bildirgec.org

zaman hakkında tüm yazılar

HÜZÜN KOVAN KUŞU

il mare | 12 June 2010 13:57

Bir şarkı dinliyorum ki…

Evvel bir zamanda da dinlemiştim.
Kendime üzülmem için emir verdiğim bir zamanda.
Gözyaşlarımın popolarına,dışarı çıkmaları için,şaplaklar attığım bir zamanda.
Avcumdaki damarların gene bir kalem için kök saldığı, kalemin susuz kaldığı,kalemin ölü olduğu bir zamanda.
Yazı yazamadığım, yazmak için kalemime bu şarkıyı dayattığım,isteksizce peyda olan kelimelerin, melodilerin kılıflarına her birkaç numara küçük gelişleriyle, sonunda melodileri de intihara uğurladığım bir zamanda.
Kendime emirler yağdırdığım bir zamanda, toy bir anımda.
Hüzünlerime emirlerimin işleyeceğini sandığım yıllarda, ilişiği sadece benden ibaret olan olayların hüzün için kafi olduğuna kandığım zamanlarda.
İki kişilik olduğunu farzederek, kurallarını benim koyup mızıkçılığını gene benim yaptığım,tek kişilik oyunların en canalıcı anlarında…
Göya…

Flow ile kayıpsız ve tam kontrol çalışma mümkün

delizade | 26 May 2010 12:26

  1. Tanıtım Videosu
  2. İlişki haritasının oluşturulması
  3. Zaman takibi temelleri
  4. Görsel versiyon zinciri özelliği
  5. /flow/video_player.php?movie=navigation”>Gezinim

Bir bilgisayar operatöru için çalışma sürecinde emek ve zamanın ne için harcandığının belirlenmesi çok önem taşıyor. İster tasarımcı, ister bir mimar, yazar ya da bir öğrenci olun bilgisayar başında bir iş için harcadığınız vaktin ne kadar olduğunu bilmek, otokontrol ve planlama için değerlidir.

Buna ek olarak üzerinde çalışılan işle ilgili hangi dosyalar ve programlarla çalışıldığı, kullanılan dosyalarla a’dan z’ye hangi dosyaların ilişkiye girdiğinin de tam olarak görülebilmesi oldukça önemli.

GridIron‘un geliştirdiği FLOW, yukarıda ana hatlarıyla belirtilen ihtiyaçlara inanılmaz bir itina ile karşılık veren yeni bir yazılım. Akıllı ve gerçekten detaylı çalışıyor. Aşağıda, bu programın marifetlerinden birkaçını bulacaksınız, okumaya devam edin ve bilgisayar başında neler yapıyor olduğunuzu tespit etmeye başlayın.

Flow, temel olarak iki parçadan oluşuyor;

  1. Flow Takipçi
  2. İlişki harita göstergeci

ADEM

il mare | 09 May 2010 12:13

Eski bir fotoğrafa bakıyorum da şimdi,

Nasıl da fazlaymışım.

Henüz beni bulmamışlıklar kadar fazla. Henüz kederlenmediğim kadar neşeli,henüz tanışmadıklarım kadar acemi,şaşkın,yabanı ve yalnız.

Fazla gülümsüyormuşum, sonrasında ağlatanlar kadar meğersem.

Bir fotoğrafa bakıyorum da, her şey ne kadar şaşırtıcı derecede oranlı; nasıl da bugün kadar dünüm orda.

Farkına varıyorum işte gitgide. Geleceğimin şu anımdaki eksikliği kadar fazlayım şimdi,adımlarımı attıkça nasıl da eksileceğim.Zaman nasıl da bir şeyleri alıp götürecek,her yarın oluşta bugünlerim nasıl da yitip gidecek. Bugün beni bulmayan acılar, aşklar,nefretler, sıralarının gelmesini bekleyen uzun bir kuyruktalar ve işte… Henüz hiçbiri yoklar; ama olacaklarından emin olduğum bir düzende,şu yalınlık halim, yarınım kadarki yoksunluğum değil de ne? Yarın beni bulacaklar kadar eksik değil miyim; ben yarın, bugün eksik olduğum kadar fazla olmayacak mıyım? Elbette olacağım.

— |SEN|

il mare | 06 May 2010 10:35

Her anıyı aşk mı sanarım, her anıyı sevda mı?
Değil,işte öyle değil.

