matrak ama önemli bir kitle hareketini ucu bucağı olmayan tütün nostaljilerine getirmek siteye çok yakışan bir hareket olmakla birlikte, gutenberg’e haksızlık oluyor. el atmak durumundayım. adamlar (culture jammer oluyorlar) dev sermayelerin ve reklamların dayatmacılığına, markacılığına, şekilciliğine vs karşı süper bir yol bulmuşlar, geceleri yüzlerine maske takıyorlar ve göze batan markaların afişlerindeki sloganları ve resimleri taşağa alarak marka sahiplerinin çok fena kalbini kırıyorlar. birileri vıdı-vıdı etmeye kalktığında ise “aaa aşkolsun, ne kötü niyeti, sizin içiniz kötü, biz esasen şu afişin rengini, duygusunu, ışığını pek sevdik, e coştuk, çorbada tuzumuz olsun dedik, budur yani” şeklinde beyanatları oluyor kendilerinin. tabi amaç çorbaya tuz adı altında bolcasinekatıp mide bulandırarak dikkati mutfağa çekmek, tüketim çılgınlığını baltalamak, hipnoz altındaki tebayı uyandırmaya çalışmak falan filan. gayet iyi bir taktik geliştirmişler, yasal olarak herhangi bir yasak getiremiyor vıdı-vıdı sahipleri. 25 yıllık bir tarihleri var, yalnız ilk eylemin hikayesi pek matrak, bulun okuyun. (anahtar kelimeler: 26 – özgür ruh – gözler bağlı – çatı – max factor) manifestoları zaten ayrı bir hadise, fakat ayrıca taze heveslilere internet yoluyla işin çakallığını, hak hukuk tarafını, zamanlama ve planlamadaki ince detayları anlatan bir eğitim işine de girmişler. işe yarıycak mı yaramıycak mı bilinmez fakat gelin görün ki duvarlara, kapılara, tişörtlere, desktoplara pek yakışan afişler ve sloganlar üretiyor adamlar.
yasal olarak nasıl bir problem olmaz onu anlamadım,.. otu boku dava eden amerikalılar bunların hakkından gelemiyor mu? hele milyar dolarlık firmalar? (karşı olduğun anlamı da çıkmaya sakın, zekice olan herşeye şapka çıkarırım,..)
So why did you cement a bra over the Camel man’s chest?
“You can’t show a naked woman’s chest. So why show a naked man’s? It’s unfair. It’s a double standard. And the sight of it could have an adverse effect. Especially on young people. Young boys could be attracted to men, like the Briggs amendment.
“These advertisers should have a sense of public responsibility… The Turk is a very macho image. This is stereotyping of men, macho, virile, bald on the chest. “It’s unfair. Some of us are kinda wimpy. We’ don’t have hair on our chest and when we smoke, we cough.”
“Man should be portrayed more realistically. We don’t want our bodies used as sex objects to sell cars or cigarettes or anything else.”
“Generally, anyone would be shocked by the sight of a naked male chest. Imagine what effect it would have on a little old lady or a Girl Scout troop, or when the mayor shows a visiting dignitary around or a visitor from the Middle East, where they are much more modest?”
şurada elebaşı john napier açıklamış legalite durumunu (2. soru). afişlere kalıcı zarar vermedikleri için yapıcak bişi yok sanırım. zaten bu gibi durumlarda jüri genellikle bu dev sermayelerin aleyhinde karar veriyor, o yüzden adamlara bulaşmaları gereksiz bi hareket olur.
billboardcılardan farklı fakat çıkış noktası aynı olan ve bütün bu dev sermayeli öküzlerin dayatmacılığına, imaj tacirliğine, hayatları bile markaya dönüştürme çabalarına dair kitabı şimdiden das kapitalle kıyaslanan naomi klein’ın şurada postexpress’ten scanlenen iyi bir derleme röportajı var. jpeg olarak geliyor, aynen sarı sayfalar halinde ve dergi tadında okuyorsunuz (sağolasın stalker).
Paris metrosunda; “Yeter Artık” , “Gına geldi!”, “Reklam İstemiyoruz!” gibi etiketler görmüştüm ben de. Metro billboardlarına yapıştırıverilen ufak, basit etiketlerdi. Tünellerde yürürken arkanızdan “Reklama hayır! İstemiyoruz! İstemiyoruz kaldırın şunları!” benzeri bağıran insanlar da vardı. Önce korkutup sonra deridini anlatmayı amaçlayan bir yöntemle çalışıyorlardı belli ki… Ya da tamamen içgüdüsel, ah çekme benzeri bir solukla içinden geçeni bağırıyorlardı, bilmiyorum.
Birlikte eyleme geçmenin bir çok yolu vardır; kapılar açıldığında sinemaya girmek ya da otobüs beklerken kuyduk yapmak, kolektif eylem örnekleridir. (syf:10)
—
Bu gerçekleri (Avustralya’nın istilasını vs.) kara mizahla yorumlayan yaşlı bir Aborijin İngiltere’ye gitti ve Dover kayalıklarında dikilerek İngiltere’nin Aborijin halkına verilmesini istedi. (syf:46)
—
Eylemciliğin içinde bir potansiyel, toplum için yeni bir ahlâki temel olasılığı yatar. Bu potansiyel, kimi zaman açıkça parlayıp kimi zaman titrek bir ışıkta gösterir kendini… (syf:150)
(Kitabın Arka kapağındaki yazı da şöyle.)
