Kahramanımız Cevat henüz kahramanımız olduğunu bilmemekte ve sürücüsü olduğu otobüsün gazına devamlı surette basmaktadır. Sinirli olduğunu biz onun her davranışından anlamaktayız. Cevat iki şeye sinirlenmektedir. Bunlardan ilki, güzelim yazı otobüs şoförlüğü uğruna heba etmesi üzerinedir ve kendisi hiç tatil yapamazken tatile giden insanları taşımak fena derecede moralini bozmaktadır. İkinci ise, mevsimin en civcivli zamanında bile otobüsü dolduramamıştır; yani yeteri kadar adamın tatile çıkmamasından şikayetçidir.

Otobüsün yarı dolu olmasından gerek, Cevat otobüsü boş farz etmektedir ve arkadaki, canlarını bu sinirli adama emanet etmiş masum, içleri tatil heyecanıyla dolu zavallı insanların hayatıyla oynamaktadır. Sanki tabakhanede bok varmış da yetişmesi gerekirmiş gibi, habire hatalı sollama yapmakta, hız sınırlarına tecavüz etmektedir. Yine, önündeki uzunca bir mesafenin boş olması gerekçesiyle gaz pedalının kapasitesini ölçme testlerine girmişken önüne aniden bir Eskimo ineği çıkar. Tabi Cevat harbi şofördür; ve hızlı refleksleriyle hemen frene asılır. Otobüsün zınk diye durması neticesiyle ki bunda yeni aldığı lastiklerin payı büyüktür, yüksek olasılıklı bir çarpışmayı önler; fakat başının otobüsün camıyla moleküler yapıda karşılaşmasını engelleyemez. Oracıkta gidiverir.

Gözlerini açtığında karşısında çok güzel bir zenci kadın vardır. Kadının üzerinde sadece bacak arasını örten bir bez parçası… Cevat doğal olarak çok şaşırır ve repliğini unutarak şöyle der:-Üf yavrum, hepsi senin mi?

Falat zenci kadın repliğini unutmamıştır. “Sonunda kendinize gelebildiniz. Sizin için çok endişelenmiştik.” der. İşte ancak o zaman kahramanımız bir kaza geçirdiğini hatırlayarak, mantıken şu anda ya hastanede ya da tahtalı köyde olması gerektiği sonucunu çıkartır. Ne vardır ki, içinde bulunduğu odayı inceleyince bunun bir Afrika kabilesine ait bir çadır olduğunu hemencecik kavrar ve durumun her iki seçeneğe de uymadığına kanaat getirir. Kısacası, durum vahimdir ve kahramanımızın aklında binlerce soru vardır. Bunlardan en önemlisi de, şu anda burada olduğuna göre şu anda evdeki muhabbet kuşunu kimin beslediğidir. Başlangıçta bu çok saçma bir soru gibi gelse de, bizim, kahramanımızın tüm haşin tavırlarına rağmen aslında sevgi dolu biri olduğunu, ayrıca hâlâ bekar ve tek başına yaşadığını anlamamız açısından son derece yerinde sorulmuş bir sorudur bu.Bu noktada devreye köyün bilgini girer. Kendisi köyün büyücüsünün torununun torunudur; ve bilgi çağına girdiğimiz şu günlerde her ne kadar imajını modernize etmiş olsa da, hiç kimsenin anlamadığı bir yığın zırva saçmaladığı takdirde otoritesini koruyabileceğine dair ata tavsiyesine harfiyen uymaktadır. Gözlükleri vardır. Kendisinin bu maceradaki rolünün açıklayıcı adam olduğunu da çok iyi bildiğinden derhal lafa girer:-Kafanızdaki soruları lütfen dışa vurun Beyaz Adam, der.

