diye. Bazılarına kızsam da düşünceleriniz çok önemli. TV de Kenan Evren gençlik tartışma programına çıkıyor, yaptıklarını komik askerlik anıları gibi anlatıyor, üniversite öğrencileri de deli gibi alkışlıyor bu adamı.Siz anlıyorsunuz demek istediğimi, bu ülkede bir nesil demir yumrukla tüketildi, sonraki ise türkü barlarda içip kaybolan nesile ağlayarak tükendi. Artık ortaya çıkıp bir şeyler söylemek zamanı.Bu arada, Faik Türün, Kenan Evren, Faruk Gürler… ne çok asker girmiş insanların hayatına.
ben asla bu söylediklerinizin üstünde düşünmeye değmez şeyler olduğunu söylemedim sevgili dralikovan
Tşekkür ediyorum size. Yorum yaptığınız, ilgili olduğunuz, değer verdiğiniz için.
benim babamda işgence gördü. bende işgence gördüm. o yüzden aklımda kıt benim yaşımda küçük. utançlarınızı ahlayarak vahlayarak bunları bilin nağmeleriyle kapatamazsınız. timsah gözyaşlarınızı saklayamazsınız. konuşuyorsak eğer elbet bir bildiğimiz var. -yarası olan gocunur. anlaşılmak istenen açıklar-
sonuçta dünyada darbe yapıp da hala hayatta kalabilen yani birşekilde yargılanmayan asılmayan çok az insan var kenan evren gibi. çünkü darbe zaten anladığım kadarıyla yasalara aykırı bir hareket 🙂 şimdi bu yukarıda radyoda okunan haberin linki verilmiş onu geçen günlerde dinledim adamın işlediği suçları saymışlar. dinlemeyen varsa dinlesin sütten çıkmış akkaşık gel bakiim seni asalım diye asmamışlar en azından o haberde söylenenler için sölüyorum.bu kenan evren darbesi için de hatırladığım çok az şeylerden bir tanesi o zaman asker şimdi de olduğu gibi çok seviliyordu. ben sonra dünyanın başka yerlerinde yapılan darbeleri gördüğümde askere karşı bir nefret vardı. ama buradaki tam tersiydi. burada insanlar asker gelsin de bizi kurtarsın istiyorlardı. asker de darbeden önce benim kendi öğrenebildiğim kadarıyla darbe olmasın diye elinden gelen herkesle bu konuda konuşmuş bunu yapmayın yoksa iyi olmaz uyarısını yapmış. ve şimdi o günlerde yapılanlar türkiye demokrasisi tarihinde bir leke ama neden şimdi bunu türkiye demokrasisi tarihinde bir leke olarak görebiliyor olmamız kimsenin dikkatini çekmiyor. şimdi şeriatla yönetiliyor olsaydık eğer o zamanları konuşacak bir delik bulabilseydik o delikte o zamanlar demokrasi diye birşey varmış diye de konuşuyor olabilirdik. ateş düştüğü yeri yakar.
Söylediklerin doğru. Darbeyi destekleyen sol gruplar bile vardı ( dev genç, tös vs..) Fakat darbeyi yapan iki general ( bunlar asıl reform amaçlayanlardı) sonradan devre dışı kaldı. Tüm yönetim sertlik yanlısı, General Tağmaç ve İstanbul sıkıyönetim komutanı Faik Türüne geçti.Orduda fikir ayrılıkları baş gösterdiği sırada İsrailli bir diplomat kaçırıldı sol bir örgüt tarafından, ne olduysa ondan sonra oldu. Askerler aydın kesimden yüzlerce insanı içeri aldı. Resmen İsrailli diplomata karşı rehin alındı bu insanlar. hiçbirinin suçu yoktu, en azından bu olyla ilgileri yoktu. İşkenceler burada başladı. Daha sonra İsrailli diplomat ölü bulundu. İpler koptu zaten ondan sonra. Sol görüşe bir balyoz indirildi ki bir daha toparlanamdı kimse. İşin ilginci bu sorgulanıp işkence görenlerin arasında başlangıçta askeri müdahaleye olumlu bakan bir çok insan vardı.
