Bugüne kadar insanlığın başına gelen en büyük felaketler hangileridir diye düşündüğümde elbette aklıma hemen savaşlar, yani insanların birbirlerini ortadan kaldırmak için gösterdikleri ‘insan üstü’ gayret süreçleri geliyor; ardından şu rakamları hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum:1. Dünya Savaşı: 40 milyon can kaybı2. Dünya Savaşı: 60 milyon can kaybıKore Savaşı: 3 milyon can kaybıVietnam Savaşı: 1.2 milyon can kaybıBu sonuçları başlıktaki rakamla kıyasladığımızda, felaketin boyutlarını kestirebiliyoruz. Kara Ölüm adı verilen salgın hastalıklar silsilesinin patlak verdiği 1300-1450 tarihleri arasında dünya nüfusunun ortalama 500 milyonu geçmediğini de hesaba katttığımız zaman felaketin dimağa durgunluk verecek büyüklüğünü vurgulamış oluyoruz.
Yazının devamında detaylandıracağım, tüm dünyada ortalama 150 yıl süren Kara Ölüm; Yersinia pestis adı verilen bakterinin yol açtığı salgın hastalıkların dünya nüfusunun üçte birini ortadan kaldırması olayıdır. Çoğunlukla Batı Avrupa’da yaygın olan hastalık mikrobu, fareler ve pireler aracılığıyla yayılmıştı. Kurbanlarını feci şekilde ortadan kaldıran hastalıkları tedavi etmek dönemin tibbi imkanlarıyla mümkün olmayınca insanlar farklı çözümler aramışlardı: Taşıyıcı olduğu sanılan insanlar yakılıyor, Almanların hastalıkların sorumlusu olarak gördükleri Yahudiler katlediliyordu. Hastalık ortadan tamamen kalktığında hayatta kalabilenlere geniş araziler kalmıştı. Avrupa’da, ekonomik, sanatsal, kültürel anlamda büyük bir karamsarlık ve çöküntü başgöstermişti.Yersinia pestis nedir, ilk olarak nasıl yayılmıştır:
14. yüzyılda ilk olarak Orta Asya ve Hindistan’da ortaya çıktığı tahmin edilen Yersinia pestis mikrobu, genişleyen ticaret yolları üzerinden tüm dünyaya yayılmıştı. Mikrop en büyük kayıpların yaşandığı Avrupa’ya, Asya’dan tahıl ve eşya getiren gemilerin taşıdığı fare ve pire gibi hayvanlarla taşınmıştı. Asya ile en büyük hacimli deniz ticareti Cenevizlilertarafından gerçekleştiriliyordu. Sicilyalimanlarına ulaşmaya çalışan Cenevizli ticaret gemilerinde bulunan tüm mürettebat hastalığa yakanmıştı. Bu gemilerden bazılarına açık denizde hareketsiz ya da kıyıya oturmuş vaziyette rastlanıyor, içine girildiğindeyse tüm mürettebat ölü bulunuyordu. Halkın bu gemileri yağmalamasıysa, hastalığın yayılmasına katkıda bulunuyordu. Öyle ki hastalık önce tüm İtalya’yı sarmış, oradan da sırasıyla Fransa, İspanya, Portekiz, İngiltere ve İskandinavya’ya ulaşmıştı.
3.3 milimetre boyundaki taşıyıcı bocek
Hastalığın tüm Avrupa’ya yayılmasının ardından yaşanan olaylara şahitlik eden Sienalı Agnolo di Tura şöyle diyordu:
Yüzlerce insan gece gündüz ölüyordu. Herbirini kazdığımız hendeklere atıp üzerlerini toprakla örtüyorduk. Hendekler kısa sürede dolunca hemen yenilerini kazıyorduk. 5 çocuğumu kendi ellerimle gömdüm. Hayatta kalanlar dünyanın sonunun geldiğine kanaat getirmişti.
Her nekadar hastalık 14. yüzyılda başgöstermiş olsa da, hastalık mikrobu olan Yersinia Pestis’i tanımlamak ancak 19. yüzyılda mümkün olmuştur. Alexandre Yersin adlı bakteriyolojist, son olarak Hong Kong’da rastlanan bakteriyi araştırmış ve Enterobacteriaceae grubuna giren bakterinin ölümcül olduğunu belirtmiştir. Pasteur Enstitüsü’nde çalışan Yersin, bakteriye kendi adını verirken, ona çare olacak ilacı da burada geliştirmiştir. Birkaç gün içerisinde kurbanını ortadan kaldıran bakteri, toplu ölümlere yol açmak amacıyla bioterörizm dahilinde de kullanılmıştır. (Söz konusu bakteri Japonlar tarafından 2. Dünya Savaşı’nda laboratuvar ortamında üretilip, Çin’e karşı kullanılmak üzere hazırlanmıştır. Çin’li esirler üzerinde denemeler yapıldığı bilinmektedir)Kara Ölüm sürecini oluşturan salgın hastalıklar hangileriydi?
