BİNMEK SİZDEN,İNDİRMEK BENDEN…Ehliyetim vardı, ancak ben uzun süre araba kullanamadım. Her davranışın bir sebebi ve tarihi bir geçmişi olduğu gibi bu davranışımın da benim nazarımda geçerli bir sebebi vardı. Bunu kendime ifade edebildiğim için artık rahatlıkla direksiyon başına geçip, araç kullanabiliyorum.
Paylaşacağım hikaye, beni derinden etkileyen anılarımdan biri. Belki bu hikaye, dinleyen ve okuyanlar için çok önemli olmayabilir, (anlatımda edebi bir tat ve uslüp ta yok) ancak yaşamın sırları hatrına bu paylaşıma vakit ayırır mısınız?
Bir yaz tatili idi. Arkadaşlarım Gemlik-Fıstıklı’ya deniz kampına gitmişlerdi. Birkaç gün sonra ben de gitmeye karar verdim. Yanımda arkadaşım, verilen adrese doğru yolculuğumuzu tamamladık.
Otobüsten indiğimizde hava kararmaya başlamıştı.Yoldan deniz kıyısındaki kamp yerine ininceye kadar karanlık iyice çöktü.Tatil,deniz,gece,yıldızlar,arkadaşlarımız, hayalimizdeki tablo tamamlanmak üzere idi. Çok mutluyduk.. El ele indik deniz kıyısına, dilimizde bizim şarkımız..Kamp yerinde ise büyük bir sürpriz bizi bekliyordu. Deniz kıyısında, çamlar altında arkadaşlarımızı aradık. Kimse yoktu. Ne bir iz, ne de bir işaret bulabildik. Cep telefonu kullanımı henüz yaygın değil. Arkadaşlarımıza ulaşamadık. Çaresiz Gemlik’e geri dönmeye karar verdik. İndiğimiz tepeyi tırmanıp yola çıktık. Moralimiz fena bozulmuştu.
Araba beklemeye başladık. Karanlığa çakal sesleri karışıyordu. Karşı sahilden Mudanya ışıkları ve gökte yeni çıkmış ay, denize yansıyordu. Sığınabileceğimiz başka bir ışık yoktu. İki liseli genç, dağın başında kalmıştık. Uzaktan silah sesleri geliyordu. Çakal sesleri yükseliyor, daha da yakınlaşıyordu. Korkmaya başladık. En yakın köye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladık.
Gemlik Armutlu yolu yeni yapılmış, henüz işlek değil. Ne gelen var ne giden.. Zihnimizde korkular, ihtimaller, sorular gittikçe artıyordu. Birbirimize sokularak ilerlemeye çalışıyorduk.
Derken bir minibüs yaklaştı arkamızdan. Heyecanla el kaldırdık. Durdu. Sevinçle attık kendimizi arabaya. Koca minibüs bomboştu. Direksiyonda bir garib adam. Saçı başı dağınık, Kalın ve şuh sesiyle hoş geldiniz çocuklar, demesi, ürkütücü. Çok ilerlemedik, şoförün sarhoş olduğunu anladım. Minibüs yalpalamaya başlamıştı. Bir uçuruma doğru gidiyor, bir kayalıklara… Çarpmamız an meselesi.. “Kaptan ,durur musun?” dedim, “inmek istiyoruz.” “Binmek sizden, indirmek benden,” diye cevap verdi kahkahayla…Şoförün kahkahası korkularımızı daha da arttırmıştı…
Kahkahası bitmemişti ki, araba karanlıkta takla atmaya başladı. Devrilmiştik. Ya denize uçacaktık ya da kayalıklara çarpıp parçalanacaktık. Kırılmalar, dökülmeler,çığlıklar derken kendimi yol kenarında buldum. Ayaktaydım. Arabanın aşağıya doğru kıvrılan yolun ortasında son bir takla attığını gördüm. Yüz metre önümde ters dönen araçtan dumanlar çıkmaya başlamıştı. Ben nasıl olmuştu da, o arabadan çıkıp, ayak üstü yolda bulmuştum kendimi? Burnum dahi kanamamıştı. Ne bir kan, ne bir sıyrık.