dedimya ateş düştüğü yeri yakar. bir benzetme değil tabi ama farklı açılardan bakarsan ülkeleri için asker olarak çarpışıp ölen şehitler de var. tabi insanların belirli bir tecşizatla savaşa gidiyorum bilinciyle bir yere gidip orda çarpışarak ölmesi başka birşey söylediğiniz durum çok farklı. yani bakın sonuçta burada bunları düşünmekten yoksun anlamak istemeyen birileri yok hemen ilk aklınıza gelen siz ne anlarsınız demek (genel olarak söylüyorum sadece direk size değil dralikovan) taa en başından sinemasevere bunu söyledim zaten biz ne anlarız ki gibisinden düşünüyorsan en baştan anlatmakla uğraşman hata … evet ateş düştüğü yeri yakar. ama bak siz de konuda kendi hatıralarınızdan bahseder oldunuz bu güzel bir şey devam ederseniz iyi olur. ayrıca yine o günleri bilmeyen birisi olarak darbe ne kadar kötü bir şey olsa bile zorunlu hale getirilmesinde askerin bir payı olmadığını sanıyorum ve yine darbe ne kadar kötü bir şey olsa da asıl en kötüsünün idamlar ve işkenceler olduğunu düşünüyorum haa bunlar olmazsa darbe nasıl olur orasını bilemem
o haber kaydı, asanların jargonu ve taraflılığınca doğal olarak ilintili.hani, ….görgü tanıkları birbirlerini görmeden sırayla asılan deniz gezmiş, yusuf aslan ve hüseyin inan’ın cezalar yerine getirilirken korku içinde bulunduklarını bildirdiler…. diyor ya, öyle olmadığı da biliniyor. birbirlerinin idamlarının izletildiği ve slogan atarak diyâr ı terk ettikleri hikâyesi gibi.aynı durumun tatbiki, islâmcı veya türkeşçi militanlar için de yaşansa aynı üzüntü duyulur muydu kısmı da önemli.dralivolkan ucundan değinmiş darbenin başlangıcı ve sonrasındaki gidişatına. erbakan’ın konya mitingi bahaneydi oysa.türkeşçiler de (ülkücü filan değil bunların adı, sonradan konulma bir isim ülkücülük) göte geldi. bir tek islâmcılar götü kurtardı (yeşil kuşak mevzuları ile) ve çokuluslu şirketler tandanslı siyasi taşıma aracındaki bizlere fordçuluk yapıyorlar darbeden bu yana.siz de kalkmış darbeyi takdir eden ve heyecanla bekleyen patates tarlasının haklılığından göz süzüyor dem vuruyorsunuz. otuzüç doğru kelâm arasına, bir klişe toplumsal hamlık sıkıştırmak, ekonomik/felsefi/pedogojik/siyasi gulyabani gidişatımızla mı ilintili?!dört rulo kağıt havlu harcadım bu yaklaşımınızın gözlerimin oluklarına yüklenmesi sonrasında, elde kalan rulo kartonlarını da fantezi amaçlı saklıyorum 🙂
asılırken korku içinde değillermiş slogan atarak idam edilmişler vaay beben ne kadar aksini yazsam da yine bana darbeyi savunduğumu mu söylüyorsunuz ? valla bravo
darbeyi savunmanız veya savunmamanız kastım değil. savunanlarla empati kurulmasını işaret eden yaklaşımınız tepkiye açık elbette.
“be goodie”:”Biz apolitize edildik”demek de, bir politik söylemdir, çünkü sizler küreselleşme düşüncesinin savunucuları olarak yetiştirildiniz 1980 sonrasında…Ve “dayak/darbe alma sonucu kanser olmak” konusunu; üşenme de bir hekime sor bakalım, tıbben olabilirliğini öğrenmek için…Burada masal anlatmıyoruz; hani şu “sulanmış beynimiz” varya, işte onda silinmez izler bırakan olayları paylaşıyoruz…Harun Karadeniz’in yaşadıkları gerçektir siz ya da sizin kafanızı karıştırmak isteyenler karşı çıksalar da…Ve Menderes için de sevenlerinin ürettikleriyle karşıtlarının yorumları da başka başkaydı…Ama yaşanan gerçekler var…*Ve Faik TÜRÜN’ün adı geçmişken; onu daha iyi tanımak için, İlhan SELÇUK’un ZİVERBEY YOKUŞU adlı anlatısı kesinlikle okunmalıdır…Yalnız Faik TÜRÜN; 12 Mart Muhtırası döneminde işkenceleriyle ünlenmiştir, 12 Eylül’de değil…*Ve de askerler konusu… 12 Eylül sonrasında eleştirilen, eylemleri tartışılan örneğin;Muhsin BATUR değildir, Kenan EVREN olmuştur. Yoksa Mustafa Kemal’in Ordusu; Türk Ulusu’nca en çok saygı gören, en güvenilen kurumdur…O’nun Ordusu; Latin Amerika ülkelerindeki sömürüden yana işbirlikçi işlevi gören bir ordu değil, tersine sömürüye başkaldırıp bir İstiklal/Kurtuluş/Bağımsızlık savaşı veren bir ordudur. Konuyu saptırmayalım !!!