Genelikle pire ısırması ile bulaşan yersinia pestis bakterisinin yol açtığı hastalıklar birbirine benzeyen 3 ayrı formda kendini gösteriyordu. Bunlardan en yaygını bubonic; yani kasık ve koltuk altı lenf bezlerinin iltahaplanması hastalığıydı. Hastalığın bulaşmasından en fazla 7 gün sonra hayatını kaybeden kişiler, bu süre içinde öncelikle yüksek ateş, şiddetli öksürük, kan kusması ardından da kasık, boyun ve koltuk altında müthiş acı veren kabarma gibi semptomlar geliştiriyorlardı. Son olarak kanın zehirlenmesi ile kurban feci şekilde can veriyordu.
Papaz tarafından kutsanan hastaların yüzlerindeki kabarmalar görülebiliyor
En öldürücü olan septicemic formunda, hava yoluyla bulaşan bakteri direkt kan dolaşımını hedef alıyor, burada yayılan bakteri 3 günden az , bazende birkaç saat içinde hastayı zehirliyor.
Hastalığın tipik göstergesi olan boyunda şişlik
En az görülen form Pneumonic olarak karşımız çıkıyor. Öncelikle akciğerleri kaplayan bakteri, buradan kan dolaşımına katılarak 2-4 gün içinde kurbanına can verdiriyor. Semptomlar ise; yüksek ateş, baş ağrısı, aşırı yorgunluk, nefes almada güçlük, göğüs ağrısı şeklinde ortaya çıkıyor.Nüfusun azalışı
Verilen rakamlar her kaynakta farklılıklar gösterse de, herbiri 75-200 milyon arası insanın hayatını kaybettiği yönünde mutabık.Hastalık mikrobunun doğduğu yer olarak kabul edilen Çin’in Hubei bölgesinde 1334 yılında 5 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor. Burada 1350 yılına kadar hastalık ya da hastalık kaynaklı kıtlıklar toplam nüfusu 125 milyondan 65 milyona düşürüyor. Japonya ve Kore’de ise bu salgınlara hiç bir şekilde rastlanmıyor.Avrupa’da da 1350 yılına kadar toplam 35 milyon insan hayatını kaybediyor ve bu rakam Avrupa’nın toplam nüfusunun üçte birine karşılık geliyor. Mikrobun Avrupa’daki şiddetinin en büyük sebebi, kalabalık kentler ve bu kentlerin farelere ve türlü böceğe ev sahipliği yapan aşırı kirliliği…Orta çağın derebeylik hakim siyasi oluşumu elbette gelirler arası uçurumları, fakirliği ve yeterli beslenememe gibi sorunları da yanında getiriyordu. Bunlar da hastalığın yayılmasını kolaylaştırıyordu. Ayrıca derebeylerinin topraklarını genişletmek için verdikleri mücadeleler, yeni yerlerin istila edilmesiyle sonuçlanıyor, böylelikle hastalık, normalden daha büyük bir hızla yayılmış oluyordu. Doğal olarak böylesine büyük bir salgın, seçkinleride etkiliyordu: Dönemin Portekiz hükümdarı Alfonso XI of Castileyaşamını yitirirken, Avrupa’da geniş toprakların sahibi olan Peter IV of Aragonkarısını ve kızını kurban veriyordu.
Mikrobun yayılma rotası
Daha birçok seçkini kurban eden salgın 1348’de Suriye’de 400000 , Gazze’de 10000 kişiyi öldürüyordu.Sosyal ve ekonomik hayata etkileri
Avrupa hükümetleri, krize cevap vermek konusunda salgın kadar hızlı olamadılar. Özellikle büyük kentlerde nüfusun yarısının ortadan kalkmış olması sıradan bir olaydı. Dağ etekleri gibi izole mekanlarda yaşayanlar salgından etkilenmezken, hastalarla tedavi amacıyla yakından ilgilenen papazlar ve manastır görevlilerinin tamamı hastalığa yakalanmıştı. Felaketin sebebinin açıklayamayan yetkililer, olayın sorumlusu olarak astrolojik unsurları, depremleri göstermiş, bazılarıysa Yahudilerin su kaynaklarına zehir karıştırdığını ileri sürmüştü. Bu felakete farelerin yol açabileceği kimsenin aklına gelmemiş, yalnızca tanrının verebileceği cezanın böylesine büyük bir bilanço yaratabileceğine inanır hale gelmişlerdi. Toplam 200000 nüfuslu Mainz ve Cologne adlı iki Yahudi halkı 1349 Ağustos’unda Strasbourg’da katledildi. Bunun gibi anlamsız önlemler salgını durdurmayınca hükümetler, yiyecek stoklarını kontral altına aldı, balık avlanmasını yasakladı ve ülkelerine dışarıdan yiyecek getirilmesini engelledi. Azalan çiftçilerin ellerindeki az miktarda tahıl da krallar tarafından ordu için kulanılıyor, böylelikle bir de kıtlık başgösteriyordu. 1337 yılında İngiltere ile Fransa arasında başlayan Yüzyıl Savaşları; fakirliği, açlığı, hastalığı iyice körüklüyor, Avrupalı halk tam bir sefalet içine düşüyordu. Avrupa’nın nüfusu 1420 yılına kadar düşüyor ve ancak 1470 yılından sonra yükselebiliyordu.
