bildirgec.org

necip fazıl kısakürek hakkında tüm yazılar

EDEBİYATIMIZIN GÜNEŞİ

fahrettinksp | 26 July 2010 14:27

Üstad Necip Fazıl KısakürekSözcüklerin onun büyülüğünü anlatmakta kifayetsiz kaldığı büyük bir usta. Kalemin hakla kesiştiği nokta yani üstad Necip Fazıl Kısakürek…Benim penceremden Necip Fazıl’a bakacak olursak; Necip Fazıl’ın edebiyatımıza ve maneviyatımıza katkıları o kadar büyüktür ki her ferdimiz tarafından birkaç dizesinin ezberlenmiş olması muhakkak ki bunun en büyük göstergesidir. Bunun yegane sebepleri halkın davasını kendine dava edinmesi ve muazzam kişiliğidir. O şemseyndir (İki güneştir). İki güneş dememin sebebi edebiyatımıza ve toplumumuza ışık tutmasıdır.Bu ışık kaynağının Türk Edebiyat Vakfı tarafından 1980 yılında Sultanü’ş Şüara ünvanına layık görülmesi ve onun vizyonunu yüklenen milyonlarca insanın vizyonunu devam ettirmesi şemseyn olmasının en büyük delilleridir.O harflerin gizemli büyücüsü, o sözcüklerin genç hokkabazı, o cümlelerin vefalı yari, o hakkın gür sedası… Her kesimden insanın üstadı tarafsız olarak okumasını ve böyle bir güneşten faydalanmasını temenni ediyorum…

Çöle İnen Nur

majesty s infinity | 13 January 2010 09:52

Çöle İnen Nur, Nazım Hikmet ile olan meşhur diyaloglarından da tanıdığımız şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek’in Hz. Muhammed’in (S.A.V.) hayatını anlattığı bir kitabı. Kitabı geçtiğimiz ay bitirdim ve hakkında haddim olarak ya da olmayarak yazmak istediğim bir kaç şey var.

Öncelikle kitap akademik bir kaynak değil. yazılanların kaynaklarına atıflarda bulunulmamış, dipnotlar düşülmemiş. Zaten kitabın başlangıcında da yazar bunu ifade etmiş. Kanıt kaygısı gütmeden, dilediği gibi kendine göre anlatacağını söylemiş. Tam da bu sebepten ayetlerin meallerinde hangi kitapların kullanıldığını, hadislerin hangi kaynaklardan alındığını bilemiyorsunuz.

Sultan-üş Şuara: Necip Fazıl

powerbyfi | 04 August 2009 10:25

Şiir yönünden oldukça zengin olan Türk edebiyatında, dizelerin kahramanıydı o. Gençliğinde sürdüğü bohem ve serseri hayatın ardından, içindeki coşkun suları derin Türk tasavvufunun ışığıyla sakinleştirdi. Ölüm temasına hakim ve insanın içine işleyen şiirleriyle tanınıyordu. Necip Fazıl Kısakürek de aynı dizelerle tutunuyordu yaşamaya… 1980 yılında “Türkçenin yaşayan en büyük şairi/Sultan-üş Şuara” unvanını alması da tesadüf değildi. Dönemin gazete ve dergilerinde kaleme aldığı şiirleriyle toplumsal ve politik olaylara da göndermeler yapan Necip Fazıl, kelimeleriyle resim çiziyor ve sanatçı tavrını her durumda ortaya koymayı başarıyordu. Annesinin arzusuyla araladığı edebiyat dünyasının kapısından girip bir daha da asla geri dönmeyen Necip Fazıl Kısakürek şiir dünyasına izini, yürekte ince ve derin yara gibi bıraktı.

O kadar çok Kitap, Şiir, Deneme, Makale yazdı ki edebiyat literatürüne dava adamı nasıl olunur bir daha gösterdi.
O kadar çok kitap, şiir, deneme, makale yazdı ki edebiyat literatürüne dava adamı nasıl olunur bir daha gösterdi.

