Pop-art’ın bisexuel babasıdır, yani Pop-art belasını başımıza çıkaran adamdır. En önemli ürünleri, bitmek bilmeyen anlamsız filmler ve hala kullanılan zamanına göre postmodern firma sembolleridir. Bolca sevişmiş, yemiş içmiş, kokain çekmiştir. Bakınız Biyografisi…
andy warholun bolca seviştiği konusu biraz muallakta. kendisinin daha çok aseksüel olduğu söyleniyor, hatta erkek arkadaşı da bi ara buna benzer bi açıklama yapmıştı. gerçi bunu bilmek hayli imkansız.
yalnız daha önemli bişi var, en azından warholdan daha önemli, valerie solanas diye bi kadın var, bişi bişilerden ötürü vuruyo warholu, warhol da toparlayamıyo o olaydan sonra. önemli olan şey, o hadisenin üzerine yapılmış olan şu çok eğlenceli film. çok hoşuma gitmişti benim, oyuncu da konu da hatta hatta afişi de süperdi, warhol tarzı olanı da vardı.
bugün radikal okuyanlar görmüşlerdir, valerie solanas’ın kitabı artık türkçede. mutlaka ama mutlaka okunması gerek, süper eğlenceli ve de kurnaz tespitler var içinde. üstte linki olan SCUM, ‘erkek doğrama cemiyeti manifestosu’ olarak geçiyor. kitabın giriş paragrafı olağanüstü. warhol’u vurduktan sonra yaptığı açıklamada “ben cinayeti ahlaki bir hareket olarak görüyorum, becerememiş olmamı ise gayri ahlaki buluyorum” şeklindeki beyanatı bile başlı başına eşsiz bir kelime grubu.
gazetenin yaptığı alıntılar arasında, erkekliğin esasen biyolojik bir kaza olduğu, y geninin tamamlanmamış bir x geni, dolayısıyla yarım kalmış bir kromozomlar serisi olduğu var ve kendilerini eksik bir dişi, ayaklı bir kürtaj, doğuştan gelen noksanlıktan ötürü sakat bir varlık olarak tanımlıyor (tabi ki sözüm meclisten dışarı, kısmen de olsa tamamen katıldığım fikirler diil bunlar). erkek-para ilişkisiyle, babalık mevkiiyle, filozoflarla, toplumsal devrimle vs ilgili keyifli alıntılar da var. kitabın kendisinde çok daha fazlası var tabi.
sistemi çökertmeye ve ülkeyi ele geçirmeye yönelik birtakım planları da var ki, hepsi birbirinden yüce. bu projenin içinde erkeklere de yer var bu arada, gönüllü olacak erkekler yan örgütü oluşturuyorlar, bu erkeklerin üyeliğe girmek için SCUM tarafından düzenlenen ‘taşak dersleri’ne girmeleri ve üyeliğe kabul için ‘ben bir taşağım, düşük, atık, pis bir taşağım’ şeklinde bir açıklama yapmaları gerekiyor, fakat yine de bu onlara herhangi bir garanti sağlamıyor.
tamamen erkekleri yok etmeye dayanan bu sisteme son derece mantıklı açıklamalar da getirmiş kadın. bu kadar keyif alarak okuduğum çok az şey olmuştur. esas güzel olan yanı, solanas’ın bütün bunların imkansızlığını bertaraf edip yazdıklarına yürekten inanması ve son derece ciddi olması.
ingilizce bilenler üstteki linkte kendisi hakkında daha detaylı bişiler görebilirler, gazetede çıkan yazıyı da linkliycektim fakat ekler biraz geç yayınlanıyor internette. yayınlandığında eklerim onu da.
haa imkanı olanlar filmini de görsünler derim, onun linkleri de yine üstteki ahkamda var, lili taylor çok iyi bir solanas şekli yapmıştır orda.
yalnız zaman ve mekan sorununu aşıp nietzsche’yle solanas’ı bi şekilde kapıştırmak süper olurdu heralde.