Günümüzün bazı ekonomistlerine göre kapitalizmin kökleri Kara Ölüm’e uzanıyordu: Kara Ölüm süreci sonlandıktan sonra ucuz işçi bulmanın zorlaşmasıyla vazgeçilmezliklerini kaybeden derebeyleri, çiftçilerle maaş, fiyatlar ve özgürlükler konusunda ciddi bir yarışa girmişlerdi. İşçilerin gördüğü rağbet, onların elini güçlendiriyordu. Zaman içinde işçilere bağımlılığı artan derebeyleri, dengeyi tersine çevirmek için günümüzde kapitalizm olarak tanımlanan bir düzen getirmeye çalıştılar. Bu baskıcı tavır, Avrupa’nın heryerinde çiftçi ve zanaatkar ayaklanmaları olarak karşılık buldu, ve ardından Reformlar hatta Rönesans sürecine girilmiş oldu.Katliamlar
Bazı hıristiyan gruplar olaydan sorumlu tuttukları Yahudileri, çingeneleri, dilencileri, gezginleri, keşişleri toplu şekilde katlettiler. Yüzünde sivilce olduğu görülen insanlar bile, taşıyıcı oldukları gerekçesiyle öldürülüyordu.
Yahudilerin toplu biçimde yakılışı
Katliamları tetikleyen bir durum da yaşam tarzlarındaki farklılıklardı: Yahudilerin dini bir zorunluluk olarak, ortak su kaynaklarını kullanmayışı, onların kaynakları kasıtlı olarak zehirlediğini düşündürmüştü.Yahudilerin katledilişi her zaman etnik bir nefretten kaynaklanmıyordu: Hıristiyanlardan daha zengin olan Yahudiler, onları kayıran derebeylerine protesto olarak da öldürülüyordu.Din
Kara Ölüm, halkın kiliseye ve onun yetkililerine olan güvenini azaltmıştı; dini yetkililer çare bulmak konusunda sözlerini yerine getirememişlerdi. Kilisenin bu konudaki başarısızlığı insanların alternatif inançlara yönelmesine sebep oluyordu; öyle ki, hedonizm (zevk düşkünlüğü) ve flagellant ( kendi kendine acı çektirme) gibi eğilimler başgöstermişti. Salgının bir türlü durdurulamaması insanlara bunun tanrı tarafından günahlarını cezalandırmak için gönderdiği bir alamet olduğunu düşündürüyordu.
Salgından en çok etkilenenlerde şüphesiz dini yetkililer oluyordu: Hastaları iyileştirmeye çalışan yetkililerin onlarla kurduğu temas kolaylıkla mikrop kapmalarına sebep oluyordu. Henüz eğitimini tamamlamamış, tecrübesiz din adamları ise hemen ölenlerin yerine geçiyordu.Salgının diğer etkileri
Çeşitli çözüm arayışlarına giren halk, bu durumun ‘şeytan işi’ olduğunu düşünerek, şeytanlarla ilişkilendirdikleri kedileri yok etmeye başladılar, bu da doğal olarak mikrobun taşıyıcısı olan farelerin artmasına sebep oldu.Simyacılardan medet uman bazı insanlar, metal karışımlarının daha da büyük zararlara yol açtığını farketmişti. Bir dönem likör içkisin tedavide uygulanmaya başlanmış, likör fiyatları artmıştı.Neredeyse hiçbir ülkede doktor kalmamıştı; hayatta kalan doktorlar tedaviye zorlanıyor, kabul etmeyenler öldürülüyordu. Birçok doktor, hastalığın çaresi olmadığını farkedince, en azından hayatta kalabilmek için bölgelerinden uzaklaşıyorduHayatta kalabilen insanların genlerinde (CCR5 delta 32) , HIV’ye de bağışıklık yapan bir mutasyon olduğu ileri sürüldü. 19. yüzyılda yapılan bu tahmine göre, gen mutasyonu gerçekleşmeseydi, sonuçlar daha da kötü olabilirdi.
