benim objektifimden
benim objektifimden

BarcelonaYolculuğumuz sabahın 5 inde taksiye binmemiz ile başladı. Havaalanına varıp check in yaptırıp, alengirli cafelerden birine oturup normalde 5 lira olan kahveyi 10 liraya içerek zaman geçirmeye çalıştık. Tam yan masamızda yeni dizilerin yeni jönlerinden biri garsonu fırçalayıp egosunu tatmin ediyordu, ona sinir olduk. Yanındakinin karısı mı yoksa sevgilisi mi olduğu konusunda aramızda karar verememiştik ki, kadın masadan kalktı. Adam hemen telefona sarıldı ve bu sefer oybirliği ile sevgilisi olduğuna kanaat getirdiğimiz 2. Kadın ile konuşmaya başladı. İlgimizi onlardan kaydırıp hala havaalanına gelememiş grubumuzun 5.kişisi ile konuşup acele etmesini çok sıra olduğunu söyledik. Hiç içimden gelmiyordu bu yolculuk, oysa aylar öncesinden dilimizden düşmeyen, hayal kurarken bile heyecanlandıran bu seyahat, bugün bana yapılması gereken bir görev gibi geliyordu. Arkadaşlarımla gittiğim bu tatil belki de geride sevdiceğimi ve yavrucağımı bırakmanın burukluğuyla tatsızdı benim için. Pasaportdan da geçip, bu sefer başka bir alengirli kafeye kurulduk ki, yanımızda yine o oldukça yakışıklı ama bir o kadar da karaktersiz adam ve karısı vardı. Bu sefer zannediyorduk ki, beşimizde aynı fikirdeydik kadın aldatıldığını anlamış, hır çıkartmış, hararetli bir tartışma yaşıyorlardı. Bileti adamın yüzüne fırlatan kadın, gözyaşlarına boğulduğunda, neden dedim kendi kendime neden hiç mutlu insan yok. Ne para, ne gezi, ne şöhret mutlu olmak için yeterli değildi. Belki de yanındaki kadının peşinden aylarca koşmuştu, şimdi bir başkası için ondan vazgeçiyor yada artık onunla birlikte olmak istemiyor ve korkakça davranarak hem ona hem kendisine kötülük ediyordu. Artık uçağa binmek için bir kontrolden daha geçmek üzere tekrar sıraya girdik, son çağrı diyen önümüze geçiyordu, bizde medeni insanlar olarak yol veriyorduk ki, bizim uçak içinde son çağrı yapılmasın mı, yapıldı. Neyse ki bu sırayı da atlatıp, koltuklarımıza yerleştik.Elimizde haritalar, nerelere gideceğimizi anlatan yazılar, metro haritaları, park isimleri, göreceğimiz ve görmemiz gereken yerlerin listesi ve bir adet Barcelona kitabı ile sürekli planlar yaparak, sonunda uykuya yenilerek yolculuğumuzu bitirdik. 5 kız uçaktan inip valizlerimizi almak üzereydik ki, en çok telefonda konuşan ve gelmeden 1000 lerce kontör yükleyen arkadaşımızın telefonunun yurtdışına açılmamış olduğunu görüp, paniklemesi ile ne olduğumuzu anlayamadık. Valizleri beklerken, otobüse binerken, ilk gezimize doğru yola çıkarken hepimiz onun telefonu açılsın diye seferber olmuş, tüm kontörlerimizi ona harcayarak müşteri hizmetlerine ulaşmaya, istanbuldaki bağlantılarımızı devreye sokarak birşeyler yapılmasını sağlamaya çalıştık. Ama nafile başarılı olamadık, artık ümitleri ve bizim kontörlerimiz tükendiği sırada, turdan biri bizim paniğimizi ve konuşmalarımızı duyup yanımıza gelerek o servisin çalışanı olduğunu numarayı verirsek yardımcı olacağını söylediğinde, bizim kız kadına sarılarak ağlayacaktı nerdeyse. Akşama doğru hattı