…”düşler”;Seni öyle iyi anlıyorum ki…Çünkü 12 Mart muhtırası döneminde,ailemizden sorgulananlara “konuş,henüz yeni doğmuş bebenize kadar soyunuzu kurutuz” denmiştir ki o bebe, oğlumdur…Ve işte bu sorgulanan aile bireyimiz yüzünden üniversiteyi, ilk yüzde onluk başarılı gençler içinde kazanan oğlum; o dönem sorgulanan bugünse Prof.dr. ünvanlı bu aile bireyimizin sicilinden dolayı, devlet yurduna girememiştir ( soyadı sakıncalı bulunduğundan)…Kimilerine hariçten gazel okumak, “biz apolitize yetiştirildik” diyerek yan boyunduruğa çekilmek kolay geliyor, çünkü onları yetiştirenler de kuşkusuz o günlerin koşullarında yan boyunduruğa çekilmiş, etliye sütlüye karışmayan, “bu düzen böyle gelmiş, böyle gider” diyenlerdendi, dolayısıyla aynı geleneksel düşünce biçimleri sürmekte…Ama ne yazık ki böyle düşünenler; seçimlerde oy veriyorlar, bizlerin/ulusumuzun/ülkemizin yazgısını belirliyorlar, kuşkusuz olumsuz bir yöne doğru…Ve söz DENİZ’den açılmışken ( ve de “hafif”te dizelere yer olmadığını bile bile, bir korsan eylem gerçekleştirip); 1 Mayıs 1998’de DENİZ’i anmak için yürüyüş düzenleyen ALTMIŞSEKİZLİLER’in ardından yazdığım dizeleri yansıya ve de sözü yeniden DENİZ’e taşıyayım…EN GENÇ ALTMIŞSEKİZLİ’YE1 Mayıs 1998’de,Altmışsekizliler yürüdüKırışmış yüzleri, kırlaşmış saçlarıylaYıpransa da bedenleriYüreklerinin genç kaldığı savıylaBir de;Kimliklerinde değil ama,Dillerindeki 68’li sayıylaOysa sen;En gençleri olarak kaldınBaşucundaki mezar taşlarıyla…Dün onlarla;Ülken, ulusun adınaÖzgürlüğü düşledinBugün onlar böyle erken erkenBağımsızlık Türküleri söylerkenMao’nun “uzun yürüyüşü”nü çağrıştırırcasınaYollarına düşüşlerine aldanıp daSanmaki onlar senin bildiğin gibilerÇok değiştilerBağımsız ülkem, egemen halkım söylemindenÇoktan geri döndüler…Bir tek sen kaldın bunca yıldırİlkelerinden hiç ödün vermedenBir tek sen;Ne köşedönmeyi öğrendin, ne de işbitiriciliğiOsmanlı’nın Sevr işbirlikçisi,ya da günümüzün İkinci CumhurtiyetçisiKimliğine bürünüp deBelki varlık içindeGerçekteyse yerlerde sürünüp de68’de savunduğun değerlere98’de savaş açmadınHalkının sorunlarındansa hiç kaçmadın…Onlar yine de,1 Mayıs 1998’deBağımsızlık, Barış, Demokrasi Türküleri söyledilerBir günlüğüne coşkuluSenin onları aklayacağından kuşkuluGençlikleriyle yüzleştiler…O gün seni anarken,Bildikleri bir doğru vardı;En bağımsız,En barışçı,En demokratBir sen kalmışdınToza toprağa karışmış kemiklerinleO onurlu ALTMIŞSEKİZLİLER’den…Selma Erdal; Bursa, 1 Mayıs 1998
ginede şahlanıyor kolbaşının kır atıgörünüyor bize sefer yollarıdavullar çalsınlar cengi harbiyigörünüyor bize sefer yollarıdemokrat türkücü hasan mutlucanin longggggplayini koyacam ha ,,,, bakin :-)))
sevgili zehirli elmalı cadı sizin o tasdikli diplomalılarınız karşısında bizim gibi eğitimsiz köşeye atılmışların söyleyebileceği ne olabilir ki ne haddimize…ama kanserin ne olduğunu yakından biliyorum boşa yormayınız kimin birilerine ne sorması gerektiği ortada. oysa herkesin başına gelebileceği gibi bir dil sürçmesi olduğunu kabul edip kısacık bir düzeltme yapacağınıza ona buna sormayı salık etmişsiniz siz diplomalarınızı bir karıştırın belki cevap oralarda bir yerlerde olabilir.apolitize edildik bir politik söylemmiş e peki öyle olsun politik söylem yasağı mı getirdiniz öyleyse benim haberim olmadı kusura bakmayın. sadece o cümle ne demek istediğimi algılamanızda yeterli olmamışsa sonrasında konuyla ilgili cümleleri deneyebilirsiniz. bakın gidip ona buna sormanıza bile gerek yok. son olarak zaten sizi herhangi bir şekilde muhatap almaya değer görmüyorum. bunun sebeplerini bugüne kadar bir çok yerde belirttim bu tabiki sizi bağlamaz ama yeri gelmişken hatırlatmak istedim.