Wymouth limanı önündeki anıt
Salgının sonlanmasından sonra edebiyat alanı tamamen bu alana yönelmişti. İnsan hayatının bu derece ucuzlaması üzerine edebiyatçılar, ‘anı yaşamak’ ve ‘hayattan zevk almak, yarını düşünmemek’ gibi konulara vurgu yapmaya başladılar.
yorumlar
Bütün bunlardan sonra çıkardıkları tek ders “anı yaşamak”, “hayattan zevk almak, yarını düşünmemek” mi olmuş?
fareler bugün şehirlerimizde, kasabalarımızda, kozmopolit yerleşkelerde dahi gözle gördüğümüz ya da görmediğimiz şekilde cirit atıyorlar aslında…anı yaşamanın yanısıra çıkarılacak bir çok ders var: haklısın @exorientelux! bunlardan birini ben çıkarayım hemen: sokaklarınızdaki kedilere kötü davranmayın! onları orda burda kesmek, kanını akıtmak için falan ayin malzemesi yapmayın.yazının detaylı anlatımı ve bilgilendirici tarafı yanında fazla gevezelik eder gibi görünmek istemem. @fortiori’ye de emeğinden ötürü teşekkür ederek bir kuple bilgi kırıntımı yazıya bırakıp kenara çekilmek niyetindeyim.kara ölümün üzerinde etkisini gösteremediği bir diğer hayvan türü de at olmuştur. eski zamanlara ait çizimlerde, ölü insan bedenlerinin yanında atlar üzerinde duran insan tasvirlerini gördükten sonra bu konu bilimadamlarının dikkatini cezbetmiş ve bir araştırma yapmalarına sebep olmuştur. at vücudundan yayılan kokuya pire yaklaşmaz. bu sebeple o zamanlar at ile gezen, hayatında atlarla ilgilenen insanlar da bu hastalıktan en az etkilenen insanlar olmuşlardır. doğal olarak at kokusunun onların da üzerine sinmesi sebebiyle…çok mu konuştum? bir detay daha vereyim – yakınından at arabası geçen köpekler atlara doğru neden fütursuzca havlarlar sizce?
Aslında ‘yarını düşünmeme’ durumu, hastalığın edebiyata yansıması..tabiki başka dersler de çıkarıyorlar ve bunlar Avrupa’da çok ciddi sosyal gelişimlere ön ayak oluyor(rönesans ve reform)..ancak bu konuyu fazla detaylandırmadığımı fark ettim ; “sosyal ve ekonomik hayata etkileri” başlığı altındaki 2. paragrafta kısaca bahsetmişim..öyleyse birkaç şey daha ekleyelim: İş gücüne duyulan ani ve yoğun ihtiyaç, insan faktörünün devletler tarafından ciddiye alınmasını sağlamıştı ve ilk olarak İngiltere’de, halkın temsiline (kısmen) dayalı bir yönetim sistemi geliştirilmişti..böylelikle halk Avrupa’da ilk kez sınırlıda olsa devlet yönetiminde irade sahibi oluyordu. Derebeyleri eski güçlerini kaybediyor ve devamındaki gelişmeler derebeyliklerin tamamen ortadan kalkmasını sağlıyordu. Elbette derebeyliklerin ortadan kalkışı, yalnızca burjuvadan ve prolateryadan müteşekkil toplum yapılanmasını da bozuyor; üretim ilişkilerinin çeşitlenmesiyle, ‘sınıfsallık’ başgösteriyordu.Ayrıca kalabalık ve kirli kentlerin hastalıktan daha fazla etkilenmesinin fark edilmesi üzerine tüm Avrupa’da yaşam kalitesinin artırılması için mücadele veriliyor, bu da ‘sosyal devlet’ oluşumunu başlatıyor.Yukarıda saydıklarımın tamamı toplum bilimcilerin teorilerinden ibaret…her türlü itiraza ve eleştiriye açık..ama bana makul geldiği için aktarmakta sakınca görmüyorum..!!bu arada atların etkilenmediğini bilmiyordum, ilginç bir anekdot, teşekkürler pilli pati..!!
Ona detay vermek mi diyon . Soru sormuşun resmen. Köpekler genelde havlarlar pati sana öyle gelmiş. Atlarlan bi alıp veremedikleri yok :P-Ne bekliyodun exoriente adamlar bakmışlar olcak gibi deil eeh z.kerim lan ısırırsa ısırsın moduna girmişler. Isırana kadar mutlu olam bari. Ha pire ısırmış ha azrail.-Fortiori’ye de teşekkürler. Çok akıcı maşaallah.
Süper yazı.tebrikler.