Birden aklıma arkadaşım geldi. Enkaz haline gelen minibüse koştum. Tüm sesler kesilmişti. Adeta her şey donmuş, zaman durmuştu. Hayatında hiç ölümlü kaza görmeyen bilmez bu duyguyu…Sürünerek devrilen aracın altına girmeye çalıştım. Enkazın altında karanlığa elimi uzatarak arkadaşımı aramaya başladım. Şoför “son durağa geldik” diye sayıklıyordu. Elim parçalanmış etlere ve kana bulandı. Arkadaşımdan ses yoktu. Öldüğünü düşündüm. O an onu kaybetmiş olmanın acısını nasıl hissettiğimi ifade edemem. Çaresiz kendimi asfalta attım, Mudanya sahillerine doğru diz çöküp, göz yaşları ile Allah’a yalvardım, arkadaşımı alma diye…Araç tutuşmak üzere idi… Ben sağ mıydım, arkadaşım ölmüş müydü, hangimiz gerçektik, bilmiyordum…
Şuursuzca öyle oturmuş, dumanı yükselmekte olan enkaza bakarken, bir ışık yaklaştı. Bir taksi idi bu… Önüne attım kendimi. Durmasını, yardım etmesini istedim. Ancak beni çiğneme pahasına enkazın yanından gaza basıp uzaklaştı. Sanki beni görmemişlerdi… Umudum tükenmişti. Arkadaşımı kaybettiğimi düşünüyordum. Enkaz altında sağ olsa bile aracın tutuşmak üzere olduğunu görüyordum.
Adeta aklımı kaybetmiştim. Dualarım feryadıma karışıyordu. Bir araba daha yaklaştı o an. Yolun ortasında oturdum kaldım. Çekilmeyecektim. Ya bu gelen taksi duracaktı, ya da ben de arkadaşımın gittiği yere gidecektim.
Taksi yaklaştı, tam önümde durdu. Dört adam indi araçtan. Sakince yanıma yürüdüler..Hiç aceleleri yoktu,hiç telaş etmediler. Devrilen minibüsü, yükselen dumanları gösterdim. “Arkadaşım içinde dedim,” çaresiz. Hiçbir şey konuşmadılar. Sükûnetle beni ayağa kaldırdılar. Devrilen aracın yanına götürdüler. O dört adam, dört bir yanından tutup tekerlekleri üzerine çevirdiler minibüsü. Ne olduğunu anlayamadan, enkazdan fırlayıp çıkan arkadaşım, boynuma atladı. İnanamadım ölmemişti, yaşıyordu. Sevinçten dakikalarca ağladık.
Bizi taksiye aldılar.Yolda hiç konuşmadılar. Birbirimize sarılarak onların sessizliğine uyduk.. Cam parçaları arkadaşımın kolunu kesmişti. Gemlik hastanesine götürdüler bizi. Ne kimlik soran oldu, ne de bir kayda girdik. Ayaküstü yapılan bir tedaviden sonra geçmiş olsun, dediler.

Hastane kapısına çıktığımızda ne bizi getiren taksi vardı, ne de o dört adam. Geldikleri gibi sessizce gitmişlerdi. Ne onlara dair bir bilgim var, ne de şoförün akıbetine dair bir bilgim…
Sanki ne bir kaza yaşanmıştı, ne de biz kurtulmuştuk…
Bu kaza da mı öldüm, bu kazadan sonra mı yaşamaya başladım? Bilemiyorum…Bu olaydan sonra uzun bir süre direksiyon başına geçmedim. Şimdi her direksiyon başına geçtiğimde bu olay tüm sırları ve gizemi ile zihnimde canlanıyor. Olanları çözmeye çalışıyorum.Peki; benimle birlikte kurtulan arkadaşım, şimdi nerde mi, O’nu sormayın?