Sayın “zez”;Biliyor musunuz ki sesinin darbelerle anılmasından dolayı ne denli mutsuzmuş Hasan Mutlucan ?…Ama ne yapsın; TRT kayıtlarından yararlandıkları için darbeciler, ne desin Hasan Mutlucan…Yıllar sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandı onun bu yakınması…”be goodie”; neler zırvalamaktasın?…Harun Karadeniz; İTÜ’deki bir saldırı sırasında koluna aldığı darbe nedeniyle, kanser illetine bulaştı, cezaevlerinde sayrılığı daha da ilerledi, 12 Mart darbecileri sağaltım için İngiltere’ye gitmesine izin vermediler, önce kolu kesildi, sonra da onu yitirdik Ağustos 1975’de…Bunları anlattım; karşı çıktın dayak ve kanser ilişkisine…Sonra da zırvalamaktasın…Kanser illetini bilmek mi?…Hiç dertlenme; bu illet bizim eve de uğradı, 4.5 yaşındayken oğlumu, 1.5 yaşındayken kızımı babasız bıraktı ki o da 68 kuşağındandı, Harun’un da arkadaşıydı…Bu yaşam deneyimleri olmadan, olunabilir mi elmalı cadı?…Pamuk Prenses’e zehirli elmayı verenden daha da cadıyım ben doğru söyledin; tam bir kızıl elma cadısı…Ulusalcı, yozluklar karşıtı, hele ki id/it aşamasından öteye gelişim gösteremeyenleri zehirlemek için kızıl elmalı bir cadı…
İnsanların hayatlarını acımasızca çalan bütün bu güç budalalarına duyduğum nefret hiç bitmeyecek..
Tertemiz geldik yokluktan kirlendik;Sevinçle geldik dünyaya, dertlenik.Ağladık, sızladık, yandık, yakındık:Yele verdik ömrü, toz olup gittik.size yolladim sevgili selmaelma.duygulandim yorumlarinizi okurken :-((
YAPRAK DÖKÜMÜSararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlarŞan verdiler ortalığa bütün bir sonbaharMevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgarÇıplaklığında o atın yine onlar koşacaklarO çocuklarO yapraklarO şarabi eşkiyalarOnlar da olmasa benim gayrı kimim var?Can Yucel
onlar..ve daha bu düzenin binlerce yürekli kurbanı…aklıma uğur mumcu–”vurulduk ey halkım unutma bizi!” geldi…
@benbey bu yazıyı ikinci defa yazıyorum birincisi kayboldu.Konunun dışında kalarak nasıl da tam olarak bütün türkiyenin içinde olduğu koskoca bir soruna dikkat çektiniz. Türk insanı bu sorununu aşmadan da hiçbirşeyi aşamayacak ve bu okullarda da öğretilmiyor. Evet belki etrafımda bunu benim kadar fazlasıyla yapan da yok. O da şudur; sizin gibi olmayanlarla düşünmeyenler ile empati kurmanız gerekmektedir. Zaten sizin gibi olanlarla empati kurmanız hiç zor olmayacağından asıl olması gerekli ve şart olan empati budur. Bunun bilincinde olmayan düşüncesiz insanlar sadece oturtukları yerden; -hmm bu nasıl empati bakiiim.. gibilerinden vikviklerler oldukları noktanın bir adım ilerisine gidemeden. Bu ülkenin genel sorunudur.. beymiş.. bir ‘ben ne diyorum acaba bunları göndermeden bir kere daha okusam mı?’ diye düşünceden yoksun birisinin benim kurduğum empatiyle beni yargılaması… ve bunula bir yerlere vardığını sanabilmesi acınacak bir durumdur.