Yukarıdaki linklere baktım da kadının neden bu kadar önemli olduğunu anlamadım. Yani Warhol biraz elinden tutmuş kadının belli ki. Yazdığı manifesto türü şey de gayet gazoz laflarla dolu. Kadının ağır problemleri olduğu da belli. Eğer sadece radikal olmasını meziyet kabul edeceksek, edelim. Ama Nietzsche’yle karşılaştırmak, buluşturmak falan tarzı şeyler olmaz. Baudrillard’la da ‘kız başıma’ şarkısını söyleyen kızı buluşturalım bari.
haklısınız sevgili skewbridge, ortada çok önemli bir şey yok zaten. hele ‘kadın radikal oluşundan dolayı mı önemli’ gibi saçma bir fikri tartışmanın hiç gereği yok. yalnız çapı ‘ya hatırlıyo musun ne güzel bi sakızdı bi de lolipop vardı bi de hayal kurardık bi de misket bi de poşet ne günlerdi ah’ kadar olan zat-ı muhteremlerin de gazoz gibi riskli kelimeleri kullanmalarının biraz sakıncalı olduğunu düşünüyorum. her ne kadar sevgili solanas’a katılmasam da hayatın içinde oluş ve bunu ifade ediş açısından sizi de bizi de bir miktar itelemiş olduğu gayet ortada. ama ilerde yazılarınız ve fikirlerinizle aksini ortaya koyar da beni utandırırsanız, o zaman gazoza kapak durumunu da şahsım adına kabullenmek durumunda kalırım.
andy warholun el tutma hadisesi de hayli güldürdü beni, zira kendisi en fazla zavallı-ezik-anne-kuzusu sıfatına sahip olduğu için kimsenin elinden tutmaya da muktedir olamayacağını düşünüyorum. ama şöhretli ve popüler olmaksa sorun, onu da bizzat kendisi alçakgönüllülükle açıklamıştır zaten, ki söylediği tek akıllıca şey de budur kanımca.
nietzsche ise apayrı bir konu. hakkında daha önce çok konuştuk, o yüzden ayrıca sizinle hiç tartışasım yok. fakat baudrillard ve kız başıma benzetmeniz pek matrak olmuş, çok çarpıcı bir mizah anlayışınız olduğu hissini verdi bana, yalnız aynı mizah anlayışını yazıyı okurken de kullanmış olsaydınız belki konu uzamaz, bu da böyle bir kadınmış işte diyip geçme şansımız olurdu böylece.
Solanas’la ilgili ilk yazdıklarınızdan ve yazış şeklinizden, -diğer olumsuzluklar bir yana- en azından okumayı seven biri olduğunuzu, ortalama olarak da metinlerle ilgili bir dikkat ve hassasiyet içinde bulunduğunuzu ummuştum. Heyhat, yanılmışım. Halbuki gönül isterdi ki, siz de kesilen ahkamlarla ilgili yazın; ahkamları yazanları hedef almayın. Madem kapıyı açtınız ben de gireyim ve böyle şahsi yazayım demek durumunda kaldım. Siz belli ki bu sitenin kurucularından ya da eskilerindensiniz. Hani yazdıkları moderasyona girmeden direkt olarak açılış sayfasında belirenlerde (galiba dün böyle bir şey oldu da oradan anladım). O yüzden bana “ilerde yazılarınız ve fikirlerinizle aksini ortaya koyarsanız…” gibi bir şart koymuşsunuz. Elimden geleni yapmaya, sizleri mahcub etmemeye çalışacağım. Öncelikle bir kaç noktaya değinmek, sonralıkla da ipliğinizi pazara çıkarmak istiyorum. Şu mizah anlayışı takıntısı nedir kuzum? Yazdıklarınızda hep böyle bir anlayışı sergileme telaşı var. Yeri geldiğinde dersiniz bir şeyler. Taş ve gedik olur. Lakin sizinkilerde hiç gedik yok. Mütemadiyen diğer insanları recm ediyorsunuz. Zorlama olduğu belli oluyor. Belli ki hırçın, saldırgan ve hezeyana meyyal bir yapınız var. Solanas yazınızda ve cevabınızda bu fazlasıyla açığa çıkmış. Bu konuda bir iyileşme sağlayabilirseniz, kullandığınız alegoriler yerli yerine oturacak, cümleleriniz arasında – şu anda