@avalianch yavrum, enerjini toplayıp gelmişsin bakıyorum.iyi düşün bak, o soruyu boşuna sormadım ben. cevabını da haybeye savurmak gelmedi içimden. dil cimrisiyim bugün ve biraz “çanakları çalıştıralım” misali lafı atıp kaçıyorum, anlarsın ;)bu yazı için de kaynakları sıraya dizdim. @fortiori’nin yazısına layık yorumlar yapayım istiyorum, ayıp olmasın. demin yukarıda link vermeden konuştuğum için resmen kendimi tuhaf hissettim.bak efendi efendi burada oturmuş, cevabını bekliyorum, hadi yavrum, hadi düşün, meraklı kafana bi çentik çezdir, ordakileri de dürt, onlar da düşünsünler, hadi üzme beni…
Köpek ilk evcilleştirilen hayvan. İlk zamanlar onlarla sürerleşmiş arabaları atalarımız. Sonra atı evcilleştirmişler bakmışlar otz köpek bir at kadar çekiyor. Köpeğin pabucu hoop dama. Onun acısından her at arabası gördüğünde bağrınır köpekler.Yannış mı 🙂
🙂 sen var ya sen! neyse! konuyu cıvıtmayayım. yazara sözüm var. 🙂 olayı ideolojik boyuta taşıma oğlum. biraz daha basit düşün. bak bulacaksın. bi acısı var hayvanın ama neden?
yazıyı yazan arkadaşa teşekürü bir borç biliyorum. elllerine sağlık güzel bir araştırma yazısı olmuş.yalnız en merak ettiğim şey ise bu mikrobun bizim diyarlara (Anadolu) sıçramamış ya da sıçradıysa da fazla bir etki gösterememiş olması. bunun yanında rusya ve suriye’de de görülmüş insanların ölmesine yol açmış.bunun ardından soru sormak geliyor içimden:)acaba neden??
O nasıl soru Kabalcy. Lidırhasan’ın da belirttiği gibi o yıllarda Osmanlı islam gönderiğini taşıdığından bir şey olmamıştır. Use the Süzgeç please.
Bu arada pati kokudan olabilir diye düşünüyorum.Sesden olabilir diye düşünüyorum. Metafizik de olabilir diye düşünüyorum. Hatta bizi keklediğini bilem düşünüyorum.
keklemiyorum. yaklaştın. bir reaksiyon. bir kıvıldanma oliye. ha gayret!
hüfff
Anadolu’nun bu işten paçayı nasıl sıyırdığı açıkcası benimde merak ettiğim ve sorulmasından çekindiğim bir soruydu 🙂 belkide çok basit bir şekilde, birbirleriyle ticari ilişkileri olan yerlerde yayıldığını, Anadolu beyliklerinin Avrupa ile temasının çok sınırlı olduğu için salgından ucuz kurtulduğunu düşünebiliriz. bir de böyle bir harita var.. nette karşılaşmış olabilirsiniz:
tamam yavrum ortamı soğutmayalım.iyi oku bak: sonra asistanlık sınavında gümlemeyesin.bu namuhterem Yersinia Pestis bakterisi, hiç de öyle sandığımız gibi ateş olup cürümü kadar yer yakan türden bir bakteri değil. vücuduna dadandığı pirenin gidiyor önce midesini enfekte ediyor. sonra enfeksiyona buladığı pirenin boğazını tıkıyor ki pire kan emmeye çalıştığı zaman midesine kan gidemesin. (peki ne oluyor?) ne olacak! zavallı pire yapıştığı vücuttan kan emmeye çalışsa bile, bir nebze emdiği kan boğazından geçemeyip dolayısıyla midesine gidemediği için pire soluk alamıyor ve kanı gerisin geri yapıştığı vücuda kusuyor. hemi de ne ile birlikte? e bildin, kendi boğazında hazır ve nazır bekleyen Yersinia Pestis bakterisi eşliğinde… bu sefer yeni kurban pirenin yapıştığı vücut sahibi varlık oluveriyor mu sana? oluyor. yersin yemezsin. işte kaynağı burada (‘What is It’ adlı alt başlığa bakınız).bu konudaki fikrinizi alayım. sonra ‘at, avrat, sadık köpek’ mevzuuna giriyorum. sorusu olan parmak kaldırsın.oh bak link vermeye başladım ya, yüzüme kan geldi.
Ne diycem pire neden ölmüyor.(Tamamını kapatmıyodur büyük ihtimal ama genede sorayım)Sonracığıma bu bakterilerin uzaydan gelmiş gibi höppedenek bir anda ortaya çıkması hep ilgimi çekmiştir.Ve son olarak benim de yüzüme kan geldi ama sanırım 3’ü bir aradan dolayı 🙂
aynı başlık altında birde bu var:
acaba bu rakamlar celcius, kelvin yada fahrenheit dan hangisi??
Celciüs olması imkansız. Bkz. kaynama noktası
Kelvin olması da cok mantıksız. Bkz -273+100= -173
haklısın. onu öldürmüyor, süründürüyor. çünkü o pireye kendi misyonu çerçevesinde ihtiyacı var.bakterilerin akıllı organizmalar olduklarından ve yerleştikleri diğer organizmaları nasıl yönettiklerinden şu blogda bahsedilmiş idi.diğer konuya yani bu bakteri güruhunun höppedenek uzaydan mı geldikleri konusuna ilişkin olarak benim fikrim şu: bu organizmalar zaten mevcut fakat sadece (hijyen, ticaret, insanların hayvanlarla yakın uzak irtibatlı yaşamları vb.) koşullardaki denge-düzen değişiklikleri bazı organizmaların hareket alanlarını genişletip kısıtlandırabiliyor.