Maharet aşk denizine tonlarca gemiler sığdırmada, maharet denizleri de aşıp okyanuslara açılmada .
Bir yalandan çıkmışken, oyalı,kırmızı bir mendil sallamışken son kullanma tarihi geçmiş bir rüyanın ardından,
Maharet yalanları suya atıp mendilleri ispirtoyla yakmada,öyle çok tenezzül de etmeden,serçe parmağının ucuyla.
Her hatırladığın aşk değil işte;
Farkında mısın,sen her hatırlayışında ruhuna dipsiz sevdalar kapaklanmakta,
Ekose hayallerinin üzerine çizgili tutkular yamalanmakta.
Her hatırladığın aşk olsaydı eğer, hatırladıklarından çok öte ,seni çağırırlardı aşk aşk diye.
Gözyaşlarının tuzu yakardı sineni ve yıkandıkça hatıraların, çekip küçülürlerdi teker teker;
Oysa ki sen,tüm yad edişlerde esnetensin bir şeyleri; ucundan tutup çekiştiren,sınırları zorlayıp ebatlarını değiştiren;
Gelmişinin önünde diz çökerken saç diplerinin bile duyduğu hörmetle; geçmişine sövensin, camdan yapılmış nefretinle.
Sen, bir ateşin üzerinden üçüncü kez atlarken, evvel bir zamanının gıptasını dördüncü sıçramana yakıştıransın,
Evvel bir dileğinin aynı karakterli harlarına bu sefer yüreğinin suyunu serpiştiren, ve tek bir damlasıyla nice korlar peyda edensin.
Kendine karşı açtığın savaşta desenli yaralar alan gururlu bir gazi,
Ve bu uğurda şehit ettiğin inanlarının taziyelerini her seferinde kapı eşiğinden defedensin.
Yani öyle sandığın gibi değilsin, dur ama gitme, açıklayabilirim.

BİR ÇİFT GÖZ

mavilikler | 05 May 2010 10:39

Hafta sonlarına sığdırmaya çalışıyoruz gerçek yaşamlarımızı. Penceremizin köşesine çekilip çayımızı yudumluyor ve bu kez dışarıdan, içinde kaybolmadan seyrediyoruz kalabalıkları.

Herkesin aynı göründüğü bu yerde, farklılığını koruyan tek kişi kendimizmiş gibi keyifle içmeyi sürdürüyoruz çayımızı. Ilık ılık birşeyler duyarak içimizde, karşımızdaki koltuğa buyur ediyoruz kendimizi. Penceremizin diğer köşesinden ne de güzel gülümsüyor bize!..

Tadımca kart hart

witamin | 04 May 2010 12:16

Tadım gıda firmasının ürettiği Tadımca bir oyun başlatmış. 4 Nisan 2010 tarihinden itibaren Tadımca kart hart oyununu oynayanlar Tadımcadan hediye kazanma şansını elde ediyor. Bu kart eşleştirme oyunundaki 3 seviyeyi en kısa sürede tamamlayıp haftanın ilk 5 ine girenlere çeşit çeşit Tadımca’dan oluşan paket hediye.

Zaman Makinesinde Sosyal Medya

selmangurlesin | 30 April 2010 17:05

Çocukluğumuzda sadece bildiğimiz; sokaklarda koşturmak, çeşitli mahalle oyunları oynamak(saklanbaç,bilye,çelik çomak,yakar top vb..), mahallemizde ve okulumuzda bulunan sınırlı kişilerden kendimize arkadaş edinmekti. Eğer ailemiz bize kıyak geçip büyük güzel oyuncak aldıysa onu mahalleye çıkarıp arkadaşlarımıza göstermekten daha fazla zevk veren birşey yoktu tabi. Demek istediğim sosyalleşme o zamanlarda sınırlıydı, ne kadar zorlasanda anca yan mahalleye taşabiliyordu bu sınır.

Çocuklar için böyleydi, peki ya yetişkinler için nasıldı? Onlar içinde aslında çok ta farklı bir ortam yoktu. Farklı olan onlar oyuncaklarla değil elindeki işlerle uğraşıp, işyerlerindeki ve etrafındaki aynı il sınırındaki kişilerle arkadaşlık kurup sosyal ortamlarda bulunabiliyorlardı. Çok zorlasalar anca bu sınır yan mahalle değil de ülkesindeki başka illerdeki hısım akrabaları ile görüşüp zaman harcama olabiliyordu.

ALAZ

il mare | 13 April 2010 09:37

23.

