bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Müsvettesiz hayat

kopanisti | 03 September 2008 09:44

E K O N
E K O N

_/)

Hayalle gerçek birbirine karıştı.
Uzun zaman önceydi, bir günce okumuştum. Hani gezginler gezdikleri gördükleri yerleri yazarlar ya onlardan biri.
İki kişi tekneleriyle dünya turuna çıkarlar, geride herşeyi bırakıp.

Herşey dediğin denir ki?
Kirli hava, trafik gürültüsü, daha çok şeye sahip olabilmek için kariyer yapma hırsı.
Bunu yaparken insanları ezme, tahrik etme, kullanma, posasını çıkarma yada çıkarılan posanın ta kendisi olma durumları..

ALMANYA’NIN OSMANLI’DAN YARDIM İSTEĞİ

leaderhasan | 02 September 2008 18:20

19. yüzyılda gerçekleşen olay şu şekildedir:
Almanya’nın Mülhaym kasabasındaki Ren nehrinin bir tarafına Fransızlar diğer tarafına ise Almanlar yerleşmişlerdi.

Fransızlar, her sene nehrin öbür tarafına geçip, Almanların da mahsülünü topluyor ve tümünü kendilerine alıyorlardı. O dönemde, birliğinden dolayı sorunlar yaşayan Almanya, güçsüz durumdaydı. Ve bu yüzden yaşananlara da bir şey diyemiyordu.

Her yıl bu durumdan sıkılan Almanya çareyi Osmanlı Devlet’inden yardım istemekte bulur. Ve şöyle bir mektup yazar:
–Fransızlar her sene bize zulüm edip mahsülümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki; dünyaya adalet dağıtan imparatorluğun sultanı ve islamiyetin halifesisiniz. Ürünlerimizi toplamamız konusunda bize yardım ediniz.

bir varmış bir yok olmuş

sandyclaws | 02 September 2008 17:45

O’nu o kadar özlemiş ki özlemek nedir bilememiş. Hatırlayamamış birçok şeyi, kendini suçlamış hep.Fotoğraflara bakıp hatırlasana aptal diye kafasına vurmuş. Öldü dediklerinde ağlayamamış, ölmek ne demek düşünmüş. Nasıl bilsin ki küçükmüş.

Ambulansa ilk o gün binmiş, bakınmış çevresine ellerinde hemencecik tutuşturulan O’nun kocaman ayakkabıları. Onları bırakıp O’nun ellerini tutmak istemiş ama eli yokmuş ki o an farketmiş. Yol bitmek bilmemiş sanki, sonra da ardına kapanan kapılar,koşuşturmalar. Kalmış elindeki ayakkabılarla. Bilememiş ne yapsın.

masalmış

sandyclaws | 02 September 2008 16:47

Sanmış hep…Yalan söylemenin burun uzatacağını sanmış Pinokya’dan; tahtadanda olsa herkesin hissedebileceğini de.. Alice gibi Harikalar Diyarında sanmış kendini ve her yerin öyle renkli olacağını.. Peter Pan bir gün penceresinden içeri girmese bile uçabileceğini sanmış ve hiç büyümeyeceğini.. Hanse ve Gratel gibi ekmek ufalayarak eve dönüş yolunu bulabileceğini sanmış birde şekerlerin her zaman çok tatlı olduğunu.. Nasıl biri Külkedisi’nin ayakkabısından buluyorsa onu, öyle olur sanmış, bir gün onu da bulurlar sanmış.Sanmış hep…

KİM?

ufopilotu | 02 September 2008 16:47

http://www.metacafe.com/watch/464323/

100 milyon insanı yokeden hastalık: Kara Ölüm

fortiori | 02 September 2008 15:18

Bugüne kadar insanlığın başına gelen en büyük felaketler hangileridir diye düşündüğümde elbette aklıma hemen savaşlar, yani insanların birbirlerini ortadan kaldırmak için gösterdikleri ‘insan üstü’ gayret süreçleri geliyor; ardından şu rakamları hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum:

1. Dünya Savaşı: 40 milyon can kaybı
2. Dünya Savaşı: 60 milyon can kaybı
Kore Savaşı: 3 milyon can kaybı
Vietnam Savaşı: 1.2 milyon can kaybı

Bu sonuçları başlıktaki rakamla kıyasladığımızda, felaketin boyutlarını kestirebiliyoruz. Kara Ölüm adı verilen salgın hastalıklar silsilesinin patlak verdiği 1300-1450 tarihleri arasında dünya nüfusunun ortalama 500 milyonu geçmediğini de hesaba katttığımız zaman felaketin dimağa durgunluk verecek büyüklüğünü vurgulamış oluyoruz.

Yazının devamında detaylandıracağım, tüm dünyada ortalama 150 yıl süren Kara Ölüm; Yersinia pestis adı verilen bakterinin yol açtığı salgın hastalıkların dünya nüfusunun üçte birini ortadan kaldırması olayıdır. Çoğunlukla Batı Avrupa’da yaygın olan hastalık mikrobu, fareler ve pireler aracılığıyla yayılmıştı. Kurbanlarını feci şekilde ortadan kaldıran hastalıkları tedavi etmek dönemin tibbi imkanlarıyla mümkün olmayınca insanlar farklı çözümler aramışlardı: Taşıyıcı olduğu sanılan insanlar yakılıyor, Almanların hastalıkların sorumlusu olarak gördükleri Yahudiler katlediliyordu. Hastalık ortadan tamamen kalktığında hayatta kalabilenlere geniş araziler kalmıştı. Avrupa’da, ekonomik, sanatsal, kültürel anlamda büyük bir karamsarlık ve çöküntü başgöstermişti.

Vivaldi’ nin bilmediği…

makaleci | 02 September 2008 15:14

Bir mevsim diğer bir mevsime dönerken hiç mi haberi olmaz insanın?

İlkbaharın o eşsiz kıpırtısı; renklerin her tonunun cömertçe dört bir tarafa serilişi ve kuşların bu görüntüye alkış tutan enerjik şakımaları…Hiç biri görülmez, duyulmaz mı olmuştur?

Ya da hiç mi güneşin giderek yaktığını, kavurduğunu bilemez…O kavuran ama bir taraftan da gülümseyen güneşin doğadaki her canlının nasıl içine işlediğini, o canlılara nasıl hayat verdiğini fark edememiştir?

Sonbaharın eşsiz sarı tonları kucak açtığında, istemsiz bastığı yaprağın hışırtısını da işitmemiştir? O havalarda içilmeyi daha çok hak eden mis gibi bir kahve de mi eşlik etmemiştir üzerinde ince bir battaniye ile cama bakarken? Ya da o camdan zaten hiç mi bakılmamış mıydı…?