açılmıştı, artık o konuşabilir ben konuşamazdım çünkü kontörüm yoktu.. Sevdiceğim imdadıma yetişip bana kontör gönderince tüm sorunlarımız hallolmuş oldu. Artık Barcelona ya odaklanabilirdik.Panoramik bir şehir turu attıktan sonra, valizlerimizi odalara atıp, üstümüzü değiştirip, hemen kendimizi dışarı attık. Gri bir şehir Barcelona, il durağımız çikolata müzesi oldu, artık şekerimiz düştüğünden mi yoksa merakımızdan mı bilmem kişi başı 4 EuR verip, elimize çikolata olarak tutuşturdukları biletlerimiz ile bileti yiye yiye muhteşem çikolata heykellerini seyrettik. Çok anlamsız dı bunca yolu, bunda parayı çikolata görmek için mi gelmiştim. Listede bir sürü görülecek yer varken burdan başlamak zaten kaçık olan keyfimi iyice kaçırdı. Huysuzluğa başlamak istemiyor, diğer 4 kişinin keyfini kaçıracağım diye ödüm kopuyordu. Ama ben susup duracak değildim, çıkışta taksiye binmek istemeleri bardağı taşırdı. Hani taban kuvvet yapacaktık, hani hesaplı tatildi, hani elimizde sandviçlerle gezecek, metroyu kullanıp, orda yaşıyormuş gibi yapacaktık. Metro 1.35 miş, taksi 5 tutarmış 4 kişi binersek 1.25 e gelirmiş, daha ucuzmuş muş muş diyerek beni taksiye bindirdiler. Peki tamam haklılardı, ama sonra yemek için alengirli yerlere girmek istemelerine ne demeliydi. Yok olmayacaktı ben bu tatilden ya bol kredi kartı borcu ile ayrılacak, yada onları kenara çekip bu şımarıklarına son vermelerini isteyecektim. Hadi ilk gün idi sesimi çıkartmadım, girdik bir Tapasa. Tapa, küçük tabaklar içinde sunulan bir çeşit meze anlamına geliyor. Geçmiş yıllarda İspanya’da şarap mahzenleri esnafa ve mahalleliye şarap mahzenlerinden kadehle şarap satarlarmış. Şarabı servis yaparken tozdan, çöpten, sinekten korumak için kadehin üzerini bir tabakla kapatırlar, tabağın içi de boş olmasın diye şarapla birlikte iyi giden bir yiyecek koyarlarmış, Tapa bu tabağın adıymış. (Bizdeki tıpa sözcüğünü andırıyor) İspanyolca ‘tapar’ fiilinden türetilmiş. Giderek barlarda küçük tabaklarda ikram edilen yiyeceklere de tapa denmeye başlanmış.Cici bir yerdi, hintli çalışanlar vardı. Yengeç salatası nefis idi. Yedik içtik güldük, eğlendik. Ben hala keşke sevdiceğim ile burda olsaydım modundan çıkamayıp, günü kendime zehir etmekle meşgul idim. Belki uykusuzluktan belki yorgunluktan olsa gerek ben burda ne arıyorum modundan gün içinde çıkamadım. Ünlü caddeleri La Ramblas a vardığımızda 5 kişilik grubumuz ikiye ayrıldı. İki alışveriş canavarı tüm mağazalara girmek istiyor, biz ise tarihi koklamak, sokakları tanımak istiyorduk. Bir ara sokağa girdiğimizde bizi güzel bir süpriz bekliyordu, ummadığımız yerlerde karşımıza çıkan avlulardan birinde kurulan şarap ve peynir pazarı çok hoşumuza gitti. Şarapları ve peynirleri tattık. Peynirler damak tadımıza pek uymasada şarabın yanında çok güzel gidiyordu. Sonunda 2 şer şişe İspanya ya özgü sangria içkisi (Sangria, meyveli bir şarap kokteylidir. Tipik olarak içinde kırmızı şarap, meyve parçaları, şeker veya bal gibi bir tatlandırıcı ve rom ya da votka gibi kuvvetli bir içki bulunur.)alarak yürüyüşümüze devam ettik.