bulunmayan- nedensellik, şart, karşılaştırma gibi ilişkiler kurulabilecek, belli ki çok gıpta ettiğiniz “hayatın içinde oluş ve bunu ifade ediş” noktasına yaklaşabileceksiniz. Büyük bir yazarımız “hayata dayanamadığımız için espri yapıyoruz” derken, mizah anlayışının kalbindeki ontolojik hususu dile getirmek istemişti; siz bunu etrafa/ insanlara/ sizin dışınızdakilere dayanamamak, günümüz tabiriyle ‘sinir olmak’ şeklinde anlamışsınız. Bu arada benim çapımla ilgili bir beyanınız olmuş. “Ya eskiden ne güzel misketler vardı, lolipop vardı” diye konuşan zat-ı muhteremlerden biriymişim ben. Şu anda 1. sayfada bulunan diğer bir yazıdan hareketle, başka bir yazıda çeşitli suçlayıcı ifadeler kullanmak ayıp bir şey. O yazıyla ilgili düşüncelerinizi keşke o yazının altına yazsaydınız. İkincisi, dikkat ederseniz o yazıda ‘kaybolan şeyler’in kayboluşuyla ilgili en ufak bir dövünme, yazıklanma veya nostaljik bir burukluk yoktur. Hatta böyle bir ima dahi bulamazsınız. Aklımıza gelen bazı objeleri yazmışız ve tarif etmişiz. Siz ise haksızlık etmişsiniz. Bunun üzerine eski yazılarınıza bir bakayım dedim. Ne görsem beğenirsiniz: geçmiş zaman olur ki diye bir şey yollamışsınız. Ama ben sizin çapınızın genişliği/ darlığı gibi bir şey düşünmedim. Efendim neymiş, Solanas’ın yazdıkları için gazoz demişiz. Halbuki gazoz eski ve kıymetli bir meşrubat olduğu için, kullanılması riskli kelimeler grubuna giriyormuş. Yine ‘şeyler’ yazısına alüzyon yapılmış. Doğrusu gazozu severim, ama tadına değil reklamlarına saygım olduğu için Sprite demedim. Tabii aslında buradaki benzetme, sevgili Justine’in Solanas’a yıllanmış California şarabı muamelesi yapması bakımından kullanılmıştı. Yine, “Warhol Solanas’ın elinden tutmuş galiba” demiştik; sevgili Justine bunu yapamayacağını, Warhol’un bir hanımevladı olduğunu yazmış. Şimdi bunu birinci dereceden bir ‘soyutlama’ gibi algılayıp, ancak sert erkeklerin kadınların elinden tutabileceği şeklinde mi anlayalım, yoksa ‘elinden tutmak’ deyiminin sevgili Justine tarafından -deyim yerindeyse- ‘deyimsizleştirilerek’ hatalı bir teşbihe kurban edilişi mi diyelim? Warhol ünlü ve popüler olmak konusunda alçakgönüllü laflar etmiş, söylediği yegane akıllıca laflar da bunlarmış. Buradan sevgili Justine’in ne düşündüğü pek anlaşılmıyor. Akıllıca laflar derken, bunları olumluyor mu belli değil. Şüpheye düştüm, çünkü Solanas’ın manifestosunda pek akıllıca laflar yoktu. Belki de dedim Warhol’un bu laflarını hiç beğenmiyordur. Sonra düşündüm ki, sanat ve akıllı olmak kelimeleri pek yan yana durmuyor. Her neyse, Warhol’u (ve her sanatçıyı) daha ziyade yaptığı işlerle değerlendirmek gerekir, ettiği laflar daha sonra gelir. E adamın yaptığı işler de, müsaadenizle Bedri Baykamvari sahtekarlıklar değil. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim; bu sitede sevgili Justine dahil, gözüme çarpan bir çok insanın yazışında, duruşunda, hal ve gidişatında –bu kişilerden bazıları Warhol’u tanımasalar bile- Warhol’un yarattığı etkinin biçimleri/ biçimsizlikleri var. Öyle bir kalemde silemeyiz adamı. Baudrillard’ın aklıma gelmesi bu yüzdendi zaten. Warhol hakkında yazdıklarını “hayatın içinde oluş ve bunu ifade ediş açısından” da tavsiye ederim. Konu çok uzadı ama, sizin için sevgili Justine “bu da böyle bir kadınmış işte diyip geçmek” istemedim.