Türk şiirinin unutulmaz ustalarından olan Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1905’te İstanbul’da dünyaya geldi. İstanbul Çemberlitaş’ta, büyükbabasının konağında geçen çocukluk yıllarının ardından ilk ve orta öğremini Amerikan, Fransız kolejleri ve Bahriye Mektebi’nde tamamladı. Fikir ve sanat adamı olması tesadüf değildi Necip Fazıl’ın. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Akseki ve İbrahim Aksi gibi isimlerle eğitim alan Necip Fazıl Kısakürek, Darülfünun’un Felsefe bölümünden mezun oldu.

“Üstad” Necip Fazıl Kısakürek ve Sinema

toz66 | 02 June 2008 10:30

Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek; büyük üstad, fikir adamı ve aynı zamanda büyük bir senarist. Dava adamlığının yanı sıra yaptığı kültür sanat faatiyetleriyle de o büyük bir şahsiyet. Bir Adam Yaratmak, Reis Bey gibi senaryoları sinemaya uyarlanmış ve yayınlandığı dönemlerde büyük sükse yapmıştır. Bir Adam Yaratmak adlı eseri; büyük tiyatro ustası merhum Muhsin Ertuğrul tarafından defalarca kapalı gişe full salon oynanmış ve Muhsin Ertuğrul’un unutulmaz klasikleri arasına girmiştir. Reis Bey filmi ise yine önemli yönetmenlerimizden Mesut Uçakan tarafından sinemaya uyarlanarak beyaz perdeye taşımıştır. Mesut Uçakan Reis Bey filmi ile;T. C. Kültür Bakanlığı Başarı Ödülü ve Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Yönetmeni Ödülünü almıştır. Aynı zamanda da Necip Fazıl’ın bir çok eseri sinemaya uyarlanmıştır ve Türk Sinemasına fazlasıyla emeği geçmiş bir insandır…

Hayat hikayeleri

ob1979 | 27 December 2007 11:44

Bu sitede geçmişte yaşamış ve halen yaşamakta olan türk ve dünya tarihinde yer edinmiş devlet adamları, sporcular, sanatçılar, bilim adamları, iş adamlarının hayat hikayeleri ve yaptıkları ile ilgili yazılar var.
Bunlardan bazıları;
Mustafa Kemal Atatürk,
Abdullah Gül,
Yavuz Sultan Selim,
Süleyman Demirel,
Che Guevara,
Adolf Hitler,
Adnan Menderes,
Nazım Hikmet,
Mehmet Akif Ersoy,
Evliya Çelibi,
Cemal Reşit Rey,
Necip Fazıl Kısakürek,
Aşık Veysel Şatıroğlu,
Hakan Şükür,
Mimar Sinan,
İbn-i Sina,
Einstein,
Bill Gates,
Ayhan Şahenk,

Ve daha bir çok kişi ve konu hakkın da yazılar bulabilirsiniz.

SEVİYESİ ÖLÇÜLÜYORSA “ÇUKURDUR”

