Evet… Çıkmaz bir yolun sonundayım önümde duvar, arkamdaki gibi, sıkıştım kaldım… Nefes almak zor, yaralı bir serçe gibi hızlı, hızlı nefes alarak vuruyorum kendimi bir duvardan ötekine. Ama dur bu duyguların “öncesi” var… Hatta daha da “öncesi” var…Aşk…
Aşk bencillikmiş derler bazen…Gecenin bir yarısı uyandığında aklına gelen ilk şey ise;Onu hayatına dâhil etmek için karşı konulamaz bir istek duyarken sırf onun için kelimeleri kendi kulağına fısıldıyorsan;Sana anlattıkları üzücü dahi olsa onun anlatışlarıyla beraber kendi hislerin yerine onun hissettiklerinin aynısını hissediyorsan;Senin canını acıtamıyorsa;Sadece böyle birisinin sana değer verdiğini bilmek bile sana sonsuz mutluluk veriyorsa;Sana O’nunla ilgili sorunlarını anlatırken sen hala onun mutlu olacağına inandığın yola boğazın kanayarak ve parmaklarından tırnakların çekilirmişçesine acı çekerek sokuyorsan;Ve her şeye rağmen O’nun mutlu olduğunu bilmek sana bütün acılarını unutturuyorsa;Bunun ismi nedir?Daha da öncesi…
Arkadaşımın arkadaşı olarak geldin bir gün karşıma. Eğleniyorduk sevmiştim seni kısa zamanda… Ardından sıradan olmaktan çıktın. Dertleşiyorduk sorunlarını konuşuyorduk tavsiyeler alıp onları yapıyordun. Bizim sana verdiğimiz değeri sen de bize gösteriyordun. Kötü bir şey oldu sonra sen gittin. Babanın tayini çıktı. Artık yoktun aramızda… Bizim için de zordu lakin biz bir kişi kaybederken sen iki kişi kaybetmiştin şüphesiz senin için daha zordu. Telefona yapışıp birbirimizi aramaya başladık yiğitten bahsediyordun bana gülüyordun, ağlıyordun telefonda. Her şeyi açık yaşıyorduk.Telefon çaldı. Yine her zamanki gibi konuşuyorduk. En sonunda ileride hatırladığımda pişmanlık olarak kalacak korktuğum kelimeleri duydum senden. Korkuyordum çünkü güvenim yoktu uzaktan ilişkiyi yürütebileceğime dair. Ve bu kadar değerli bir kişiyi daha çok kırmaktansa daha az kırma yolunu seçtim. Hangisi doğru bilemiyorum…An’ım…
Seninle Ankara’da görüşmemizin üzerinden 322 gün geçtikten sonra saat 00,00’da ben burada bunu yazıyorum… Ve artık bazı soruların cevaplarını kendime verebiliyorum. O zaman ileriye gidebilir miyim diye düşünürken şu an da gidebiliniyormuş demek ki diyebiliyorum… İleride ne olacak bilmiyorum ve şu an da yeteri kadar düşündüğüme inanıyorum söz vermiştik ya hani birbirimize düşüneceğiz ama daha az düşüneceğiz diye. İşte az düşünmeye çalışıyorum…Aradan tam bir gün geçti. Ve bu yazının sadece bir günde yazılamayacağını tecrübe ettim… Devam edelim…Yollar bitmiyor bu dünyada ama ben bütün yolları görebiliyorum şu an da ve bitti bütün yollar burada… Anlam vermeye çalışıyordum uzun zamandır bazı şeylere sanırım artık usandım anlam vermeye çalışmaktan. Ben hep “carpe diem” ci bir insan olmuştum. Artık geleceğe bakmayı ve yapacaklarımın sonuçlarını görmeye çalışıyorum. Satranç oynuyorum artık ben. Karşımdaki taburede oturan “sen”sin ve harika bir satranç oyuncusu gibi yapacağım hamleleri çok ince düşünerek oynamaya çalışıyorum. Sana karşı hamle yapmak o kadar zor ki… Benim hamlelerime nasıl karşılık vereceğini biliyorum buraya kadar güzel lakin işi zorlaştıran kısım sende benim hangi hamleler yapacağımı biliyorsun. Uzun süredir satranç masasının başında oturuyoruz ve oturanlardan hiçbiri hamle yapmıyor. Böyle bir oyunda zaten hamle yapmanın nasıl bir manası olabilir ki? Satranç tahtasını yok sayıp muhabbete koyuluyoruz. Sonra bir gün, gerçekleşmesi gereken bir gün, birisi geliyor benim vezirimi yıkıyor. Masayı hatırlıyoruz birden. Oyuncuların artık masanın başına oturması gerekiyor ve oturuyoruz… Sıra yok bu oyunda aslında ne şah var ne de kale… Masa birden yok oluyor o masanın büyüsüne kapılan oyuncular birbirlerini görüyorlar. Oyunda olmadıklarını anlıyorlar ve hamlelerin gereksiz olduğunu da…