N.B. Dediğim gibi sevgili Justine, daha önce yazdığınız bazı şeyleri okudum. Cevap yazacaksanız lütfen “çok utandım, yerin dibine girdim, kendimi toparlamaya çalışacağım” gibi istihzakar ifadeler kullanmayın. Onları ciddiye alırım, üzülürüm. Yoksa iyi bir kaleminiz var. İnşallah daha da iyi olacak.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
nedir ne değildir?
Pop-art’ın bisexuel babasıdır, yani Pop-art belasını başımıza çıkaran adamdır. En önemli ürünleri, bitmek bilmeyen anlamsız filmler ve hala kullanılan zamanına göre postmodern firma sembolleridir. Bolca sevişmiş, yemiş içmiş, kokain çekmiştir. Bakınız Biyografisi…
şurdan bir de şurdan bilgi alabilirsin pinkfloyd. Ayrıca galeri 1 ve galeri 2
andy warholun bolca seviştiği konusu biraz muallakta. kendisinin daha çok aseksüel olduğu söyleniyor, hatta erkek arkadaşı da bi ara buna benzer bi açıklama yapmıştı. gerçi bunu bilmek hayli imkansız.
yalnız daha önemli bişi var, en azından warholdan daha önemli, valerie solanas diye bi kadın var, bişi bişilerden ötürü vuruyo warholu, warhol da toparlayamıyo o olaydan sonra. önemli olan şey, o hadisenin üzerine yapılmış olan şu çok eğlenceli film. çok hoşuma gitmişti benim, oyuncu da konu da hatta hatta afişi de süperdi, warhol tarzı olanı da vardı.
bugün radikal okuyanlar görmüşlerdir, valerie solanas’ın kitabı artık türkçede. mutlaka ama mutlaka okunması gerek, süper eğlenceli ve de kurnaz tespitler var içinde. üstte linki olan SCUM, ‘erkek doğrama cemiyeti manifestosu’ olarak geçiyor. kitabın giriş paragrafı olağanüstü. warhol’u vurduktan sonra yaptığı açıklamada “ben cinayeti ahlaki bir hareket olarak görüyorum, becerememiş olmamı ise gayri ahlaki buluyorum” şeklindeki beyanatı bile başlı başına eşsiz bir kelime grubu.
gazetenin yaptığı alıntılar arasında, erkekliğin esasen biyolojik bir kaza olduğu, y geninin tamamlanmamış bir x geni, dolayısıyla yarım kalmış bir kromozomlar serisi olduğu var ve kendilerini eksik bir dişi, ayaklı bir kürtaj, doğuştan gelen noksanlıktan ötürü sakat bir varlık olarak tanımlıyor (tabi ki sözüm meclisten dışarı, kısmen de olsa tamamen katıldığım fikirler diil bunlar). erkek-para ilişkisiyle, babalık mevkiiyle, filozoflarla, toplumsal devrimle vs ilgili keyifli alıntılar da var. kitabın kendisinde çok daha fazlası var tabi.
sistemi çökertmeye ve ülkeyi ele geçirmeye yönelik birtakım planları da var ki, hepsi birbirinden yüce. bu projenin içinde erkeklere de yer var bu arada, gönüllü olacak erkekler yan örgütü oluşturuyorlar, bu erkeklerin üyeliğe girmek için SCUM tarafından düzenlenen ‘taşak dersleri’ne girmeleri ve üyeliğe kabul için ‘ben bir taşağım, düşük, atık, pis bir taşağım’ şeklinde bir açıklama yapmaları gerekiyor, fakat yine de bu onlara herhangi bir garanti sağlamıyor.
tamamen erkekleri yok etmeye dayanan bu sisteme son derece mantıklı açıklamalar da getirmiş kadın. bu kadar keyif alarak okuduğum çok az şey olmuştur. esas güzel olan yanı, solanas’ın bütün bunların imkansızlığını bertaraf edip yazdıklarına yürekten inanması ve son derece ciddi olması.