haydi her duygulanan o kaybedilmişlik jargonuyla sosyoarabesk ne bulduysa ne varsa sıralasın şimdi bunun altına ne kadar da yararlı toplumsal bir hareket. bunun gibi kaybedilmişlik jargonunda kendini bulan bu milletin sırtı yere gelmez valla..
be_goodie, diyorsunuz ki; çıkarına gelene şehvetle manipule olan, kolayulaşılır gücetapar yığınların hissiyatını algılatma tırmalamanızı içselleştirmede çapım ve dimağım yetmiyor.komşusunun eşeği, kancığını s.ktiği için komşu çocuğunun g.tüne keser sapı sokup intikâm alanı da anlamam:)ağaçta kiraz toplayan kızının apış arasına hasbelkader bakıp, erekte olduğu için karısını ve kızını öldürüp, “belli ki bu kız benden değil, nefsim uyandı” diyen mübârekleri de. lisedeyken helâda düşük yapıp, ileride anne olduğunda çocuğuma sulanıyordu diye; mahallenin bekârını linç edenleri de, eşşeğin nallarını saca kaynaklayıp düzen zangoçları da anlamam :)pek bi belden aşağılı kısmının durumunda dem vurdum yığınların. çünkü bu ahali sikmek ister havadakini, karadakini.kadınlar; oğullarının gelinlerini, gerekiyorsa ayak vazelinleme marifetiyle iyice anırtmasını, erkekler; gelin verdiklerinin, dile düşmeden işi görmesini hesaplar.anayasa için oy vermeye de, semt pazarında aynı tezgah önünden elli kez geçmeye de, cumada, bayram namazında boy göstermeye de bu tiynetle süzülürler 🙂 bir çıkarcılık ve yaranmacılık damarlarına işlemiştir netekim :)bu kokusuz, kendince afilli sunumdaki çiçekci vitrini gülleriyle alış-veriş işinde empatiye kapalıyım gâri.empati dediğin; “karşımdakinin rahatsızlık verici yanlarını nasıl hazmederim, kendimde de nasıl tetiklenir” zorlaması. armut olmayan oynar, kendi psikolojisi ve karşısındakinin erojeniyle.neymiş? darbe olmasın diye asker uyarmış, yığınlar da askerin hamlesinin derdindeymiş. ama kendilerinde tık olmayışına şevkâtle bakmalıymışım. hatta, bu yığınlar askeri pek çok severmiş.güçle (erk) karşılaşıp şu coğrafyada, “beni şu sikti” diye bağıra çağıra dolaşıp derdine derman arayan kaç kişi var? kendisini kanırtanı, izdivaç vaadediyorsa kocası kabul eder yığınlar ve kişiler. aşk meşk yoktur, doğrudan dalınır.hesap; sebebini bilemediğim davetkârlığım ve rezilliğim ve hatta dömelgenliğim ortaya çıkmasın ayarındadır.empati kurmacalığa uzak kalayım ben 🙂 siz kurun efenim, düzülen kadar izleyen de keyiftedir neticede (erkek jargonu oluyor tamamı ama, neticede allahbaba, devletbaba ve bir de paso ırzına geçilen toprakana imleri kavranmışlığı var).velhasıl, ben bildiğiniz öküzümdür bu konularda. taşakları tuğlayla ezilmiş, yığınlarca boğalıktan sonrasına geçişi kahkahalarla servis edilen, gösteri malzemesi:)siz de, porno izleyiciliğinin haklılığından dem vuran 🙂 yok olmadı. ben porno izleyicisi, siz taş.. yok, taşak ben, tuğla.. hayır, siz gülüyordunuz ben.. ben, beymişim 🙂
Türkiye’de insan olgusunu her türlü yaralayanları hiçbir zaman unutturmamak ve insan olmayı bir kez daha hatırlatmak için yapılmış bir dokümanter gözüyle bakıyorum ben bu yapıta…acı kayıpları olanlara bir nevi, naçizane saygı duruşumdur!