Beyaz Adam, yani bizim artık gayet yakından tanıdığımız kahramanımız Cevat, derhal nerede olduğunu ve oraya nasıl geldiğini sorar:-Ben neredeyim ve buraya neden geldim?-Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından birindesiniz ve buraya geçirdiğiniz kaza sırasında oluşan manyetik geçit sayesinde zamandan fiziken soyutlanmış bir mekan atlaması yaparak geldiniz.Söz konusu olan bilginin dedesinin dedesi olsaydı şöyle derdi:-Siz buraya Tanrısal bir güç tarafından gönderildiniz. İlahi amaca hizmet için buradasınız. Çünkü tanrılar her şeyi bilirler ve hiç yanılmazlar.Oysa biliyoruz ki büyücülük çağı çoktan kapanmıştır; ve ataları bir zamanların en görkemli büyücülerinden olan bu adam kendisini modern felsefeyle yetiştirmiştir. Onun için ağzından şöyle lafların çıktığını okuruz:

-Bildiğiniz gibi Evren sebep – sonuç ilişkileri üzerine kurulmuş bir örümcek ağıdır. Evrende tesadüf yoktur çünkü en ilgisiz olay bile bir sebebin sonucudur ve bu da başka bir sonucun sebebidir. Evrende yanılgı olmaz, çünkü her şey daha kuruluş aşamasında belirlenmiştir. Kimileri buna kader der. Oysa modern bilimler ispatlamıştır ki bu matematiktir. Ve düzen, saf matematiğin hamuruyla yoğrulmuştur. Bu yüzden Beyaz Adam, gelişiniz her ne kadar bir mucizeye benzese de asla anlamsız bir tesadüf değildir.-İyi de, tüm bunlardan bana ne, der kahramanımız Cevat. Artık sıkılmıştır. Eve gitmek istemektedir. Banyo yapmak istemektedir. Televizyonun karşısında pineklemeyi özlemeye başlayalı çok olmuştur.Birden, dışarıda garip sesler duyulur. Bağrışmalar, çağrışmalar vardır. Kadınlar çığlık atmaktadır. Kısacası, panik yüklü bir koşturmacasının kulağa hitap eden tüm sinyalleri duyulmaktadır.Cevat yavaş yavaş bir kahraman olduğunu idrak etmiştir. Ve, bir kahramana yakışır içgüdüsel davranışlarla kendisini çadırdan dışarıya atmıştır, sırf yardım olsun diye. Henüz ortalıkta koşturan bir sürü Afrika köylüsünden başka kimseyi görmemiştir; fakat kendisini bekleyen badireyi atlattığı takdirde bir başrol oyuncusu olacağını çok iyi anlamıştır.Birden tehlikeyi görür. İki metre boyunda kocaman bir arslandır zencilerin kaçıştığı. Her nasılsa, arslanın canı sıkılmıştır ve köye saldırmaya karar vermiştir. Tabii ilkel Afrikan zencileri kendilerinden üstün olduğuna çoktan inandıkları bu vahşi yaratık karşısında sadece kaçmayı düşünebilmektedir. Oysa gök gürültüsünü andıran kükremeleri Cevat’ı hiç etkilemez. Böyle şeylere pabuç bırakmayacak bir Anadolu delikanlısıdır o.-Hey ufaklık, baksana buraya diyerek arslanın dikkatini kendisine çeker, biraz da ıslık çalmayı beceremediği için.Arslan sinirlenir ve hangi densizin kendisiyle bu şekilde konuştuğunu anlamaya çalışır. Yeni aldığı bir karar uyarınca önce o sersemi yiyecektir. Fakat bilmez ki, o sersem bizim kahramanımız Cevat’tır. Arslanın ilk saldırısını bir kurt çevikliğiyle savuşturur. Sonra da tıpkı bir kurt gibi arslanın üzerine atlar. Cebinden kocaman bir bıçak çıkarır. O bıçağın oraya nasıl girdiğini sormaz bile; çünkü biliyordur ki başrol oyuncusu kahramanlar her zaman gerekli silahı bulurlar. Sonra da o bıçakla arslanın boğazını keser.Panik biter. Köyde sessizlik olur. Zavallı ilkel zenciler bir Türk’ün gücü karşısında hayretten donakalmıştır. Cevat’ın sıradan biri olmadığını anlarlar. O önemli biridir ve evrenin matematiksel süreçteki sebep – sonuç denklemi gereği asla tesadüf olmayan manyetik geçit sayesinde gelmiştir. Hepsi birden Cevat’ı kuşatırlar. Sevgi gösterisinde bulunurlar. Bu arada köyün kadınları akşama tandır yapmak üzere arslanı bir köşeye çekiştirirler.