ingilizce bilenler üstteki linkte kendisi hakkında daha detaylı bişiler görebilirler, gazetede çıkan yazıyı da linkliycektim fakat ekler biraz geç yayınlanıyor internette. yayınlandığında eklerim onu da.
haa imkanı olanlar filmini de görsünler derim, onun linkleri de yine üstteki ahkamda var, lili taylor çok iyi bir solanas şekli yapmıştır orda.
yalnız zaman ve mekan sorununu aşıp nietzsche’yle solanas’ı bi şekilde kapıştırmak süper olurdu heralde.
bu da o yazı
bilmeyenler için şifre: hafiforg
Yukarıdaki linklere baktım da kadının neden bu kadar önemli olduğunu anlamadım. Yani Warhol biraz elinden tutmuş kadının belli ki. Yazdığı manifesto türü şey de gayet gazoz laflarla dolu. Kadının ağır problemleri olduğu da belli. Eğer sadece radikal olmasını meziyet kabul edeceksek, edelim. Ama Nietzsche’yle karşılaştırmak, buluşturmak falan tarzı şeyler olmaz. Baudrillard’la da ‘kız başıma’ şarkısını söyleyen kızı buluşturalım bari.
defol andy
tüm kokuşmuşluğunla defol.
Bu sistemin dışkısısın sen.
Adam nerden nereye gidecek anlamadım.
baştan sona bir hatasın sen,
üretilebilecek en leş şeylere imza attın.
haklısınız sevgili skewbridge, ortada çok önemli bir şey yok zaten. hele ‘kadın radikal oluşundan dolayı mı önemli’ gibi saçma bir fikri tartışmanın hiç gereği yok. yalnız çapı ‘ya hatırlıyo musun ne güzel bi sakızdı bi de lolipop vardı bi de hayal kurardık bi de misket bi de poşet ne günlerdi ah’ kadar olan zat-ı muhteremlerin de gazoz gibi riskli kelimeleri kullanmalarının biraz sakıncalı olduğunu düşünüyorum. her ne kadar sevgili solanas’a katılmasam da hayatın içinde oluş ve bunu ifade ediş açısından sizi de bizi de bir miktar itelemiş olduğu gayet ortada. ama ilerde yazılarınız ve fikirlerinizle aksini ortaya koyar da beni utandırırsanız, o zaman gazoza kapak durumunu da şahsım adına kabullenmek durumunda kalırım.
andy warholun el tutma hadisesi de hayli güldürdü beni, zira kendisi en fazla zavallı-ezik-anne-kuzusu sıfatına sahip olduğu için kimsenin elinden tutmaya da muktedir olamayacağını düşünüyorum. ama şöhretli ve popüler olmaksa sorun, onu da bizzat kendisi alçakgönüllülükle açıklamıştır zaten, ki söylediği tek akıllıca şey de budur kanımca.
nietzsche ise apayrı bir konu. hakkında daha önce çok konuştuk, o yüzden ayrıca sizinle hiç tartışasım yok. fakat baudrillard ve kız başıma benzetmeniz pek matrak olmuş, çok çarpıcı bir mizah anlayışınız olduğu hissini verdi bana, yalnız aynı mizah anlayışını yazıyı okurken de kullanmış olsaydınız belki konu uzamaz, bu da böyle bir kadınmış işte diyip geçme şansımız olurdu böylece.
Solanas’la ilgili ilk yazdıklarınızdan ve yazış şeklinizden, -diğer olumsuzluklar bir yana- en azından okumayı seven biri olduğunuzu, ortalama olarak da metinlerle ilgili bir dikkat ve hassasiyet içinde bulunduğunuzu ummuştum. Heyhat, yanılmışım. Halbuki gönül isterdi ki, siz de kesilen ahkamlarla ilgili yazın; ahkamları yazanları hedef almayın. Madem kapıyı açtınız ben de gireyim ve böyle şahsi yazayım demek durumunda kaldım. Siz belli ki bu sitenin kurucularından ya da eskilerindensiniz. Hani yazdıkları moderasyona girmeden direkt olarak açılış sayfasında belirenlerde (galiba dün böyle bir şey oldu da oradan anladım). O yüzden bana “ilerde yazılarınız ve fikirlerinizle aksini ortaya koyarsanız…” gibi bir şart koymuşsunuz. Elimden geleni yapmaya, sizleri mahcub etmemeye çalışacağım. Öncelikle bir kaç noktaya değinmek, sonralıkla da ipliğinizi pazara çıkarmak istiyorum.