Hani bir günde bin şey yaşanır, bin tane şey hissedilir ya,
Bir tane çıkarsın evden hani, döndüğünde binsindir,
Çürüyor gidiyor,renkleri soluyor ya hani her bir hissin , ertesi gün yerlerine gelen körpeleri ile…
İşte o bazı çürüdü sanılan hisler aslında bazen hiç bayatlamaz, hep taze…
Nadirdir onlar,tazeliğin aznavur saflığıyla parlarlar , inci gibi ulaşılması zor ve en derindedirler,
Derindedirler; çünkü onlar ne yazık ki hep en derinden hissedilendirler…
Bazen hiçbirşeyin yakamayacağı kadar can yakarlar, bazen de…
Diğer bir seçenek vardır herhalde,fakat benim bilmem herze..

DİLEMMA

il mare | 04 April 2010 14:08

Sen doldur,ben içerim boğaziçini

Bir şekilde doğmuşsun ve konmuşsun bir yere işte….
En koyu aidiyetsizliği taşıyorsun damarlarında,kan diye….
Çoktan vazgeçmişsin konuşmaktan,kendini anlatmaktan..
Ama insansın hala işte,unutabiliyor zaman zaman,çocuk olabiliyorsun,baştan silebiliyorsun.
Yani zaman zaman, kendini anlatmaya kalkışabiliyorsun,heyecanlı gözlerle, hiç sönmeyecekmiş gibi duran ferlerle…
Tam affedecekken karşındakini,her şey tekrar güzel olabilir aslında diye düşünürken,o kahrolası umudunu hala satılığa çıkarmamışken…
Bir kez daha karar veriyorsun onu satmaya…İşte bir kez daha yazıyorsun hiç dinmeyecekmiş gibi duran koca öfkenle,ruhunun tam merkezine “satılık” diye…
Ruhun umut demek, satılan umut demek…
Diyorsun ,diyorsun ya bir kez daha…
Biliyorsun ki sen istesen de o gitmeyecek bir yere…
Ait olmadığın yerlerde,bunca zaman hala anlaşılamamış olmanın verdiği acı ve zarar veren öfkenle, çaresizliğin doruklarına ulaşıyor, kendi gözyaşlarında boğuluyorsun…
Avuçlarını sıkıyorsun,kapıları çarpıyorsun,küfür ediyorsun.Günahtan korkmak ise, günah…
Hem günah da ne,sevap ne, anne ne ,baba ne? Birlikte yaşamak,birlikteyi bırak,yaşamak ne???
Cevabı bulamadığın anda daha da yaşamak istiyorsun ama, anlamsız birlikteliğe inat yapayalnız…
Sanki yapabilecekmişsin gibi oturup ciddi ciddi çareler arıyorsun.
Evden dışarı çıkıp geri gelmiyorsun,kimseye nerdesin napıyorsun haber vermiyorsun.
Zaten herkesi gittiğin anda siliyorsun.
Derdin özgür olmak değil,derdin gidip gelmemek değil….
Derdin bitmek,derdin tükenmek senin…Derdin nefret etmek, ve nefret etmeyi istememek…
Meraklısı değilsin arkanı dönmelere,alıp başını gitmelere…
Derdin anlayış,derdin anlaşılmak…Derdin bir çift göz,derdin insan! Derdin insan! Derdin insan!
Sesler yükseliyor biryerlerden,hep aynı ton,hep aynı sözler…Hep aynı nefret…
Düşünüp duruyorsun gene…Biryerler olmalı! Gidilip dönülmeyecek,bir kez olsun öfkene yenik düştürtücek,mantığını tamamen yok edecek bir yerler!
Gözünü kapıyorsun,ciddi ciddi düşünüyorsun.
Ertesi sabah uyandığında,
Yine aynı yatakta oluyorsun.
Ama işte,derdin o yatakta olman değil senin,
Derdin o yatağın olması…

Zamanda Sarmaşıklar ve Aşk Bağları

astral | 26 March 2010 15:35


Yeni evine gelen Bek ile dışarı çıktık. Yaza girmek üzereydik. Muhteşem bir hava bizi sararken, çiçekler dallarında kudurmuş ‘Daha ne kadar güzel olabilirim!’ dercesine botanik bahçesine çevirmişlerdi dört bir yanı. Buraları çok severdim eskiden beri. Biraz uzaklara yürüdük. Belki kendimle karşılamak istiyordu bir yanım, diğer yanım ezilse de…

Uzaklara yürüdük, zamanında aşık olduğum bir adamla aşk bahçelerinden çıkıp, bağlardan geçip evimize ulaştığımız bir yer vardı. Hep kalacak sanırdım. Hep birlikte olacağız, hiç ayrılmayacağız. Gerçekten kuşkusuz inanırdım buna. Hiç şüphem yoktu. O vardı, sadece. Düş de değil, sadece gerçek yeterince güzeldi. Öyle zamanlardı.