Bilgin, Beyaz Adam’ın başardığını görmekten kıvançlıdır. Hemen çadırına geçer ve yeni aldığı bilgisayarın karşısına kurulur. Ne yazık ki, olayın geçtiği sırada iPad Afrika’da henüz piyasaya sürülmemiştir. Halbki bilgin heyecanla o günün gelmesini beklemektedir. Parasını çoktan biriktirmiştir.Biz, önce bilginin bilgisayar karşısında karmaşık işlemler yapacağını sanırız. Oysa yanılırız. Kendisi araba yarışı oynamaktadır. Bizim şaşkınlığımızı görünce gülümser ve şöyle bir açıklamada bulunur:-Nasıl soğuk kış günlerinden sonra tatlı ilkbaharın bize kışın kasvetini unutturacağını biliyorsak, üzüntülü devrelerin de mesut günlere öncülük ettiğine inanmalıyız. (*)Bu arada dışarıda eğlence başlamıştır. Kabilenin reisi o günü bayram ilan etmiştir. Geleneklere göre bayramlarda eğlenmek gereklidir. Cevat bu öneriye karşı çıkmaz. Zaten aklı gözünü açar açmaz karşılaştığı zenci karıdadır. Belki bir yolunu bulup onunla beraber olabileceğini ummaktadır.Eğlence sırasında o karıyla arada sırada göz göre geldiğinde ona karşı hislerinin karşılıksız olmadığını ve kızın da kendisine ilgi duyduğunu fark etmiştir. Fakat nasıl yapıp da yapabileceğini bilmemektedir. En iyisinin bilgine danışmak olduğunu düşünür. Zaten bilgin de bilgisayar oynamaktan sıkılmıştır ve Cevat’ın yanına gelmektedir. Cevat, kendisine yaklaşan bilgini görünce etrafındakilerden izin isteyerek onun yanına gider. Bilgine, kıza nasıl yaklaşabileceğini sorar.Maceralarda açıklayıcı adam olacağını sanan bilgin resmen pezevenk yerine konduğunu görünce biraz bozulur. Yine de renk vermez. Cevat’a, bir kızı elde etmek istiyorsa bunu meclise iletmesi gerektiğini, sonra, bunu kız da onaylarsa kendi hazırlayacağı bir taktikle komşu kabileye saldırarak muzaffer çıkması gerektiğini söyler. Bu koşulu yerine getirmek köy delikanlıları için kolaydır, çünkü onlar yaşadıkları bölgeyi çok iyi bilmektedir. Oysa Cevat bir kahraman bile olsa yabancıdır. İşi zordur.Cevat yine de yılmaz. Bir plan hazırlar. Bu plana göre önce ormanı dolanıp etrafı çok iyi öğrenecek, sonra meclise başvuracaktır. Kız da teklifi kabul ederse -ki bundan hiç kuşkusu yoktur, hemen taktik hazırlayacaktır. Cevat bu konuda şanslıdır çünkü her kahraman gibi karate bilmektedir. Aklında köy delikanlılarına karate öğretmek vardır. Böylece komşu kabileyi ezip geçebileceğini hesaplamaktadır.Eğlencenin kendi adına düzenlendiği umursamaksızın orman gitmek istediğini söyler bilgine. Bilgin, ormanın çok tehlikeli olduğunu söyler. Gidecekse bile güneşin doğmasını beklemesinin çok daha hayırlı olacağı görüşündedir. Fakat Cevat ille de gideceğim diye tutturur. Ne de olsa harbi delikanlıdır ve bu maceranın başrol kahramanıdır. Üstelik çok iyi karate bilmektedir.Hışımla ormanın derinliklerine dalar.Ve bir daha ondan haber alınmaz.(*) Charlotte Bronte