Doğru cevap fahrenheit. 41 derece dolaylarına denk geliyor. Havale halt yemiş.
haklısın. onu öldürmüyor, süründürüyor. çünkü bakterinin o pireye kendi misyonu çerçevesinde ihtiyacı var. tabii pireye takıldık. çünkü buradan at olayına girecem. oysa bu bakteri yukarıdaki yazıda anlatıldığı gibi başka yöntemlerle de hedefini bulabiliyor.bakterilerin akıllı organizmalar olduklarından ve yerleştikleri diğer organizmaları nasıl yönettiklerinden şu blogda bahsedilmiş idi.diğer konuya yani bu bakteri güruhunun höppedenek uzaydan mı geldikleri konusuna ilişkin olarak benim fikrim şu: bu organizmalar zaten mevcut fakat sadece (hijyen, ticaret, insanların hayvanlarla yakın uzak irtibatlı yaşamları vb.) koşullardaki denge-düzen değişiklikleri bazı organizmaların hareket alanlarını genişletip kısıtlandırabiliyor.
o zaman sanırım elimizdeki en mantıklı tercih Fahrenheit.107 F= 41,66 C oluyor.
Aids mesela pati eskiden ne koruyucu ne bir sabun. Ne haltıma cıktı bu virus ?
şimdi pirenin hayat stili ve davranışlarına biraz değinelim. bu pire takımının da tıpkı diğer canlılar gibi hayatı boyunca hoşlandığı ya da hoşlanmadığı şeyler var. mesela şu fare piresi denen zat sürekli hareket halinde olmayı seviyor. (bu arada, tam da bu noktada, yazıda verilmiş genel pire tanımı linkinden farklı bir link veriyorum) (ayrıca pire tayfasının yaşam siklusu – (tıp camiasında döngü anlamında) ortam yeterince sıcak ise yaklaşık 1 yıla uzanabilirmiş diye belirtiyor bu verdiğim link. yani pire bu süre zarfında, nalları dikmeden önce bakterinin yönetiminde hoşuna giden canlıların, sürünerek dahi olsa, tadına bakabiliyor)ne diyorduk, pirenin yaşamsal faaliyetleri hobileri falan: evet, pire sıcak bir vücuttan bir diğerine seyahat ediyor, zıplıyor hemi de kendi boyunun 150 katı yüksekliklere değin, fareleri tercih ediyor fakat fare nalları dikerse acilen soğuyan farenin vücudunu terkediyor, (akıllı teneke!), haftalar da geçse yemeden içmeden durabiliyor, dayanıklı bünye, beyaz renge bayılıyor (ilginç değil mi?), 62 ila 70 Fahrenheit derecelerde ve % 90-95 oranında nemli ortamda 1 yıla değin (% 80 oranında nemli ortamda 7-8 güne değin ve nihayet % 70 oranında nemli ortamda nalları dikiyor) işte öyle sauna ortamında yaşayabiliyor. fakat haspanın hoşlanmadığı birşey var: at, inek, koyun, keçi kokusu! ah haaa, yani koşullar koşullar koşullar diyoruz bu noktada! pirelerden korunma yolları için bknz şekil 1a; at yetiştirin, koyun keçi besleyin, ortamlarınızı mümkün mertebe kuru tutun!hadi bunları da okuyun, kaynağı da kaynak edelim gözden kaçmasın, ben o arada bir bardak su alıp geleyim.ayrıca kaynak California Üniversitesi’ne ait. oraya gitme ihtimalin olursa, “ben bunları biliyordum daha çok önceden, bana bunlarla gelmeyin, daha derin konular öğrenmek istiyorum sayın prof’um” diyebilirsin rahatlıkla!
Çok maynak bilgiler. Ama en son yapcağım şey hoca al işte pirede böyle yapar hahayt bu da sana dıt dıt olurdu. Kimın kalifornikeyşin derim daha iyi. Fortiori inşaallah patinin duası tutarda oraya gidersin. Hangimiz haklımış görürüz :)Suyunu içtin mutlusun. Köpek mevzunda kaldı hala benim aklım bi deyiver hade be.Bizim de mutlu olmaya ihtiyacımız var.
🙂 AIDS filan dedin de yukarıda, ona bakıyor idim. bahsettiğin virüs yani HIV (açılımı: Human Immunodeficiency Virus) (Bağışıklık Sisteminin Çökmesine Neden Olan Virüs) ilk defa 1959 yılında bir kişiden alınan kanda tespit edilmiş. bu virüsler falan hep vardı da insanlığın kan testlerini falan keşfetmesi, tıbbın ilerlemesi zaman aldı. o vakte kadar belki insanlar yine AIDS’ten ölüyorlardı da belki insanlık onun adına başka birşey diyordu. olamaz mı?
