Kendi ülkesinde yasaklanan Nazım Hikmet şiirleriyle bezeli, 40’ların romantizmi eşliğinde aşk mektupları yazan şair ruhlu adam; sürgünün eşiğinde bir şair, Attila İlhan. Cezaevinden akıl hastahanesine, daha yaşı tutmazken sorar; bu “hangi sağ, hangi sol, hangi vatan, hangi edebiyat, hangi seks”?1925 senesinin 16 Haziran gününde İzmir’in Menemen ilçesinde Muharrem Bedrettin Bey (Cumhuriyet’in ilanıyla Menemen Müdde-i Umumiliği’ne atandı ve kısa bir süre sonra evlendiği Emine Hanım ile burada tanıştı) ile Emine Memnune’nin oğulları olarak dünyaya gelen Attila Hamdi İlhan, çocukluğunu savcı olan babasının farklı illere atanmasıyla İzmir, Adana, Konya gibi yerlerde geçirdi. Liseye İzmir Atatürk Anadolu Lisesi’nde başlayan Attila, okulda, hayatında ilk defa aşk mektubu yazacağı bir kıza aşık oldu. Kendi cümleleriyle başladığı mektupları Nazım Hikmet Ran şiirleriyle bitiren Attila, mektuplarına cevap aldığı için mutluydu, ancak genç kızdan kopyaladığı Nazım Hikmet şiirlerinden ötürü ‘mektuplarını yakmasını’ rica etti. Mektupları saklamayı tercih eden genç kız, niyetsiz davranışların her zaman bir sonucu olacağı gerçeğinden habersiz, yapılan bir arama sonucunda Attila‘nın gözaltına alınmasına sebep oldu. İş büyüdü, Attila, Karşıyaka Polis Karakolu’ndan İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. 16 yaşındaki Attila, hücreye atılıp, günlerce sorgulandı. İki ay kaldığı hücrede, kendisi gibi ‘solcu’ bir kaç kişiyle arkadaşlık kuran ve Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142. maddeleriyle yargılanan genç adam, iş bilir avukatı sayesinde beraat ettiyse de, ‘sinir hastası’ sebebiyle Manisa Akıl Hastahanesi’ne yatırıldı. Burada da bir süre kalan Attila, tuhaftır, kendine Nazım Hikmet’le ilgili bir arkadaş edindi. Akıl hastahanesinden çıkan Attila’nın soruşturması nihayet sonuçlandı; eğitim hakkı tamamen elinden alınan genç adam, Türkiye sınırları içerisinde hiçbir okulda eğitim göremeyecekti. Bu karar üzerine savcı olan babası temyize başvurdu.

Hakkının elinden alınmasına rağmen İstanbul Boğaziçi Lisesi’ne başvuran İlhan Ailesi, Attila’yı ‘siyasi suçlu’ ve ‘komünist’ gerekçeleriyle kabul etmedi. Aile, kızları Çolpan ve Attila’yla, Adana’ya taşındı.Sonuç, 1944’te geldi; okuma hakkını geri alan Attila, birinci sınıfını tamamlayamadığı liseyi İstanbul Işık Lisesi’nde bitirdi. O sıralarda şiirle içli dışlı olan Attila, yazmaya başladı. 1946 senesinde, yazdığı “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiirini CHP Şiir Yarışması’na gönderen amcası, ikincilik ödülünü kazanan Attila’nın aiile içinde ‘şair’ olarak çağırılmasına sebep olacaktı.Liseyi bitiren Attila, İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Ciddi anlamda şiir yazan genç adamın yazdıkları, Yeni Edebiyat Dergisi, Yığın ve Gün gibi dergilerde yayımlandı. Hatta bir şiirinin Suat Derviş tarafından övülmesi, Attila’yı daha da şevklendirdi.Bu zamanlarda, 100 kopyaya ulaşamayan ilk şiir kitabı “Duvar“ı yayımladı.