Ve ne Denizler, ne de Uğurlar tükenmeyecek bu ülkede; yürekli yurtdaşlar varoldukça…Sayın “zez”; Dizeleriniz için çok özel teşşekürler…
sevgili benbey yazdıklarınızın bir kaç satırını okudum fakat kusura bakmayınız anlamıyorum. ama anlayabildigim kadarıyla siz de bir şekilde anlamadıklarınızdan anlamaya çaba göstermediklerinizden bahsetmişsiniz en azından ilk bir kaç satırında dediğim gibi gerisini getiremedim. evet birilerini nasıl da sizin gibi olmadıklarını tarif edip onları nasıl da anlamakla ilgilenmediğinizi anlatıyorsanız evet ben de baştan beri bunu sölüyorum zaten. o sizin gibi olmayanları sizin gibi olmamakla anlamaya değer görmüyor oluşunuz zaten olduğunuz noktaya nasıl da sabitlendiğinizi gösteriyor ve tabiki seçim sizin, baksanıza siz hayatınızdan memnunsunuz..arkadaşlar hep söyledim ben bu darbe konusunda bilgili değilim ama anlattıklarınıza önem vermiyor da değilim. aranızdan bazıları o zamanlar belli bir yaşın üstünde olduğundan o zamanalrı yaşamış olduğundan veya konuya birinci veya ikinci elden muhatap olduğundan hemencecik öyle olmayan birine kolay bir şekilde sen ne anlarsın gibi yaklaştığınız halde ben sizden daha çok bildiğimi sizden daha doğru olduğumu söylemiyorum ama ahlar vahlardan öte birşeyler ortaya koyulmasını isterdim. bu güne kadar zaten o yaşanılan kayıplar üzerine bir çok şarkı yapılmış, şiirler kitaplar yazılmıştır. onların hiçbirşey ifade etmediğini söylemiyorum gidenleri geri getirmeyeceğini biliyorum. ama ağlayıp sızlamanın ötesinde ne yapabiliriz? bir daha benzeri birşeylerle karşılaşmamak için elimizden ne gelir? oturdğunu yerden denizler ugurlar tükenmeyecek diye böbürlenmek ne işinizde yarıyor vaay bee denizler uğurlar tükenmeyecekmiş eeeeee???? bu dediğimde ne denizlere ne de uğurlara kötü bişey yok. ama onlar tükenmeyecek diye naralar atmakla noluyor denize, uğura bir yararınız mı dokunuyor sanıyorsunuz?sizlerden sonra gelen kuşakları güce tapmakla yargılıyorsunuz.. o zamanlar belki de ergenliğin getirisi bir enerjiyle karşı durmaya çalıştığınız şeylerin şimdi siz sanki bir parçası değilsiniz.. haa pardon buraya o karşı durup da katledilenlerin ardından ağıtlar yakarak onlar bunlar tükenmeyecek diye bağırmakla bir şeylere karşı olduğunuzu mu saniyorsunuz? nasıl da bu kadar kendi kendinizi kandırma konusunda başarılısınız anlamıyorum siz ne yaptınız da gelmiş sizden sonrakilere bok atıyorsunuz? her fırsatını bulduğunuzda aahh aah vaah vaah diye yitik bir kahraman pelerini takıyorsunuz ne farkınız var?? ne fark yarattınız da şimdi konuşuyorsunuz! hanginiz oralara buralara o kayıpların ardından yazılmış destansı şiirlerden yazıp, yitirilmiş kahramanlık şarkılarını en dibinizden hissederek havaya girmekten öte ne yaptınız? o destansıları ezberlediğiniz zaman o şarkılarla hislenip ağladığınız zaman mı bir şeylere karşı sağlam durduğunuzu mu sanıyorsunuz?? birşey söyleyin bana ya!! ben o ezici güç karşısında bunu bunu yapıyorum, herkes öyle yaptığı halde ben inatla karşı durup şunu yapıyorum, deyin de öpüp başıma koyayım. zırvalamaktan öte somut bir hareket göreyim. yitik kahramanların arkasından ağlamakla bir bok olduğunuzu sanıyorsunuz. işte bu bana yetmiyor o yüzden birşeyler gösterin bana diyorum şiirlerden şarkılardan öte, gerçek, somut birşeyler !!
