bildirgec.org

yaşam hakkında tüm yazılar

eskilerde çocuk olmak

admin | 01 February 2010 10:33

Hep küçüklüğümüze dair yazılar yazarız, okuruz, konuşuruz. Seksenlerin sonu, doksanların başında çocuk olmak gibisinden çeşitli özlem dolu konulara dalarız. Şimdiki imkanların bizim küçüklüğümüzde var olmadıgını ama yine de o günlerin çok güzel oldugunu anlatır dururuz.

Diş macunu ve fırçası bilmediklerinden bahseder kayınvalidem, en azından yaşadıkları köyde yokmuş.Her yemekten sonra dişlerini mutlaka tuz veya kömürle temizlemelerini sıkı sıkı öğütlermiş rahmetli babası. Gerçekten de dişlerimiz bembeyazdı diyor, kömürle ovulan diş su ile durulanınca harika sonuç ortaya çıkıyormuş. Düğünlere giderken üşenmeden çantaya atılan iğne iplikle kısaltılan etekler eve geri dönüşte tekrar sökülerek eski haline gelirmiş.

Ahmet & Ayfer

admin | 31 January 2010 15:00

Ahmet Erzurumlu. Zor bir hayatı vardı. Fakir bir ailenin okumaya hevesli, hayallerinden başka bir şeyi olmayan çocuğu.

Sessiz ve içe kapanıktı. O bölgelerde okumak zor. Gerçektebn hayal, hele paran yoksa, hele ailen de çok çok hevesli değilse seni okutmaya. Ahmet on beş kilometre uzaktaki bir okula gidiyordu. Sonrası yatılı okul. Sonrası Hacettepe tıp, sonrası ABD’de devam etti bursla okumaya. Uzmanlığını da yaptı. Sonra tekrar ülkeye döndü.

Ahmet aynı içe kapalı Ahmet lakin. Hiç değişmemiş. İlk yakınlaştığı ve gözlerini kaldırıp gözbebeklerine bakabildiği ilk kızla; Ayfer’le evlendi. Ayfer evlenilecek kadın diye düşündü. Annesi de memnundu, kendi de. Lakin Ayfer dillere destan. Günde on kez Ahmet’i arar. Dışarıda içecekse şayet Ayfer’le içer.
-Nerdesin Ahmet?
-Ayfer’le şuradayım, buradayım.

Regüle Edilmiş Hayatlar

admin | 29 January 2010 14:33

Çıkmaz sokakların suskunluğunda, bir adım ötesinde; bir nefes daha…

Hep orada olduğunu bildiğin ama bir adım atamadığın. Atamadıkça kendinden uzaklaştığın, uzaklaştıkça ona daha çok yakınlaştığın, ona yakınlaştıkça dokunmak istediğin, tam dokunacakken uzanan eline sıkıca tuttuğun anlar, ızdıraplar… Kendinden uzaklaşman ona yakınlaşmanı çözümlemiyor ki, çözüm yollarını bildiğin halde bulamadığın/ yontamadığın yolculuklara gebe kalıyor.

Regüle edilmiş hayatlar, modifiye olmuş enkarnelere çevrimlenmeden bir önce; durduğun yaşam anlarında, öpüyorum dudaklarından.

SIKIŞIK HAYALLER

astral | 28 January 2010 14:31

Hiç yazamayacağını bildiği kitabın kapağı dahi hazırdır kafasında. Kolilerin fotoğrafı ve boş bir oda. Üzerinde ‘Sıkışık Hayaller’ini anlatacak teker teker. Geçip giden hayaller.

‘Bu kitap da onlardan biri, bu kitap da diğerleri gibi yazılmayacak’ dedi kadın; hem kitabından bahsederken, hem heycanlanmış halini hiç de saklamaya çalışmayarak… Keyifliydi bahsederken.

