Çöle İnen Nur, Nazım Hikmet ile olan meşhur diyaloglarından da tanıdığımız şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek’in Hz. Muhammed’in (S.A.V.) hayatını anlattığı bir kitabı. Kitabı geçtiğimiz ay bitirdim ve hakkında haddim olarak ya da olmayarak yazmak istediğim bir kaç şey var.Öncelikle kitap akademik bir kaynak değil. yazılanların kaynaklarına atıflarda bulunulmamış, dipnotlar düşülmemiş. Zaten kitabın başlangıcında da yazar bunu ifade etmiş. Kanıt kaygısı gütmeden, dilediği gibi kendine göre anlatacağını söylemiş. Tam da bu sebepten ayetlerin meallerinde hangi kitapların kullanıldığını, hadislerin hangi kaynaklardan alındığını bilemiyorsunuz.İkinci ve son olarak ise kitap objektivite kaygısı gütmeden yazılmış. Yani yazar bazen bazı tartışmaları kendi görüşleri doğrultusunda savunmuş ve bazı ihtilaflı konularda net tavırlar ortaya koymuş. Dolayısıyla yer yer yazarın kendisine göre bir siyer ortaya çıkmış.İçerikten biraz bahsedelim. Aslında bir çok siyer kitabıyla aynı doğrultuda verilmiş peygamberimizin hayatı. Bir noktadan sonra ise daha çok gazveler, antlaşmalar üzerinden anlatım devam etmiş. Sosyal hayat hakkında bilgi edinmek isteyenler bu açıdan biraz hayalkırıklığına uğrayabilirler.Dili ise özenli. Cümleler çoğunlukla özenli seçilmiş, kurgusuna dikkat edilmiş. Ayrıca akıcı bir dille anlatım yapılmış, öyle okumaktan sıkılmıyorsunuz. Ayrıca yazar Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ismini yazmaya ve anmaya kendini layık görmediği için ismini M……. şeklinde yazmış ve bu konuda kendini yetkin görenleri de kitapta yer yer azarlamış.Kitap Büyük Doğu yayınları tarafından basılmış.
yorumlar
keşke daha detaylı anlatsaydınız.
aslında hakkında daha fazla detay nasıl verilir bu kitabın onu da bilemiyorum. sonuçta bir siyer kitabı, az çok ne olduğu da belli. belki değiştirip bir kaç kelam daha ekleyebilirim fakat.
siyer kitabı ne demek?
Siyer;Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayat hikayesi anlamına gelir.Siyer-i Nebi”, “es- Siyretü’n-Nebeviyye” veya kısaca “SİYER” adı verilmiştir.Kahraman beni şok ediyon abicim!
Allah razı olsun sevgili yazar. Beni de en çok etkileyen kitap Bir İnsan Olarak Hz. Muhammed’dir. dini kitap okumma diyenler hatta çocuklar bile çok sevecekler, Efendimizin hayatından kıssalar v ar, direk hayat hikayesi değil ama mükemmel
adını anmaya kendini layık görmeyeceksen ne diye kitabını yazıyorsun be hey dürzü demezler mi adama?!
@uykusuz kitap ayısıdemezler. o seviyesizlikte birisi zaten insan olamaz.
seviye belirleme sınavını hangi arada yaptın demezler mi peki…ayrıca seviye denilince akla gelebilecek en son kişidir bu zat, onu da hatırlatmış olayım!
benim irfânımda seviyesizliğe seviyesizlikle karşılık verilmez. kişi kendi lafının arkasında kendisi durur, başkalarına soru mahiyetinde maletmez. kaldı ki söz konusu olan bir siyer kitabıysa ve yazan kişi zaten kendini o adı anmaya layık görmüyorsa acziyetinin farkında demektir. kaldı ki bu kişiye hakaret etmek?hayır, o seviyesizlik insana göre değil.
arif (irfanlı) olan anlar işte… önce bu hayatı bitirdim ben ayakları çok samimiyetsiz. seviye dersen bu zatta seviyenin biri bin para!ee dediğim gibi adını ağzına alamadığın hiçbir şey için söylecekte sözün olmamalıdır.ondan gayrı; samimiyetsiz iki yüzlü ve mistizme boğazına kadar batmış yavşaklara (küfür değil) böyle saygı duymakla geçer hayatınız işte.bunun üzerine istenildiği kadar demogoji yapılabilinir şimdi… öyle değil de böyle o değil de bu diye!”sonuçta bir siyer kitabı” yada “söz konusu bir siyer kitabıysa” gibi milyon tane cümle kurulsa aynı kapıya çıkıyor.
bir kişinin hakkımda çıkarımlar yapabilmesi için hakkımda daha fazla bilgiye ihtiyacı olmalı. benim için konu kapanmıştır.
bu yorumum blog sahibine değil.