Şu mizah anlayışı takıntısı nedir kuzum? Yazdıklarınızda hep böyle bir anlayışı sergileme telaşı var. Yeri geldiğinde dersiniz bir şeyler. Taş ve gedik olur. Lakin sizinkilerde hiç gedik yok. Mütemadiyen diğer insanları recm ediyorsunuz. Zorlama olduğu belli oluyor. Belli ki hırçın, saldırgan ve hezeyana meyyal bir yapınız var. Solanas yazınızda ve cevabınızda bu fazlasıyla açığa çıkmış. Bu konuda bir iyileşme sağlayabilirseniz, kullandığınız alegoriler yerli yerine oturacak, cümleleriniz arasında – şu anda bulunmayan- nedensellik, şart, karşılaştırma gibi ilişkiler kurulabilecek, belli ki çok gıpta ettiğiniz “hayatın içinde oluş ve bunu ifade ediş” noktasına yaklaşabileceksiniz. Büyük bir yazarımız “hayata dayanamadığımız için espri yapıyoruz” derken, mizah anlayışının kalbindeki ontolojik hususu dile getirmek istemişti; siz bunu etrafa/ insanlara/ sizin dışınızdakilere dayanamamak, günümüz tabiriyle ‘sinir olmak’ şeklinde anlamışsınız.
Bu arada benim çapımla ilgili bir beyanınız olmuş. “Ya eskiden ne güzel misketler vardı, lolipop vardı” diye konuşan zat-ı muhteremlerden biriymişim ben. Şu anda 1. sayfada bulunan diğer bir yazıdan hareketle, başka bir yazıda çeşitli suçlayıcı ifadeler kullanmak ayıp bir şey. O yazıyla ilgili düşüncelerinizi keşke o yazının altına yazsaydınız. İkincisi, dikkat ederseniz o yazıda ‘kaybolan şeyler’in kayboluşuyla ilgili en ufak bir dövünme, yazıklanma veya nostaljik bir burukluk yoktur. Hatta böyle bir ima dahi bulamazsınız. Aklımıza gelen bazı objeleri yazmışız ve tarif etmişiz. Siz ise haksızlık etmişsiniz. Bunun üzerine eski yazılarınıza bir bakayım dedim. Ne görsem beğenirsiniz: geçmiş zaman olur ki diye bir şey yollamışsınız. Ama ben sizin çapınızın genişliği/ darlığı gibi bir şey düşünmedim.
Efendim neymiş, Solanas’ın yazdıkları için gazoz demişiz. Halbuki gazoz eski ve kıymetli bir meşrubat olduğu için, kullanılması riskli kelimeler grubuna giriyormuş. Yine ‘şeyler’ yazısına alüzyon yapılmış. Doğrusu gazozu severim, ama tadına değil reklamlarına saygım olduğu için Sprite demedim. Tabii aslında buradaki benzetme, sevgili Justine’in Solanas’a yıllanmış California şarabı muamelesi yapması bakımından kullanılmıştı. Yine, “Warhol Solanas’ın elinden tutmuş galiba” demiştik; sevgili Justine bunu yapamayacağını, Warhol’un bir hanımevladı olduğunu yazmış. Şimdi bunu birinci dereceden bir ‘soyutlama’ gibi algılayıp, ancak sert erkeklerin kadınların elinden tutabileceği şeklinde mi anlayalım, yoksa ‘elinden tutmak’ deyiminin sevgili Justine tarafından -deyim yerindeyse- ‘deyimsizleştirilerek’ hatalı bir teşbihe kurban edilişi mi diyelim? Warhol ünlü ve popüler olmak konusunda alçakgönüllü laflar etmiş, söylediği yegane akıllıca laflar da bunlarmış. Buradan sevgili Justine’in ne düşündüğü pek anlaşılmıyor. Akıllıca laflar derken, bunları olumluyor mu belli değil. Şüpheye düştüm, çünkü Solanas’ın manifestosunda pek akıllıca laflar yoktu. Belki de dedim Warhol’un bu laflarını hiç beğenmiyordur. Sonra düşündüm ki, sanat ve akıllı olmak kelimeleri pek yan yana durmuyor. Her neyse, Warhol’u (ve her sanatçıyı) daha ziyade yaptığı işlerle değerlendirmek gerekir, ettiği laflar daha sonra gelir. E adamın yaptığı işler de, müsaadenizle Bedri Baykamvari sahtekarlıklar değil. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim; bu sitede sevgili Justine dahil, gözüme çarpan bir çok insanın yazışında, duruşunda, hal ve gidişatında –bu kişilerden bazıları Warhol’u tanımasalar bile- Warhol’un yarattığı etkinin biçimleri/ biçimsizlikleri var. Öyle bir kalemde silemeyiz adamı. Baudrillard’ın aklıma gelmesi bu yüzdendi zaten. Warhol hakkında yazdıklarını “hayatın içinde oluş ve bunu ifade ediş açısından” da tavsiye ederim.