1991’deki televizyonlarımızdan ilk kez bir “naklen savaş” izledik.: Körfez Savaşı. Çok değil 10 yıl sonra, bu kez bir başka dehşet eylemi canlı yayındaydı. 11 Eylül 2001. İkiz Kuleler’in yolcu uçaklarıyla çarpılarak yıkılması. Her ikisinde de ‘yerin ayaklarımızın altından kaydığını’ hissettik. Nasıl bir dünyaydı bu? Nasıl bir geleceğe doğru yol alıyorduk? Barışçı, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünyayı özlerken, naklen savaşın kanıksanmadığı, terörün kol gezdiği, haberlerin tahrif edildiği, yazarların satın alındığı, inancın ve gerçeklik duygusunun yitirildiği bir dünyaya nasıl gelmiştik? Öte yandan bunca olumsuzluğa rağmen, değişen dünyanın 21. yüzyılda bize daha ‘iyi bir yaşam’ sunmasını nasıl sağlayacaktık? Bu daha iya yaşamın ‘ahlakı’ nasıl bir ahlak olacak ve nereden doğacaktı? İşte Tim Jordan Eylemci’de, bu güncel sorulara cevap bulmaya çalışıyor. Avrupa’dan ABD’ye, Avusturalya’dan Güney Amerika’ya çok geniş bir coğrafyada bizi dünyamızı değgiştirmeye çalışanlarla tanışırken, siyasi arenayı işgal eden sivil itaatsizlik eylemlerinin, geçmisşin tek konuya odaklanmış siyasi akımlarını ve tutucu otoritelerini nasıl sürekli sorguladığını ortaya koyuyor. Geleneksel ideolojik savaşların yerini, yeni siyasi aktörlerin popüler ve kollektif eylemleri almış durumda. 21. yüzyılın yaşam ahlakı, bu eylemlerde yeniden keşfediliyor.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
kemılcılaaaarr!!
işe başlayınca camel e geri döneceğim. 🙂 Ama bildiğim kadarıyla artık türk tütünü yok içinde tafı değişmiştir şimdi onun da…
ama bu kemıl muhabbetinden bıktım.
cunku ben bikmadim. hatta ilkokul 1 de resim dersinde son ssat sinifa giren asici hemsireleri gordugumdeki kadar heycanliyim.
tamam uzun cumle ama bolemedim.
matrak ama önemli bir kitle hareketini ucu bucağı olmayan tütün nostaljilerine getirmek siteye çok yakışan bir hareket olmakla birlikte, gutenberg’e haksızlık oluyor. el atmak durumundayım.
adamlar (culture jammer oluyorlar) dev sermayelerin ve reklamların dayatmacılığına, markacılığına, şekilciliğine vs karşı süper bir yol bulmuşlar, geceleri yüzlerine maske takıyorlar ve göze batan markaların afişlerindeki sloganları ve resimleri taşağa alarak marka sahiplerinin çok fena kalbini kırıyorlar.
birileri vıdı-vıdı etmeye kalktığında ise “aaa aşkolsun, ne kötü niyeti, sizin içiniz kötü, biz esasen şu afişin rengini, duygusunu, ışığını pek sevdik, e coştuk, çorbada tuzumuz olsun dedik, budur yani” şeklinde beyanatları oluyor kendilerinin. tabi amaç çorbaya tuz adı altında bolca sinek atıp mide bulandırarak dikkati mutfağa çekmek, tüketim çılgınlığını baltalamak, hipnoz altındaki tebayı uyandırmaya çalışmak falan filan.
gayet iyi bir taktik geliştirmişler, yasal olarak herhangi bir yasak getiremiyor vıdı-vıdı sahipleri. 25 yıllık bir tarihleri var, yalnız ilk eylemin hikayesi pek matrak, bulun okuyun. (anahtar kelimeler: 26 – özgür ruh – gözler bağlı – çatı – max factor)
manifestoları zaten ayrı bir hadise, fakat ayrıca taze heveslilere internet yoluyla işin çakallığını, hak hukuk tarafını, zamanlama ve planlamadaki ince detayları anlatan bir eğitim işine de girmişler. işe yarıycak mı yaramıycak mı bilinmez fakat gelin görün ki duvarlara, kapılara, tişörtlere, desktoplara pek yakışan afişler ve sloganlar üretiyor adamlar.
süper olmuş
yasal olarak nasıl bir problem olmaz onu anlamadım,.. otu boku dava eden amerikalılar bunların hakkından gelemiyor mu? hele milyar dolarlık firmalar? (karşı olduğun anlamı da çıkmaya sakın, zekice olan herşeye şapka çıkarırım,..)
So why did you cement a bra over the Camel man’s chest?
