Bir zamanlar kitaplar dayanılmayacak kadar heyecanlı ve güzeldi.Geceleyin, kaba saba bir deniz lodosu sokak lambalarını ardı ardına koparıp atar, ben dokuz – hadi bilemedin- on yaşlarındaki bir serüven çocuğu ,halıların üzerine boylu boyunca uzanmış, dergilerin birini bitirir ötekine başlardım. Üsküdar’ın salacak semtinde, sokak aralarında , zeytinyağlı pırasa ve rum komşularımızın saç mangallarda pişirdikleri balıktan arda kalan kıvılcımlar ayaklanır , üzerime üzerime gelirlerdi..Babamdan yürüttüğüm kitaplardan, Erenköy ve suadiye’deki köşklerin işlemeli tavanlarını ve mor salkımlarını ezberlemiş, sevdadan verem olan ince ve duygulu zengin kızlarının talihsizliklerine üzülmüş durmuştum..Halbuki ben o sıralarda, Jules Verne, birazda Kemalettin Tuğcu okuyordum. Ama her şeye rağmen vazgeçilmezlerim haftalık dergilerimdi; Doğan Kardeş ve Çocuk Haftası günlerini iple çekerdim. Kırmızı ciltli Doğan Kardeşime, yıllardır bir kutsala verdiğimiz değer gibi titizlenirim. Çocuk Haftası’nda Yıldırım Kaptan bir spitfire pilotu idi. O, insana bayağılıklara ve haksızlıklara bıçak gibi karşı çıkmayı öğreten kahramandı..Bütün itirazlara rağmen evdeki bir kitabı inatla okumaya karar verdiğimde oniki yaşındaydım; O kitap steinbeck’in “uyanış “ı idi. Nedense kitap beni cezb etmişti.Ya da ev halkının karşı çıkışları beni bu kitaba itelemişti; Roman , olayların ve konuşmaların yan yana dizildiği bir bileşim bir ögeler bohçası gibi gelmişti o sıralar. Ta ki, o koca kitaptaki uyanışın,uyananın ne olduğunu kavrayıncaya kadar. Evet uyanan erkeklik organı idi. Ve o satırları defalarca okutmuştu bana..Orta son sınıfa geldiğimde,şemsipaşa kuşkonmaz camiinin kütüphanesinde martıların keskin haykırışları eşliğinde Balzac ve Zola okuyarak endüstri burjuvasinin ne bitmek tükenmek bilmeyen bir hazine olduğunu anladım. O yıllarda nasıl Sait Faikle deli bir yakınlık içinde isem köy gerçekleri ile yaban uzaklıkları içinde olmama rağmen Orhan Kemal ve Yaşar Kemal beni sarıp sarmalıyordu. Genlerimizdeki hergele havamız ise Panait ıstrati nin yüklediği Akdeniz kopuğu kenar mahalleli havasıyla gönlümü kaplıyordu..Umutların sosyalizm’e bağlandığı yıllarda ise önce Sovyet şiiri ile tanıştım; Mayakovski,Pasternak,Yevtuşenko,Yesenin, Simonov ve ve elbette şiirin babası Puşkin ile..O yıllarda odamın duvarına Valeri Briussov’un bir dörtlüğünü yazmıştım, annem üzerini kazıyıncaya kadar öyle kalmıştı orada,Geçti yıllar geçti on yıllarGördüm devrilişini bir bir zincirlerinSonra da üstümüze bir karanlık çöker gibiÇöküşünü Çu-Şima ve Mukden felaketlerinin..Bugün geldiğim nokta İvan Denisovic’in hayatında bir gün den ibaret.Kararsızlıkların acısını çeken bir İvan..