O sene, Attila için mühim bir dönem başladı. Nazım Hikmet’in yancısı olarak Fransa, Paris’e giden Attila, burada Sartre ve arkadaşlarına Nazım’ın öyküsünü anlattı. Fransız Komünist Partisi’ne üye olan Attila, her toplantıda Nazım hakkında konuşmalar yaptı. Marksizm bir yana, genç şair, yavaş yavaş bohem hayatına da sızdı. Sonradan şiirlerine konu olacak olan nice kadınları, Paris’te tanıdı Attila.Uzunca bir süre Paris’te yaşadıktan sonra ülkesine dönen Attila, ‘devlet’ engeli ile karşılaştı. ‘Komünist’ gerekçesiyle sürekli gözaltına alınan Attila, ‘tabutluk’ denilen hücrelere atıldı, işkence gördü. Gayrettepe, Sansaryan Hanı’nda gerçekleşen bu işkenceler, İlhan’a “Tutuklunun Günlüğü“nü yazdırdı. Sansaryan Hanı’nda İlhan’ın hayatını etkileyen bir başka olay da ‘ispiyonculuk’tu. ‘Arkadaşlarını polise ispiyonladı’ söylentilerini yalanlayan İlhan’ın bir çok arkadaşı, hiç bir kanıt olmamasına rağmen ona sırt çevirdi.İstanbul’da Hukuk Fakültesi’ne devam eden Attila, son sınıfa geçince gazeteciliğe ilgi duyduğu için okulu bıraktı. Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirmenliği yapmaya başlayan İlhan, 1953 senesinde “Sokaktaki Adam” adlı romanını yazdı. 1957 senesinde ikinci romanı olan “Zenciler Birbirine Benzemez”i yayımlayan İlhan, aynı sene Erzincan’da askerliğini yaptı.

Şiirle beraber sinema filmlerine senaryo yazmaya başlayan İlhan, bu senaryoları ‘Ali Kaptanoğlu’ takma adıyla yayımladı.Bakınız; “Büyük Yolların Haydudu“, “Bence Malumdur“, “Ağustos Çıkmazı“, “Böyle Bir Sevmek“, “Geç Kalmış Ölü“, “Ölmek Zamanı“, “Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken“, “İstanbul Ağrısı“.

Tekrardan Paris’e giden Attila, oradan İzmir’e geçti ve 7 seneden fazla bir süre İzmir’de kaldı. Biket Hanım ile dünyaevine giren ve 1,5 sene evli kalan İlhan, büyük aşklarından biri olan Biket Hanım’ın çocuk yapmak isteği yüzünden boşandılar. Şair çapkınlığına nazaran, Biket Hanım’ı hiç aldatmadığını söyleyen İlhan, 1963’te “Kurtlar Sofrası”nı yayımladı. 1973 senesinde Ankara’ya taşınan İlhan, Bilgi Yayınevi‘nde danışmanlık yapmaya başladı. Bu sırada Aynanın İçindekiler Serisi’ne başladı; 1973’ten 2006’ya dek “Bıçağın Ucu”, “Sırtlan Payı”, “Yaraya Tuz Basmak”, “Dersaadet’te Sabah Ezanları”, “O Karanlıkta Biz”, “Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa”, “Gazi Paşa” yayımlandı. Ayrıca, 1980’de “Fena Halde Leman” ve ’84’te de “Haco Hanım Vay” yayımlandı.1982 senesinde Milliyet Gaztesi’nde yazmaya başlayan İlhan, ’87’ye kadar devam etti.Güneş ve sonrasında Meydan Gazetesi’nde yazan İlhan, Cumhuriyet Gaztesi’nde de yazdı (2004, Köşe Yazıları; 2005, Köşe Yazıları).Televizyon film/ diziler için senaryo yazmaya başlayan İlhan, “Kartallar Yüksek Uçar”ı yazdı. “Sekiz Sütuna Manşet” ve “Yarın Artık Bugündür” de oldukça beğenildi.

1985 senesinde kalp krizi geçiren Attila İlhan’ın sağlık sorunları ciddi olmasa da 2003 senesine dek devam etti. Esas sorunlar 2004’te çıktı ve sene 2005 olduğunda (11 Ekim) şair, bir kalp krizi daha geçirerek 80 yaşında hayatını kaybetti.