Hayır pati kendini kandırıyon. Eskiden bu virus yoktu yani bildiğin yoktu. Bu biraz şey gibi oldu. Allah yok işte bildiğin yok gibi oldu. Ondan utanıyorum kendimden. Ama örnek vermeye felan kalkarsam ortam ciddileşcek hiç çekemem biliyon mu 🙂
evet at kokusuna pire gelmiyor. tiksiniyor bu kokudan… hatta günümüzde (çok şükür bu bilim insanlarının çalışmaları sayesinde, saygı sevgi bizden olsun) umarım insanlık elindeki bilgileri hep daha iyisi ve insanlık yararı için kullanagelir.şimdi sorumun cevabını veriyor olmak, çok iç sıkıcı belki ama yukarıdaki bunca bilgiyi de sırada bekletemezdim. köpek dostlarımızın vücudunda barınan muhtemel pireler, yakınlarda beliren atları hissettiklerinde köpeğin bedeninde kıpraşmaya, huylanmaya sebep oluyorlar yavrum. belki de at yaklaştıkça köpeğin bedeninde zıplaşmalar falan yaşanıyor, (o kadar yakından olayı görüp takip etmişliğim olmadı), fakat bunu hisseden köpek şartlı refleks sonucu (Pavlov’un itleri, adamın kendisinden ne de çok çekmiştir, bilirsin) olayı atın varlığına bağlayıp ata çemkiriyor. at uzaklaştığında ise köpeğin vücudundaki kıvıldanma durulduğundan köpek de pireler de bilindik bağlı – bağımlı hayatlarına geri dönüyorlar. ta ki; bir diğer at yanlarına yakınlaşana kadar. köpeğin şartlı refleksi rahatsızlığı işte. n’aparsın! havlıyor hayvan. at mutlu mesut geçer iken önünden… (uf, çok laubali oldum, yazar kovacak bizi blogdan)
Pireler aklımın ucundan bile gecmedi. Yaşlanıyormuyum neyim.Ama at arabasını kovalıyorlar dedin beni ikilemde bıraktın. Atı deseydin çözerdim belki 😛 Köpeklerin dönen tekerleği ve jantı yakalama takıntılarıda varmış. Biliyormuydun. Kaynak yok kulaktan dolma :)Yazar işini yapsın. Biz işimizi yapalım. Herkes işini yapsın. İstenmediğimiz yerde durmayiz derdim de hatlar kitlenir salla .
fortiori, nefis bir yazı olmuş, teşekkürler.pilli pati yorumları okurken aklıma pirelerle ilgili bir husus takıldı. şimdi dediğine göre bu hayvancıklar at, koyun ve keçi kokusundan hoşlanmıyor ve dolayısı ile bu hayvanlara yaklaşmıyorlar. köpeklerin atlara neden havladığı ve huzursuzlandığı konusunu da yukarıda ayrıntısı ile belirtmişsin zaten. peki ama köpeklerin aynı nedenle koyunlara ve keçilere karşı da agresif davranmaları gerekmez mi şu durumda? çoban köpeği ne ola ki?
Avali ve Pi’pati, yorumlarınızı, talk show, bazında okuyorum..Devam..
şimdi @puella’cığım, çoban köpeği hayatını çoban ve koyunlarla ve yahut keçilerle idame ettirdiğinden pire o köpeğe de gelmez, yanaşmaz. tabii çok şükür ki; linki bir üniversitenin sitesinden verdim ki; benim fasadan fisodan salladığım zannı, ola ki, oluşmasın deyu…umarım anlatabilmişimdir. tıpkı atlarla yaşayan, at besleyen insanların bu kara ölümden kurtulması gibi çoban köpeği de koyun sürüsü, keçiler ile yaşamaktan mütevellit pire illetinden kurtulur. koyun keçiden yükselen yoğun koku çoban köpeğinin de piresiz bir yaşam sürmesinde etkindir.olay o biçim yani! 🙂
@pbk,talk show neyin gibi iki çift laf etmek iyi de, adımız medya maymununa çıkmasın, yeter! 🙂
Aman Pati ondan çekin bundan kork, niye yaw..Çıksa ne çıkmasa ne ..elbette boş zamanımız olursa biz de araştırma yazısı yazacağız..Hafif i ciddi anlamda ele alırsam çok sıkıcı olacağımdan eminim..
Pek muhterem Pilli Pati. Kitap gibi insan evladısınız maşallah, oku oku bitmeyen. Şahsınıza özel ayraç yaptırdım hatta. Periyodik olarak okuyum diye..
sayın yazarımız eksik olmasın, konuyu incelemiş, gözümüzün önüne kadar getirip sergilemiş. okuduktan sonra iki kelam etmesek boyun borcumuzu nasıl öderdik?