Yalnızca “ah”lar, “vah”lar eden kim?…Atatürk ilke ve Devrimleri’nin aydınlanmasında; Ulusalcı kimliğimizden ödün vermeden, emperyalizme/küreselleşmeye karşı tutum ve davranışlarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz…Düşüncelerimizi , ilkelerimizi; yayıyoruz / yaşatıyoruz, çocuklarımızı bu değerler doğrultusunda yetiştiriyoruz…En önemlisi de; yalana/talana/dolana bulaşmadan namuslu yaşıyoruz, bir file erzağa da oylarımızı satmıyoruz…PKK eşkiyası gibi yollara dökülüp, kamusal mallara zarar verip, kan akıtıp, can yakarak mı; tutum ve davranışlarımızı dışa vurmamızı isterdiniz?…
aferin size doğru bir tek siz varsınzı yalana dolana bulaşmayan bu devrim zamanlarında da herkesler yalanlara dolanlara bulasmışlardı da o yüzden bu tip olaylar başınıza geldi. siz o tasdikli diplomalarınızla harcadığınız ömrünüz sonrasında tabiki bu kadarını düşünebileceksiniz bu kadarını görebileceksiniz. sizin için herşey ya beyaz ya siyah ya yalana dolana bulaşmadan o harlkulade ulusalcı kişiliğinizle alnınız açık yaşarsınız yada pkk eşkiyası gibi kan akıtıp can yakarak birşeyler yaparsınız yada tabi siz yapmazsınız canım başkaları yaparlar. o peşinden ağıtlar yaktığınız insanların da yeri geldiğinde kamu mallarına zarar vermiş oldukları, kamu bankalarına soygun düzenledikleri aklınıza bile gelmez belki bir ölü olmasa da da eylemlerinde bir çok yaralı olduğundan bahsetmezsiniz. oturduğunuz yerden göt büyütürsünüz bu lafım size değil cadı sizinki motorların üstünde onu biliyoruz. oralara buralara devrim söylemleri yazarak bir bok olmaz ha olacak olan yeni darbelerde eski söylemleri yeni versiyonlarıyla bu sefer de alttan detroit techno alt yapısıyla -gelin canlar birlik olalım- şarkısını söylersiniz. buna da adam olmak dersiniz.siz devam edin ahlarala vahlara türkü barlarda rakılı gecelerinize bir gece o türkü barda zom olup eve döndükten sonra ertesi gece yine gidin aynı şeyler yine tekrarlanır. yine hislenip rakıya vurup zom olabilirsiniz. zaten bu güne kadar yapılan da başka birşey değil. oturduğunuz yerden sizi yemleyenlerin verdiği yemleri tüketmekten başka hiçbirşey yapmayarak devrimler tarihini ezberleyerek sanıyorsunuz ki bir daha darbe falan olmaz.. hade size kolay gelsin aah aah şimdi onun söylediği türkü geldi aklıma sonra da ötekinin yazdığı şiir hele o *ikilmiş göt davalarında nasıl da işe yararlar o şarkılar şiirler..
Türkü barlara Kürtler gider; Bursalılar, Ulusalcılar gitmez…Karıştırmayalım lütfen…Ne içki, ne sigara; benim diyen tutucu müslümandan daha da karşıyım bu uyuşturuculara… ( Bir uyarı; “alkol” beyin hücrelerini öldürür)”Gelin canlar bir olalım” söylemine gelince; deriz elbette, ne de olsa Alperenler’den öğrendik İslamiyet’i, Bektaşiyiz ya erenler…Ve talancılar, dolancılar, banka soyanlar; biz ulusalcılar, hırsızlarla işbirliği yapmadığımız için genellikle kafa ( ki beyaz yakalı da denir) ya da beden ( ki mavi yakalı da denir) emekçisi oluruz, yemekçi olmayız…Olsaydık; ülkemizi talan edenlere alkış tutar, oy verirdik…”be_goodie”; senin derdin ne?…Ne bu böyle aşağılık kompleksi, ne bu böyle ayaktakımı ağızları?…Kendini yetersiz buluyorsan, sağa-sola saldırma, eksiklerini tamamla…Ne de olsa gençtir yaşın, aklındadır başın…Paralama böyle kendini…Yazdıklarını okudukça; Emrah’ın “acıların çocuğu” filmlerini izler gibi oluyorum, nedir bu böyle sulusepken, yapış yapış yaklaşımlar…Anlat derdini…Ne düşünürsün, neyi savunursun?…Nesin, necisin?…Ulusalcılara saldırmak için; tutulmuş bir tetikçi misin?…Ve şöyle yukarıdan aşağıya yazılanları bir okuyuver, yazılanları anlamak için değil, senden başka alt kültür dilini kullanan var mı, işte bunu anlamak için…Ve şu “cadı” söylemin; öylesine bilgisiz, öylesine cahilsin ki…Bir kadına “cadı” demenin, onu aşağılamak anlamına geldiğini sanıyorsun…Oysa “cadı”; genellikle erkeklerin üstesinden gelemedikleri, aklından korktukları kadınlara yönelttikleri bir söylemdir…Örneğin; Ortaçağ engizisyon mahkemelerinde, dinsel bağnazlığa başkaldıran kadınlara “cadılık” suçlaması yapılarak, ateşe atılmışlardır.Üşenme de git bir “feminist”e sor bakalım, bir kadına “cadı” demekle, onu aşağılamış mı yoksa onunla başedemeyişinden dolayı, karşısında umarsızlığını/yetersizliğini/zavallılığını mı tescillemiş oluyorsun?…Üşenme, git sor…* Burada bana dalaşmakla yitirme zamanını, bak sinemasever dizi yazı olarak sürdürüyor konuyu, git de onları oku…
