Önce ‘ben’ vardım. Kendime bir ‘dünya’ oluşturdum ve ‘bendeki dünya’da yaşamaya başladım. Sonra ‘sen’ çıktın karşıma. Kalacak yerin yoktu, dünyamdan bir yer istedin, ben de verdim. Nasıl olsa dünyam genişti, sana da yer vardı…Dünyamı dolaşmaya başladın. Tabi farklı bir dünya olunca ilgini çekti, hoşuna gitti. Her yeni keşfinde heyecanlandın. Hayalini kurduğun şeylere rastladıkça dünyama daha da bağlandın…Sana verdiğim yerle yetinmedin, hep daha fazlasını istedin, ben de verdim. Neden bilmiyorum, sana hayır demedim, diyemedim. Belki de güvendim sana, korkmadım dünyamı teslim ederken. Dünyam senin olmuştu, sen ise dünyam…Bir gün canın sıkıldı, çektin gittin. Haklıydın aslında, sonuçta ‘dünya’ aynı dünyaydı. Her gün aynı şeyler, aynı koku, aynı sıcaklık.. Hepsi senindi nasıl olsa, senin olduğu için de hiçbir kıymeti kalmamıştı artık, uğraşmanı gerektirecek yeni şeyler yoktu bu dünyada, alacağını almıştın zaten…Önce ‘bendeki dünya’yı, sonra da ‘bendeki sen’i aldın. ‘Bendeki dünya’ neyse de ‘bendeki sen’i alınca bende hiçbir şey kalmadı, ‘bendeki’ dışında; ama o da ‘sen’ olmayınca tek başına öylece anlamsız kaldı.