MAYIS’IN ILK DAKİKALARINDA DENİZ, YUSUF VE HÜSEYİN’IN HÜCRELERİ AÇILDI… ZİNCİRE VURULDULAR…
1972 Mayıs’ının 5. günü Resmi Gazete’de bir kanun yayınlandı. “infaz”a ilişkindi. Kanun yayınlanmıştı fakat hükümlü vekillerinin 2/5/1972 ve 4/5/1972 tarihlerinde verdikleri iki ayrı “karar düzeltme” istemine henüz bir yanıt gelmemişti…Kanunun yayınlandığı gün, hükümlü vekillerinden Ersen Şansal ve Mükerrem Erdoğan, Mamak Cezaevi’ne geldi. Denizlerle görüşmek istediklerini bildirdiler. Beklemenin sonu gelmiyordu. Saat 17.00 olmuştu. Hala görüşememişlerdi. Aynlmak zorunda kaldılar.Ve yavaş yavaş karanlık çöktü. İlerleyen dakikalar 6 Mayıs’a devirdi günü. Artık Mayıs’ın 6’sıydı…Yeni bir günün ilk dakikalan. Demir topuklar çınlatıyor betonu. Sokaklann gözleri yumuk. Geceleri sokağa çıkması yasaklanmış Ankaralılann. Binlerce göz uyanık ev içlerinde, açık, bekliyor… aylardır yoldaki haberi, ölüm haberini… An an beklenen uykusuzluk gelip irkiltti körpecik bedenleri.Mayıs’ın 6’sıydı. Şafak sökmeden, gerilemeden karanlık, gün yükselmeden, darağacına çıkacaktı Deniz, Hüseyin, Yusuf. Görevliler doldurmuştu her yanı. Sanki bir şeylerden bir şeyleri kaçınyorlardı. Telaş içindeydiler.Güvenlik kuvvetlerinde bütün izinler kaldınlmıştı. Beş kişi ölümle yüz yüze getiriIrneyi bekliyordu. Üçünün durdurulacaktı yüreği. İkisi avukattı; durdurup yüreklerini, darağacında üç kişiyi seyredeceklerdi.Saat 00.30 olmuştu ki, Halit Çelenk ve Mükerrem Erdoğan’ın evleri önünde görevliler belirdi. Arabalan gelmişti, bindiler…Yollar bomboştu. Semtlerinden aynlıp Merkez Cezavi’ne doğru yöneldiler.Ankara’da Mamak Askeri Cezaevi çok sayıda kuvvetle çevrilmişti. Tanklar ve çember çember güvenlik görevlisiyle, yüksek dereceden güvenlik görevlileri ve yüksek rütbeli subaylar, sağa sola gidip geliyorlardı. Telsizlerle sürekli olarak komut alınıp veriliyordu. Cezaevinin içi dışı projektörlerle aydınlatılmıştı.Bir ara bir telsiz komutu bütün bekleyenleri harekete geçirdi. Görevliler Mamak Askeri Cezaevi içinde Deniz’in bulunduğu hücreliklere doğru yöneldiler. Kaldıkları hücrelerin birer birer kapıları açıldı. Gidecekleri haberi verildi.
Yusuf ve Hüseyin daha önce yazdıklan son mektuplarını koyunlanna koymuşlardı. Görevliler ilkin, hücresinde Deniz’i ayaklanndan zincire vurdular. Ellerini arkadan bağlayıp dışarı çıkardılar. Zincirler yürümesini engelliyordu. Bir görevli zincirleri kaldırarak yürümesine yardımcı oluyordu.Dışarda her biri için ayn bir zınhlı araba bekliyordu. Deniz hücresinden çıkanImış, koridordan geçiyordu. Koğuşlann kapılannın açıldığı koridora geldiğinde, haykırarak kapalı kapılar ardındaki arkadaşlanna veda etti. Ve görevliler arasında zırhlı arabaya doğru yürüdü.Arabaya bindirip kapılannı kilitlediler. Yusuf ve Hüseyin de aynı şekilde alındılar ve aynı yerde haykınp, arkadaşlanna veda etmelerinden sonra, ayaklanndan zincire vurulmuş, elleri arkadan bağlanmış bir durumda zırhlılara bindirildiler.Yeni bir telsiz komutuyla zırhlılar harekete geçti. Mamak Askeri Cezaevi’nin karanlıkta buruk sessizliği, arabaların gürültüsü uzaklaşınca daha da yoğunlaştı. Ve göz göz kapalı gökyüzünün altında büküldü kaldı. U zaklaşan sesler içerdekilerin kulaklannda ağır ağır donuklaşıp çınlamaya dönüştü.Arabalar arka arkaya Merkez Cezaevi’ne yanaştılar. Bir süre koşuşmalar, konuşmalar ve hazırlıklardan sonra birer birer zırhlıların kapılan açıldı. Deniz’i başgardiyan odasına getirdiler. Yusuf ilerde bir başka küçük odaya, Hüseyin avukatlarla mahkumların görüşme odasına getirildi.Başgardiyan odası avluya bakıyordu. Zifiri geceyi, Ankara Merkez Cezaevi’nin ışıkları kendi gücünde çelmişti. Avludaki darağacına, alaca karanlık altında ışık vuruyordu. Deniz, yüzü pencereye dönük olarak oturtulmuştu. Görevlileromuzlarından tutuyordu. Ayaklan hala zincire vurulmuş, elleri bir daha çözülmernek üzere arkadan bağlanmıştı.Başgardiyan odasında aşağı yukan, yirmi-otuz yüksek dereceden görevli vardı. Cezaevi görevlileri, merkez komutanları, güvenlik görevlileri, Tevfik Türüng, İnfaz Savcısı Sami Uğur ve diğerleri…Deniz son mektubunu önceden hazırlamamıştı. Son mektubunu darağacının karşısında yazdıracaktı. Bir zabıt katibi ve daktilo getirttiler. Sigara içeceğini söyledi. Bir görevli Deniz’in sigarasından bir tane ağzına koyup yaktı. Bir iki nefes çektikten sonra geri aldı. Deniz istedikçe veriyordu.Darağacına bakarak son mektubunu yazdırmaya başladı:Merkez Cezaevi
BabaMektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektedir. Bu nedenle, ben erken gitmeyi normal karşılıyorum, ve kaldı ki, benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu, seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma, annemi teselli etmek sana düşüyor, kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum, kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir, son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.Oğlun DENİZ GEZMİŞDeniz başgardiyan odasında son mektubunu yazdırmaktayken, dışarda üstleri başlan didik didik, don, çorap, ayakkabı içine kadar arandıktan sonra avukatlan Halit Çelenk ve Mükerrem Erdoğan içeri alındılar.İlkin infaz savcısı Sami Uğur’la karşılaştılar. Savcı onlara son “kararı düzeltme istemleri”nin red olunduğunu sözlü olarak iletti. “Hukuki bütün formaliteler tamamlandı” dedi…Avukatlar başgardiyan odasına getiriIdiler. Deniz onları görünce gülümsedi ve “Hoşgeldiniz” dedi. Metin bir görünüşü vardı. Saçı traşlıydı.Bir ara infaz savcısı Sami Uğur, Deniz’e doğru eğilerek “Nasılsımz?” dedi. Deniz “Çok mutluyum ve rahatım” diye yamtladı. Ve devamla mektubunun tamamlandığım söyledi…Mektubu infaz savcısına verdiler. Avukatlan, Deniz’e bir arzusu, diyeceği olup olmadığım sordu. Deniz onlara “Cezaevindeki bütün arkadaşlarımı benim tarafıından öpün. Onlara ve dışardaki bütün devrimci arkadaşlara selam ve sevgilerimi söyleyin. Her ikiniz de idam sehpasına nasıl gittiğimize tanık olun ve bunu anlatın’ dedi. Avukatlar, Deniz’in yamndan aynlıp Yusuf’un olduğu odaya geldiler. Zincire vurulmuş ve bağlı bir durumda oturan Yusuf’un, avukatları görünce, yüzünü bir gülümseme kapladı ve onlara “hoşgeldiniz” dedi. Arkasından “Babam infazı biliyor mu?” diye sordu. Avukatlar “Biliyor” dediler. Yusuf “Ne durumda?” diye sürdürdü. Avukatlar “Metin ve soğukkanlı” diye yanıtladılar.Avukatlarının bir diyeceği olup olmadığnı sormaları üzerine Yusuf, “Çok iyiyim!” dedi. Ve şu sözleri ekledi “Biz inanıyoruz ki, bu mücadele bizim ölmemizle son bulmayacak…” Kısa bir suskunluktan sonra Yusuf avukatlarına “Son bir kez Deniz’i görmek istiyorum” dedi. infaz savcısı Yusuf’un bu sözü üzerine “Buna ne lüzum var” diye araya girdi. Avukatlar “idam hükümlülerinin son arzulannın yerine getirilmesi bir gelenektir, bunda bir sakınca yoktur, her üçünün de birbiriyle görüştürülmeleri gerekir” diye direttiler.Yusuf odasından alınarak Deniz’in yanına getirildi. Sanki, günlerce süren ölüm orucundan, çıkan onlar değildi. Sanki, az sonra darağacında can verecek olan onlar değildi. Uzun bir hasretlikten sonra buluşan iki kardeş gibi kucaklaştılar. Öpüştüler. Dizleri ayaklanndaki zircirleri zorladı bir an. Omuzları arkalanndan bağlı kollarını zorladı bir an. Sessiz bakışlarla veda ediyorlardı birbirlerine. ikisi de birbirlerine, yapacaklan şeylerden emin bir duyguyla bakıyorlardı.Ayları, yılları tutmuştu arkadaşlıklan, daha önce birçok kez birlikte ölüme gidip gelmişlerdi.Şimdi bu son yolculuklarından bakışları, saniyelerle sınırlıydı. Bakıştılar… Bir ömür boyu kadar uzun bir bakış… Ama bir kelebeğin ömrü kadar bile değil…Birlikte “Tamam” der gibi görevlilere baktılar. Yusuf döndü, görevlilerin arasında zincir şıkırtılarıyla odasına doğru yürüdü… Bu sırada avukatlar Hüseyin’in olduğu odaya yönelmişlerdi.Kyn: Nihat Behram “Darağacında Üç Fidan” Gendaş Yayınları, Nisan 1998, İstanbul