Konu çok uzadı ama, sizin için sevgili Justine “bu da böyle bir kadınmış işte diyip geçmek” istemedim.
N.B. Dediğim gibi sevgili Justine, daha önce yazdığınız bazı şeyleri okudum. Cevap yazacaksanız lütfen “çok utandım, yerin dibine girdim, kendimi toparlamaya çalışacağım” gibi istihzakar ifadeler kullanmayın. Onları ciddiye alırım, üzülürüm. Yoksa iyi bir kaleminiz var. İnşallah daha da iyi olacak.
1. sevgili skewbridge
2. ilk cümleyi anlamadım
3. hedefim ahkamınızdı zaten, şahsınıza karşı bişi yok, ama ne yazık ki şahsınız yazmış
4. buyurun
5. kurucu diilim
6. eskilerden diilim
7. dün öyle bişi olmadı
8. şart diil talep diyelim
9. eyvah ipliğim pazara çıkacak
10. bilemiyorum, deliyimdir belki
11. solanas yazımda kime saldırdığımı hatırlayamadım
12. inşallah efenim
13. ah o büyük yazarlar
14. evet
15. haklısınız ayıp oldu, ama ahkamıma pek yakışıyordu o cümleler
16. ‘geçmiş zaman’dan daha kötüsü ve sizin yazınıza yakışanı he-man blogumdu, neyse ki onu görmemişsiniz
17. gazoz açıklamanız pek şirin olmuş, tebrik ediyorum
18. solanas’a yıllanmış california şarabı dersem şaraba haksızlık etmiş olurum.
19. ikisi de diil, gereksiz derine inmişsiniz, warhol’un fabrika adı altında kimseye faydası olmamıştır içerikli bi ifadeydi, ki öyle
20. evet olumladım, zira söylediği tek olumlu şeydi
21. sanatına bişi demedim, derdim, ama demedim
22. sağolasınız tavsiye için, fakat sanat bokuna bulaşmış her şeyi yeterince değerlendiriyorum, filvaki içinde olan biriyim
23. (içses: hay allah ben bunu da küçük erkek çocuğu sanmıştım, ama diilmiş, ağlamadı, nolucak şimdi)
24. bedri baykam mümkünse ölsün
25. silerim, hiç işim olmaz
26. çok utandım
27. yerin dibine girdim
28. kendimi toparlamaya çalışıcam
29. teşekkür ederim, inşallah sizin de öyle olacak
30. iyi çalışmışsınız
31. ipliğim pazara çıktı
32. solanas hala taşaklı bi kadın
bu skewbridge macho erkek , tasfırın erkegi tarafından kıvırıp asılmaya mı calısıyo yoksa lezbiyen de sizofreniyle mi bogusuyo anlamadim.
Sen ne dersin skew?
Burada konu kapanmış görünüyor ama görünce dayanamadım… hadi hayırlısı!
ah sağol numb, ama benim verdiğim link de buydu, tartışma bundan büyüdü zaten. şimdi tekrar okudum, tekrar hoşuma gitti.
geçen gün çıkan köşeyazısı da konu hakkında şöyle şöyle diyor.
(şifre hala hafiforg)
se duzkan cevirmis ustelik kitabi. Tadindan okunmaz artik.