kumruhaber | 20 October 2007 07:35

Bu hafta içersinde okuduğum Zihni Çakır’ın “Ergenekon’un Çöküşü” adlı kitabın son cümlesini sizlerle paylaşmak istiyorum. “Seviyesi Ölçülebilen Şeyin Derinliği Yoktur; Ona Ancak Çukur Denir.”Cümleden yola çıkarak maddi ve manevi tüm bildiklerinizin ne olduğuna siz karar verin. Yani, elde ettiğiniz ya da karşılaştığınız tüm değerleri bu güzel sözle değerlendiriniz. Ben, sen, o, ya da biz, siz, onlar…Necip Fazıl Kısakürek “hatırladığım kadarı ile bir muhatabına “alçaklık bile bir seviyeyi ifade eder. Ben sana alçak diyemem. Sen ancak çukur adamsın” deyu seslenmiştir.Anlarsınız adamın kalıbını ya da boyunu. Bilmek için de illa da ip salmak ya da cetvel ya da pergel gerekmez.Çukurda istikrar yoktur. Düşeni de alır götürür. Çukura düşmek boşluğa düşmeye de benzemez. Ölmezsiniz ama iyi de olmazsınız. Ya koldan kaybedersiniz ya bacaktan. Çukur aslında boz arazi gibidir. Karadır içersi ve dışarısı. Pek aydınlık ve güneş almaz. Aslında derinliği ya bir metre ya da 30 santimdir. Genelde çukurun üstüne örümcekler ağ örer. Bir “kızılota” bastığınızı zannedersiniz ama ayağınızı kırar ya da paldır küldür yuvarlanabilirsiniz.Seviyesi bir şeyin ölçülebiliyorsa derinliği yoktur. Hani derler ya “bir atımlık topu varmış.” İşte çukurun isabet merkezi tam orasıdır.Çukur birden dolar, İnsan da dolmuşa biner. Çukur birden “yeter artık” der, işinizi hiç görmez. Tam bir kap buldum “turşu kuracağım” derken, dibi gözükür. Sabırsız ve şükürsüz bir durumu vardır. Çukurda saklanamaz, ölçülü bulamazsınız.Çukur, çukuru tanır, ya da her gördüğünü çukur sanır. Çukurların tamamı bir çukur halinde buluşur. Özellikleri birbirlerine benzerler. Arazinin yapısı ya da toprağın kumlusu ya da humuslusu özelliğinden başka bir durumu yoktur. Araziye uyar uygunluk arz eder. Pekte bir iş için kullanılmaz.Evlerin önlerindeki çukurlar genelde çöp kutusu olarak kullanılır. Eti tükenmiş kemikler, bu çukurlara atılır. Dolunca da üzeri çevreye koku salmasın diye üzeri örtülür.Bahçelerdeki çukurlar genelde yılan çıyan ya da küçük çaplı yaratıkların uğrak yerleridir. Çukurlar için bu bilinmez geliş ve gidişler bir mutluluk kaynağıdır.Çukurların oluşması genelde köstebek ya da porsuk türü hayvanların eşinmeleri durumunda oluşur. Zaman zaman insanlarda çukur açar, çukur oluşturur.“Boku kürek olanın kabı çukur olur.” Atasözü çukurlar için bir ölçüdür. Çukur mu ya da değimli tartışması bu atasözü için de geçerlidir.Yerin altına bu kadar ihtiyaç duymanın,ilk adımı çukurdur. Kapalılık ya da bilinmez işler içersinde dolaşmak çukursal bir durumdur. Bir gizlilik varsa ya da olumsuz durum söz konusu ise çukurla irtibatlandırılabilir.
Bunların haricinde , tuzak amacı ile hayvanlara veya hısımlarına çukur açılır. Bir noktada çukur hali tuzakla eşdir.İşte size çukursal bir fıkra : Köyün birinde bir çukur varmış ve pek çok kişi içine düşüp yaralanıyormuş. Köyün ileri gelenlerinden 3 kişi toplanmış ve çözüm aramaya başlamışlar.
Birincisi demiş ki: – “Çukurun yanında bir ambulans beklesin ve düşenleri hemen hastaneye yetiştirsin.”
İkincisi:- “Çukurun yanına hastane kuralım düşenleri yetiştirmesi vakit almaz”
demiş.
Üçüncüsü:- “Kafanız hiç çalışmıyor”demiş.
– “Gidelim hastanenin yanında bir çukur açalım”demiş.
Son söz : Sakın çukura düşmeyin!

Nerdesiniz Gençlik?

UVERCANKi | 07 May 2004 23:49

Bir de şöylesi var:

Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…

“Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda bir gençlik…

Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah’ın Kur’an’ında “belhüm adal” dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören… Bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi… Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik…

Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir nida kopararak “Mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…

Halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında “Hakimiyet hakkındır” düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik…

Emekçiye “Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın!”, kapitaliste ise “Allah buyruğunu ve Resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!”, ihtarını edecek… Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik…

Birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan Batı adamının bulamadığını, Türkün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta Batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik…

“Kim var!” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “Ben varım!” cevabını verici, her ferdi “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik…

Bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tekbaşına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik…

Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara “Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!” diyecek ve gerçek müslümanlığın “ne idüğü”nü ve “nasıl”ını gösterecek bir gençlik…

Tek cümleyle, Allah’ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik…

Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.

Necip Fazıl Kısakürek