‘Bu yazıya tam bu isim olur’ dedim. İç’de kalmış bir kitap ismi. İç’de kalan hayaller. Hiç yazılmayacak ama birinin tüm ayrıntılarını bildiği ve ne kadar etkilense az olduğu; yazılmayacak kitabın adı.

kar beyazı

astral | 26 January 2010 14:22

Her geçen gün başkalaşırken hayat, başkalaşmayan şeyler de var mıydı?

Tüm zamanlar, tüm anılar, tüm saçmalamalar, tüm dağıtmalar ve tüm toparlanma çabaları başkalaşıyor. Biz değişen bir yapıya sahipken bazı özelliklerimiz ise yapışmışcasına zorlanıyor ruhumuzu bırakmakta. Hatta gün be gün kendimizi tanıyamaz olmuşken aynada, ne kadar değişmez özelliklerimiz olduğunu görmek de başka bir yıpratıcılık taşıyor şu zalim zamana karşı koşarken/ koşamazken…

Var oluşun ve var oluşsuzluğun tüm basamaklarını teker teker tırmanmış ve yok olma basmaklarını da itinayla çıkmışken; kendi imzanı taşıyan ne var bu dünyada söyler misin?

KARABASAN

powerbyfi | 21 January 2010 10:25

Sonsuz bir uçurum gibisin
ve ben uçurumdan aşağıya
düşen bir yaprak gibiyim
Rüzgarın esaretinde savrulmuş…

Hışımla esen bir fırtınasın,
Bense Yapayalnız bir fidan
Çölün ortasında, kurak mevsiminde yaşamın
Köklerim daha tutunamamışken
“toprağa”.

O kadar güçlüsün ki;
Senin gözlerin yüreğimdeki ormanları yakıyor,
Yürüdükçe depremler oluyor,
Denizden aşan dalgalar zihnimi bulandırıyor..
Nefes aldıkça sen üşüyorum.
Beni kırpıp kıırpıp gökteki yıldızlara doğru savuruyorsun kabuslarımda,
ve Ben son nefesimi verirken o karanlık gecede
Sen bunu umursamıyorsun bile.

dolmakalem

astral | 20 January 2010 14:20

Parmaklarım tek tek dokulu resim kağıtlarına dokundu. Tek tek seçtim, renk renk sonra dokulu olanlarından da tonlarına ve dokularına göre bir sürü kağıt aldım.

Dolma kalemlere baktım. On yıldır kullandığım kalemimi çok değerli bir dostuma hediye etmiştim ve onu istediğim bölümü kazandığımda kendime hediye almıştım. Şimdi benim doğum günüm için kendime bir sürpriz yapmaya karar verdim. Çok güzel bir kalem seçtim. Birkaç on yıl rahat kullanılabilecek bir dolmakalem.

Yabancı Dillerin Birbirine Çevrimi

admin | 19 January 2010 12:56

İnsanlar birbirleriyle konuşarak anlaşır; bu konuşma işlemini dilleriyle yaparlar. Dil deyince bir anlamı da lisan anlaşılır. Bir lisan bir insan gibi…Dünyada iletişim için çok fazla alternatif olunca bilgiye ulaşım da çok çeşitlidir. Ulaşılan bilgiler bazen bizim bilmediğimiz lisanlarda olabilir. Sonuçta bilmediğimiz lisanları, bildiğimiz lisanlara çevirmek lazım; o zaman da translate denilen kavram çıkıyor. Aslında çeviri kelimesine çok büyük anlamlar yüklenmiştir. Çeviri demek hayatın akışı içindeki canlılığı yakalamaktır. Buda çeşitliliğe katkıda bulunur.

Birçok çeviri programları olup, bunlar genelde İngilizce- Türkçe çeviri üstüne odaklanmışlardır. Başka dillerin Türkçeye, Türkçenin başka dillere çevrimi en azından benim bildiğim kadar yoktu. Olsa bile kanımca çevirten insanlardan bir miktar para karşılığı yapılırdı. Fakat Google Translate denilen program bu işlemi ücretsiz yapmaktadır. Birebir çeviri olmasa bile iş görür bir program olup; kısa vadede birçok makale çevirisini diller arsında gerçekleştirmektedir. Burdan

Hayalperestin Günlüğü

Galanthus | 19 January 2010 12:55

İflah olmaz bir romantik var karşınızda şu anda.