kime
Necip Fazıl Kısakürek#(kendi sesinden şiirleri dinlemek için tıklayınız)# SAKARYA TÜRKÜSÜ# KALDIRIMLAR 1 # KALDIRIMLAR 2# KALDIRIMLAR 3# ÇİLE# MUHASEBE# GENÇLİĞE HİTABE# DESTAN
Mistism dediğiniz olay Necip Fazıl’ın dilinden;Tasavvuf mevzuunda dıştan ve satıh üstü beş türlü anlayış ve görüş tespit edebiliriz:Birincisi bu işe akıl ermez bir keyfiyet, «evliyalık» diye bakanların basit anlayışı… Bu anlayış bir «merveyyö – fevkalâdelik» tespitinden ileriye geçemez ve hiçbir tarif ve izaha yaklaşamaz. Avam görüşü… Giderler; türbe kapılarına ve mezar parmaklıklarına çaput bağlarlar… Evliya bildikleri şahısların da önünde diz çökerler ve başka birşey bilmezler… Halbuki bu hareketlerin çoğu Şeriat ölçüsüyle yasaktır. Bağlandığı şahsın harikalar yaptığını kabul eden, fakat bu mevzuda hiçbir şey bilmeyen kaba bir teslimiyet…
İkinci görüş, İslâmda yarı aydınların anlayışı… Bu zümre «Ledün İlmi – iç âlem bilgisi, İlâhi marifet» ve daha bir sürü yafta, klişe ve lügat… Sadece, içinden incisi düşmüş istiridye kabukları gibi kelimeler… Çilesi çekilmemiş ıstılahlar…Üçüncü görüş, İslâmî ruha yanaşmayanların tavrı… Bunlar tasavvufun dine sonradan ekleme bir müessise olduğu ve akıllarınca Şeriatın haşin ölçülerini yumuşatmak ve tadlandırmak için getirildiği iddiasındadırlar.
Dördüncü anlayış, Batı kültürüne birazcık ulaşmış nasipsiz tiplere göre… Tasavvufun, îskenderiyye mektebi (Neo – plâtonizm) den devşirme olduğu ve yine, kuru gördükleri İslâmiyete renk ve hava getirmek için benimsendiği hayali… Küfür görüşlerinin güya daha kültürlüsü… Beşincisi ise, din içinden tasavvufu red davranışı… İslâmiyet ve Şeriati güya müdafaa… Tamamiyle şeytanî bir teselli içinde, tasavvufu şeriat dışı, hattâ şeriate aykırı kabul eden bunlar, «îbn-i Teymiyye» çırakları olarak tasavvufu anlamakta en nasipsiz zihin ve ruh haletini belirtirler… Onu kanun ve ölçü dışı bir «bid’at», yani uydurma yenilik sayarlar…
Korkunç bir hayal kuvveti olan bir ressamın çizdiği bir dağ resmi düşünün! Billurdan bir dağ… Kat kat göğe doğru yükselmiş bu dağın etrafında nâmü-nâhiye çıkan bir yol… Yol asfalttır. Yanında incecik bir çimen pist onu takip eder. Asfaltın bir yerde durur gibi olduğunu görürüz. Ondan sonra çimen pist devam eder. Dağın tepesinde muhteşem bir saray… İçinde göze görünmez mahlûklarınmeclis kurduğu bir saray… Bu sarayın kapısına yalnız çimen pist varıyor… Tasavvufu böyle hayal edebiliriz. Şu var ki, bu çimen pist, geldiği asfaltın, yani ana caddenin bir kopuntusu değildir ve doğrudan doğruya ondan gelmektedir. Ondan, yani şeriatten… Bu çimen pist, başından beri ana caddeyi takip ederek gider. Ondan sonra, Şeriatın götürdüğü hiçbir noktada ondan ayrılmaksızın devam eder. Bu çimen yol nereye gider, nasıl gider, hangi gayeye erer; işte dâvaların dâvası!..Şeriat o füze rampasıdır ki, o rampa marifetiyle ve onun aletleriyle fezaya fırlatılmadan sonsuzluğa ermenin çaresi mevcut değildir. Tasavvufu tek başına dinin esası kabul edenler, tasavvufu dinin «mebna – temeli» bilenler, şeriatı reddedenlerdir. Küfürdür nasipleri bu adamların… Bu adamların yaptıkları hokkabazlıktır zaten… Sahte velilerin çoğu bunlardandır. Şeriatın tezviç etmediği, kabul etmediği hiçbir kıymet makbul değil; ve ölçülendirmediği, kucaklamadığı hiçbir hakikat mevcut değildir. Tasavvufa dinin esası diyenler Şeriate karşı gizlice omuz çevirenlerdir ki, en büyük yanılma içindedirler. Fakat «Şeriat öz tebliğleriyle esasdır, tasavvuf hiçbir şey değildir!» demek de Şeriatın lübbünü, ruhunu görmemek ve satıhta kalmak gibi bir hataya gider. Bakın, ne kadar ince!.. İslâm incelik işidir. Ruh ile beden arasındaki münasebeti sezenler, şeriat ve tasavvuf arası taallûku kestirirler… Şu halde tasavvufa dinin esası olmak bakımından esasın ruhu diyebiliriz. Dinin esası, ancak Resulün tebliğ ettiğidir. Ve Şeriattır. Onun içi, mahremi, ruhu, özü tasavvuf… Tebliğ mevzuu olmayan, yani bütün beşeriyete mecburi rejim ifade etmeyen hususi eriş noktası ise tasavvuftur. Dinin esasına bağlı tamamlayıcı nokta… İşte bu şekilde, tasavvuf, ne bakımdan dinin esası, ne bakımdan değil, izah etmiş oluyoruz. -Necip Fazıl Kısakürek/ Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu adlı kitaptan.
bilare katulacam bu tartuşmaya!