“You can’t show a naked woman’s chest. So why show a naked man’s? It’s unfair. It’s a double standard. And the sight of it could have an adverse effect. Especially on young people. Young boys could be attracted to men, like the Briggs amendment.
“These advertisers should have a sense of public responsibility… The Turk is a very macho image. This is stereotyping of men, macho, virile, bald on the chest. “It’s unfair. Some of us are kinda wimpy. We’ don’t have hair on our chest and when we smoke, we cough.”
“Man should be portrayed more realistically. We don’t want our bodies used as sex objects to sell cars or cigarettes or anything else.”
“Generally, anyone would be shocked by the sight of a naked male chest. Imagine what effect it would have on a little old lady or a Girl Scout troop, or when the mayor shows a visiting dignitary around or a visitor from the Middle East, where they are much more modest?”
şurada elebaşı john napier açıklamış legalite durumunu (2. soru). afişlere kalıcı zarar vermedikleri için yapıcak bişi yok sanırım. zaten bu gibi durumlarda jüri genellikle bu dev sermayelerin aleyhinde karar veriyor, o yüzden adamlara bulaşmaları gereksiz bi hareket olur.
billboardcılardan farklı fakat çıkış noktası aynı olan ve bütün bu dev sermayeli öküzlerin dayatmacılığına, imaj tacirliğine, hayatları bile markaya dönüştürme çabalarına dair kitabı şimdiden das kapitalle kıyaslanan naomi klein’ın şurada postexpress’ten scanlenen iyi bir derleme röportajı var. jpeg olarak geliyor, aynen sarı sayfalar halinde ve dergi tadında okuyorsunuz (sağolasın stalker).
Paris metrosunda; “Yeter Artık” , “Gına geldi!”, “Reklam İstemiyoruz!” gibi etiketler görmüştüm ben de. Metro billboardlarına yapıştırıverilen ufak, basit etiketlerdi. Tünellerde yürürken arkanızdan “Reklama hayır! İstemiyoruz! İstemiyoruz kaldırın şunları!” benzeri bağıran insanlar da vardı. Önce korkutup sonra deridini anlatmayı amaçlayan bir yöntemle çalışıyorlardı belli ki… Ya da tamamen içgüdüsel, ah çekme benzeri bir solukla içinden geçeni bağırıyorlardı, bilmiyorum.
Kitabın içinden bir iki satır alıntı:
Birlikte eyleme geçmenin bir çok yolu vardır; kapılar açıldığında sinemaya girmek ya da otobüs beklerken kuyduk yapmak, kolektif eylem örnekleridir. (syf:10)
—
Bu gerçekleri (Avustralya’nın istilasını vs.) kara mizahla yorumlayan yaşlı bir Aborijin İngiltere’ye gitti ve Dover kayalıklarında dikilerek İngiltere’nin Aborijin halkına verilmesini istedi. (syf:46)
—
Eylemciliğin içinde bir potansiyel, toplum için yeni bir ahlâki temel olasılığı yatar. Bu potansiyel, kimi zaman açıkça parlayıp kimi zaman titrek bir ışıkta gösterir kendini… (syf:150)
(Kitabın Arka kapağındaki yazı da şöyle.)
1991’deki televizyonlarımızdan ilk kez bir “naklen savaş” izledik.: Körfez Savaşı. Çok değil 10 yıl sonra, bu kez bir başka dehşet eylemi canlı yayındaydı. 11 Eylül 2001. İkiz Kuleler’in yolcu uçaklarıyla çarpılarak yıkılması. Her ikisinde de ‘yerin ayaklarımızın altından kaydığını’ hissettik. Nasıl bir dünyaydı bu? Nasıl bir geleceğe doğru yol alıyorduk? Barışçı, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünyayı özlerken, naklen savaşın kanıksanmadığı, terörün kol gezdiği, haberlerin tahrif edildiği, yazarların satın alındığı, inancın ve gerçeklik duygusunun yitirildiği bir dünyaya nasıl gelmiştik? Öte yandan bunca olumsuzluğa rağmen, değişen dünyanın 21. yüzyılda bize daha ‘iyi bir yaşam’ sunmasını nasıl sağlayacaktık? Bu daha iya yaşamın ‘ahlakı’ nasıl bir ahlak olacak ve nereden doğacaktı? İşte Tim Jordan Eylemci’de, bu güncel sorulara cevap bulmaya çalışıyor. Avrupa’dan ABD’ye, Avusturalya’dan Güney Amerika’ya çok geniş bir coğrafyada bizi dünyamızı değgiştirmeye çalışanlarla tanışırken, siyasi arenayı işgal eden sivil itaatsizlik eylemlerinin, geçmisşin tek konuya odaklanmış siyasi akımlarını ve tutucu otoritelerini nasıl sürekli sorguladığını ortaya koyuyor. Geleneksel ideolojik savaşların yerini, yeni siyasi aktörlerin popüler ve kollektif eylemleri almış durumda. 21. yüzyılın yaşam ahlakı, bu eylemlerde yeniden keşfediliyor.
Almak isteyebilecekler için:
Bu kitap
Burası da var.