benim söylemlerimden benim sandığım şeyleri çıkarttığınızı sanıyorsunuz ama benim sandığımı sandığınız şeyler yanlış. bundan önce kocayan kurt kuzuların soytarısı olur dedim bir yerde gelmiş bana o laf öyle değildir kuzuların değil köpeklerindir (itler) gibisinden bir şey söylediniz sanki ben o lafı bilmiyorum da bana atasözü öğreteceksiniz. hiç aklınıza gelmiyor orda -köpek- yerine ( burdaki diğer kullanıcılara köpek demiş olmamak için (e malesefef bu arada burdaki kullanıcılar da olsalar olsalar ancak kuzu olacaklarından) -kuzu- demeyi bilinçli olarak seçmiş olamam sanki. sonra şimdi gelmiş size cadı diyerek sizi aşağıladığımı sandığımı söyleyip bana aslen cadının ne olduğunu açıklıyorsunuz. bunlara gerçekten gülüyorum. hadi ya cadının ne demek olduğunu öğrettiniz bana teşekkürler. benim sizi aşağılamak gibi bir çabam zaten uzun zamandır olamaz siz zaten ilk geldiğinizde burada tasdikli diplomalarınızı söz konusu edip bir de motor fotoğrafınızı gözümüze soktuğunuz zaman artık bize sizi daha fazla aşağılayabilecek hiçbirşey kalmadı. nasıl bir kompleksler kurbanı olup dev aynası budalası olduğunuzu siz zaten her fırsatta kendiniz yeteri kadar ifade etmektesiniz. bizim ne haddimize.. cadı, zehirli elma (avatarınızdaki görüntü) ne yazık böyle altyazılara gereksinim duymanız.acıların çocuğu olayına gelince yahu nasıl bir budalalıktır bu asıl benim size söylediğim. sizin acıların çocuğu muhabbeti yapıp kaybedilmiş, yitik kahramanların arkasından ağıtlar yakarak birşey yaptığınızı sanmanız. ayrıca benim kullandığım bütün benzetmeleri kendi üstünüze alımanıza gerek yok, ortaya attığım lafları da (türkü bar gibi) üstünüze alınıp yok efendim oralara şunlar gidermiş sizin gibi ulu ulusalcılar gitmezmiş, siz alkole ve uyuyşturuculara karşıymışsınız. yahu sen onlara karşı olsan nolacak olmasan nolacak. emin olun alkol ve uyuşturucular size daha fazla karşı.başından beri söylediğim şeyi son kez tekrarlıyorum. katledilmiş kahramanların üstünden politika yapmanız hiçbir işe yaramıyor. acıların çocuğu tanımı benim aklıma gelmemişti ama burda acıların çocuğu ben değilim sizsiniz. sizsiniz derken de sadece siz cadı değil burada bu ağıtları şiirleri şarkıları yazıp sonradan da büyük bir gururla kayda değer bi bok yemiş gibi göndere basanlar.
ayıp ayıp, okuduğunuz okullardan, yaşınızdan, kariyerinizden utanın, ayrım gözeterek halkı bölmeye çalışmak hangi değere yakışabilir?
Kızıl elmacılar meydanlarda halay çekmek yerine vals mi yapıyor yoksa hmmm?
Burada Bursa Türküleri var.Burada daBursa’da Türkülerle Nostalji Gecesi ile ilgili haber var. Merak etmeyin Kürtler değil konservatuar öğrencileri çalıp söylemiş.Acaba Türkü bara gitmeyenler Boşnak Göçmenleri olmasın diyecem ama Bosna’da, Mostar’da çook güzel boşnak türküleri dinledim, halk oyunlarını seyrettim. Yurt dışından gelen konuklar için nazik bir jest olarak yapılmıştı gösteri.Acaba insanlar göç ederken değerlerini yitirince bu değerleri kaybetmeyip gittiği yere taşıyanlara mı saldırıyor, ne dersiniz?
Öncelikle “tartışma” kültürü edinmelisiniz beyler…Bu başlık böylece uzar gider…Bursa Türküleri’ni de, Rumeli Türküleri’ni iyi bilirim ve dinlerim “Osman Aga”…Ulu Önderimiz Kemal ATATÜRK de onları dinlerdi…Hadi şimdi de buraya zıplayın bakalım…