O’nu o kadar özlemiş ki özlemek nedir bilememiş. Hatırlayamamış birçok şeyi, kendini suçlamış hep.Fotoğraflara bakıp hatırlasana aptal diye kafasına vurmuş. Öldü dediklerinde ağlayamamış, ölmek ne demek düşünmüş. Nasıl bilsin ki küçükmüş.Ambulansa ilk o gün binmiş, bakınmış çevresine ellerinde hemencecik tutuşturulan O’nun kocaman ayakkabıları. Onları bırakıp O’nun ellerini tutmak istemiş ama eli yokmuş ki o an farketmiş. Yol bitmek bilmemiş sanki, sonra da ardına kapanan kapılar,koşuşturmalar. Kalmış elindeki ayakkabılarla. Bilememiş ne yapsın.Sonra düşünmüş bunlar hep filmlerde olurmuş o yüzden üzülmeye gerek yokmuş. Beklediği saatler boyunca hep öyle sanmış. Gittikçe kalabalık artmaya başlamış, sarılamalarda. O arada annenin çıglığını duymuş. Karnına ağrılar girmiş, oracıkta ufalmış sanki. Anlamış ki film kötü sonla bitmiş.
Hala ölmek nedir bilememiş. Çocukluk arkadaşı da gidince hep o kelimeyi kullanmışlar ama yanında hep yanına gitmekten bahsetmişler. O yüzden rahatmış hep. Keşke gitmeseydi daha özür bile dilemedi kafama attığı top yüzündendemiş. Keşke O’ da gitmeseydi daha az önce verdiğim şekeri çok beğendiğini söylemedi diye düşünmüş.Halbuki ne de güzel günmüş, anneyi yolcu edip birlikte yemek yiyeceklermiş.
Sabah sanki ayrı bir dünyaya uyanmış, birşeyler eksikmiş, kalbinde bir acı hissetmiş, birden dudakları bükülüvermiş, sarılmak istemiş o koca adama ama bulamamış. O günden sonra farketmiş ki bir daha öyle sarılamayacakmış kimseye , kimse onu uçak yapıp uçurmayacakmış bir de kimse sabahlara kadar masallar anlatmayacakmış…