Gel mantıklı bir şekilde düşünelim.

Bir bilgisayar ağındaki her paket bloğunun alında TTL adı verilen bir yaşama süresi var. Bu süre olmasaydı, her düğüm, bir sonraki düğüme veri paketini gönderecek, kaynaklar gereksiz yere kullanılacak, her geçtiği yerde verinin bozulma riski oranı daha da artacaktı. Bu aslına bir çember içinde oynanan kulaktan kulağa oyununa benzetilebilir. Hani o aradaki fırlamanın birisi, kelimeyi saçmalatır da, Haber diye başlayan şey Biçerdöver haline gelir ya, işte onun gibi birşey.Ya insanlar da ölümsüz olsaydı? TTL denen olay, hayatın router’larından birinde yazılı olmasaydı? Mesela 3000 yaşından sonra ergenlik, çocukluk, yaşlılık gibi evrelere ayrılan hayat, farklı evrelere ayrılır mıydı acaba?3000 yaşını geçenler, uzay aracını yönlendirme hakkına sahip olsaydı? Geleceğin sigorta şirketleri, aynen bugün, 25 yaşın altındakilere iyi araçları kiralattırmadıkları gibi, 3000 yaşın altındakilere izin vermeselerdi? (İstatistiki olarak 18-25 yaş aralığı, diğer yaş gruplarına astronomik oranda daha fazla kaza yapıyorlarmış.)Belli bir yaştan sonra genetik bozulmalar o kadar çok artardı ki, orjinal DNA verisiyle bir bağ kalmamaya başlardı.

Zaten bu yüzden üremiyor muyuz? DNA kendisini yaşatacak araçlar olan bizleri kullanarak, kendini ölümsüzleştirmeye çalışmıyor mu? (Nar meyvesini yiyen kuşların midesinde taşınan nar tohumları, çok uzak noktalara taşınır.) Aynen tütün bakteriyofaj virüsünün yaşam döngüsü gibi değil mi? Virüs dediğimiz de pakete sarılı DNA değil mi?Anlayamadığımız olay şu (toplumca); Bin yıllarca süren etkiyle DNA’nın bozulabileceğine kimse inanmakta zorluk çekmiyor. Ama bozulan DNA’nın (haydi bozulan demeyelim, değişen diyelim) artık başka bir canlı olduğuna, bu bozulmanın da aslında evrim olduğunu kabullenmekte güçlük çeken insanlar da mevcut.Uzun, çok uzun zaman kavramını anlayamıyoruz çünkü. Bizim kısa hayatlarımız, bize binlerce yıl sürecekmiş gibi geliyor.

Geleceğin insanları DNA’yı yaşatacaklar, ama nasıl? Normal doğum mu, yoksa sezaryen mi? Düşünüyorum ki, gelecekte insanlar, eğer böyle dünyaya ve kaynaklarına zarar vermeye devam ederlerse, şu anki özgürlüklerini iyi kullanamazlarda, insan türünün devamı için, aşırı artan nüfusu dengelemek için, korkunç otoriter bir yönetim tarafından, klonlanarak çoğaltılacaklar. Bu arada insan ırkı da, ehlileştirilecek, belki de derisi 600 – 1000 dereceye dayanacak, daha hafif astronot kıyafetleri giyecek, farklı deri rengine akrabalarımız olacak.Haydi biraz hayal kuralım. Yukarıdaki tabir tanıdık geldi mi? Bana geldi. Uzaylılar gibi değil mi? Belki de, bugün UFO’lara bindiği ve dünyayı ziyaret ettiği (hiçbir zaman bilimsel olarak kanıtlanamamış olsa da) iddia edilen uzaylılar, gelecekten gelen torunlarımızdır. Tıpkı geçen gün Kütahya Seyitömer Höyüğünde bulunan 4000 yıllık çimlenmiş, bugünkü bitkilerle karşılaştığında oldukça dayanıksız olduğu anlaşılan mercimek tohumunu inceleyen DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nejat Bilgen gibi, onlar da bizi 4000 yıl sonrasından incelemeye geliyor olmasınlar?

Neyse, bu kadar hayal kurmaca, 1984 distopyaları yeter. Uzaylıları arayan, onlar tarafından kaçırlıdığını iddia eden model hanım,3 sokak ötede, geçim sıkıntısı çeken insan kardeşinden haberi olmayan kendisinin, sadece sex objesi olarak görüldüğü için fotoğraflarının çekilmesinden huzursuz olarak, günümüz toplumunda bireylerin yalnızlaşmasından dolayı, belki de bu evrende yalnız olmadığına inanıyor, inanmak istiyor.Özgürce, zincirsiz, paylaşarak yaşamayı beceremediğimiz için.