Kendisi bir otobüste, hatta kendi standartlarına göre oldukça lüks sayılabilecek bir otobüste seyahat ediyor üstelik tek başına. Kimse de yok yanındaki koltukta. Bu yüzden istediği kadar yazabilir ve de yayabilir. Önünde topu topu üç saatlik bir yolculuk kaldı ve okuduğu kitabı da bu süre içinde bitirebilecek.

Yolculukta geçtiği duraklardan hiç biri gelecek kadar onun içini acıtmadı, hiç birinde kendini bu kadar yalnız hissetmedi. Bir sonraki durak sevdiğinin memleketinin durağı, onu göremeden buralardan öylesine geçip gitmek acı verici. Bir yolu olsa keşke inse şu otobüsten hemen bir sonraki durakta ve gitse sevdiğinin kapısına, çalsa o kapıyı, sevdiği açsa ve nutku tutulsa, kısa bir şaşkınlıktan sonra onu belinden kavrayıp sıkı sıkı sarılsa… sonra sonra yine gitmesi gereken o yere gitmek için bir otobüse binse, ilk otobüse. Gittiği yerde yalanlar uydursa otobüs arıza yaptı, yollarda rezil rüsva oldum dese. Yok, hepsi bir hayalden ibaret, ne sevdiğinin kapısına gidebilir ne de sevdiği onun bu durağında onu görebilmek için çabalayabilir.

Mağdur Olma Sevinci

nikinewman | 16 January 2010 10:33

ihanetin temsilî resmidir
ihanetin temsilî resmidir

Genç olmak… Her şeye çare bulunur, bir şekilde onunla kıyaslayınca kendini abartabilirsin ama “doğum günün bana geldiğin gündür”. Ne acı, dönüş yok, rekabet yok. Güzellik kaz ayaklarıyla yavaş yavaş geriye giderken, sen modern-şehirli kadın da olamamışsan, iş-ev arası o kadar da uzak bir mesafe değilse, ipoddan yana da yoksun, spor salonu üyesi de değilsen…İhanet neden senden gelmesin? Genç kalmak, güzel hissettmek…
Kendimi Ezel dizisinden bir kesitin içinde bulduğunda bunlar ilk aklıma gelenler olmadı. Taksiciye “sağa çek abi”, deyip yeni zamlardan nasibini almış, ilk kez denediğim murattı sigaramı içerken, aklıma bunlar gelmedi. Sonra düşündüm, bir dolmuşta düşündüm, takside başka şeyler düşündüm. Neden ben? dedim.Neden benim en yakın arkadaşım? dedim. Ben de “çok acı var, dayanamıyorum” deyip hemen köprüye…” dedim. Dinletemedim, içimde garip bir de sevinç duydum: “mağdur sevinci”. Hiçbir şey yapmadan, gecenin yıldızı olma, haklı olma, acınacak olma, hatasız olma sevinci. Üç gün aralıklarla ağladım, dördüncü gün ağlamadım. İyiyim ben dedim, eşi dostu aradım, onlara haber uçurabiecek eşi dostu..”Onlar” ve “ben” olarak 2’ye ayrılmıştık. Daha sonra onlar da kendi aralarında 2’ye ayrılmışlar zaten. Kız üzgün, midesi bulanmış vaziyette, adamdan haber yok. Kulağımda Tuncel Kurtiz’in sesi, Monte Kristo Kontu’nu da yanıma aldım. Unuttum, gitti. “nikahlı kocam mı?” dedim, unuttum, gitti.
Kız aradı,”sarhoştum, iyi hissetmek istedim” dedi, “aslında 2 gün kötü oldum sonra çok da önemli bir şey olmadığını anladım”dedi, “büyütmeyelim” demedi ama en çok onu demek istedi. Dışarıdan bakılınca nasıl gözüküyoruz diye bir bilmeyene sordum, cevabı en başa koydum…