Pardon, onu da tebrikliycektim, arada kaynadı. Çok detaylı bir yazı olmuş. Bilgilendirici. Hatta okurkene ilk paragraflarda “kesin bu Pati yazısıdır” dedim, Page protected ibarelerini görünce iyice senin yazın olduğunu düşünmüştüm ki Fortiori’ye aitmiş. Ellerinize sağlık.
Ahaha 🙂 haklısın anthro,, ben de zaten pilli pati’nin yazılarından esinlenerek page protected olayına girmiştim..renkli renkli hoş duruyordu..yalnız ibarelerin sayısını abartmış olabilirim..Ama ne yapayım kendini bilmez densizin birinin alakasız bir yere kopyala/yapıştır yaptığını görünce gözüm döndü …
Bu tip yazıları pekçok haber sitesinin editörleri haber niyetine arakladıkları oluyor. Kaynak gösterme ihtiyacı bile duymadan. Haber sitelerinin sağlık bölümlerine arsızca koydukları malzeme olabilirdi onun için. Uyarıyı koyman iyi olmuş cidden.
bu arada tüm arkadaşkaların ilgisine teşekkürler..!!
Aklıma nedenseThe Masque of the Red Death geldi.
Fortıori’nin bahsettiği Yersinia pestis “veba” olarak bilinen hastalığın mikrobudur ve veba çok uzun yıllar Osmanlı’nın da başına bela olmuştur. YAni Anadolu’yu es geçen bir hastalık değildir.Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba: (1700-1850)Tarih Vakfı Yurt Yayınları – Danıel Panzac
ehem ehem..bana cevap hakkımı doğuyor ne..!!! şimdi şöyle söyleyeyim: Dünyada Black Death denilen olay 1300-1450 yılları arasında cereyan ettiğine ve ben de bu olaydan bahsettiğime göre rahatlıkla Anadoluyu es geçtiğini söyleyebilirim..Anadolu’ya hiç bir dönemde uğramadığını iddia ettiğim bir cümle sarfetmedim..!!! Ama elbette aynı mikrobun yol açtığı hastalıklar 14. yüzyıldan sonra Anadolu dahil birçok yerde görülmüştü..Zira yazımda da belirttiğim gibi hastalığın ilacı 19. yy de üretilmişti..Hastalık 1710 yılında İskandinavya’nın tamamında, 1738 yılından sonra Ukrayna,Romanya Tunus’da ve sizin bahsettiğiniz tarihlerde de Anadolu’da görülüyordu..Hatta o dönemde (muhtemelen gösterdiğiniz kaynakta yazıyordu) yerlere tükürmek yasaklanıyor, tükürenler inzibatlar tarafından tutuklanıyordu…Yönetim, tükrüklerin üstünü külle kapatmaları için görevliler atıyordu.. (iğrenç ama tarih bunu yazıyor)Bu arada, mikrobun yol açtığı hastalıklar 3 ayrı formda görülse de, bu hastalıklar Türkçeye ‘kısa yoldan’ veba olarak çevirilmiştir. Ancak tıpta bubonic, Pneumonic ve septicemic olarak bilinen hastalıkların Türkçede tam karşılığı bulunmamaktadır.
İlginç… Yazı için teşekkürler.Bize, “Zavallı, ahmak insanlar” demek kalıyor sanırım…
estağfurullah sevgili pilli pati, fasadon fisodan atmak gibi bir durum, söz konusu siz olunca namümkün elbette ki 🙂 merakımı cezbetti bahsettiğiniz konu, nette de araştırıp bulamayınca size yönelttiydim sorumu yine. olay gerçekten de o biçimmiş! ;)tachyon yazı çok başarılı bence de, özellikle de farklı olgular açısından incelenmiş olması. ve bence yazar konu hakkında çok daha fazla bilgisi olmasına rağmen ancak bu kadar sınırlayabilmiş, çünkü gerçekten de oldukça kapsamlı bir konu ve daha kısası kanımca bu derece tatmin edici olmazdı..
Gazze’deki katliamı da eklemek gerek!
bu kadra insanın bu şekilde ölmesi masum insanların bile bu hastalığı yaydığı iddia edilip yakılması insanlık adına utanç verici. güzel bir araştırma olmuş.
bu kadar insanın bu şekilde ölmesi masum insanların bile bu hastalığı yaydığı iddia edilip yakılması insanlık adına utanç verici. güzel bir araştırma olmuş.
Burda Rotvaydır Köpekleri oturup kalkıyorlar.Çok şıklar:)))Yazınız nefis.Bilgi küpü mübarek.Emeğinize sağlık.Ahkamlar desen ona keza…
Bilgi için teşekkürlerlenskontakt lensrenkli lenstorik lenstoric lens
bilgiler için teşekkürler.ilansahibindenemlakikinci elaraba