bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

aşksız sevgi

zarifce | 14 January 2011 19:00

Sevginin sonsuzluğunda buluşalım
Ellerimiz kenetlenirken, soğuk gecelerde
Ruhumuzun derinliklerinde buluşalım.
Aşk olmadan da yaşanır sevgilerde.
Engin denizlere açılan gemi gibi
Yelkenler fora, rüzgar alıp götürsün
Savrulurken bir yaprak gibi

siyah beyaz hayat

zarifce | 14 January 2011 17:22

Yıl 1975. Babam fabrikada işçi olarak çalışıyor. Evimiz şehirlerarası yol üzerinde ve yola 30 metre mesafede, iki katlı evin bodruma benzer alt katı idi. Üst katta ev sahibi oturuyordu. Televizyon seyretmek için ev sahibine çıkardım üç yaşında bir çocuğu geri çevirmezlerdi her gün gitsem gelme demezlerdi. İyi insanlardı.
Evimizin girişi yüksekçe bir basamak gibiydi ve ben eve girerken önce oturur sonra içeri girerdim çıkarken de ellerimle destek alıp öyle çıkardım. Girişe göre sağ tarafta demirden yapılmış, üzerinde kalın sünger ve duvara dayanmış hasır yastıkları olan sedirimiz vardı ve yüksekliği boyumu alıyordu. Salon gibi kullanılan girişin tam karşısına annem eğreti duran ve sehpaya benzeyen ağaçtan yapılma bir masa koydu ve etrafını güzelce düzenledi. Salonda sedirden başka bir şey yoktu ortada incecik bir halı kenarlarda yine duvara dayanmış hasır yastıkların önünde konmuş oturmalık minderler vardı bazen bu minderleri bir araya getirip üzerinde takla atıp, yuvarlanarak oynardım.

Zoraki Balon

Galanthus | 14 January 2011 08:59

Beni şişirdiler. Nefesleri yetmedi. Ama şişirdiler. Bir kaç kişiydiler. Kocaman oldum, kimi ümitlerini üfledi, kimi aşklarını, kimi de hayal kırıklıklarını… İçimde her bir şeyden var. Zorla da olsa akıttılar içlerindekini, zehirlerini gözyaşlarını, mutluluklarını, sevgilerini, zorla da olsa ben bir balondum bir sürü bir sürü rengim vardı ve içimdekiler rengimi çok daha canlı yaptı, çok daha parlak… Ama bana kimse sormamıştı tercihimi. Bir kişi sorsaydı bari… bir soran olsaydı… ben balon olmayı seçer miydim?

20 Sene, 1000 Sayı ve Leman

Ulucan | 13 January 2011 10:03

Türkiye’nin en eski ve köklü mizah dergilerinden olan Leman, 1992 yılında Limon dergisi kapanınca Limon dergisini kuran Şükrü Yavuz, Mehmet Çağçağ, Tuncay Akgün, Suat Gönülay, Can Barslan ve Gani Müjde gibi mizahçılar tarafından kuruldu. Derginin yazar ve çizerleri; Güneri İçoğlu, Kaan Ertem, Can Barslan, Behiç Pek, Tuncay Akgün, Kemal Aratan, Atilla Atalay, Ahmet Yılmaz , Suat Özkan, Mehmet Çağçağ, Bahadır Boysal, Gökhan Dabak ve Nihat Genç.
Kurulduğu günden bu yana 20 yıl içinde -dile kolay- 1000 sayı çıkardı.

Bjorkumsu

Galanthus | 12 January 2011 09:38

Bu yazıya farklı bir giriş yapmak isterdim, yeni yıl coşkusunu hala içinden atamamış bir psikopat olarak “ho ho ho” yakışırdı sanki. Benim içimdeki bu coşku yeni yıldan da değil sanki. Biraz havadan, biraz sudan…

Yukarıdaki gereksiz paragraftan sonra hala yazıyı okumaya devam edecekler varsa, baştan uyarıyorum size keşfedilmiş Amerika’yı sunuyorum. Yani buralarda yok yeni bir şeyler. Peki nedir şimdi bu başlık derseniz sesi bir çok kişi tarafından Björk’ benzetiliyor. İzninizle ben bugün Emiliana Torrini için bir kaç kelam edeceğim.

ölümü gören var mı ?

dasein | 11 January 2011 10:45

Kağıt çarptık hayatın yüzüne, döndü gitti.
“Ölüm kayıp-landı” yazıyordu kağıdın yüzünde.
“KAYIP ARANIYOR !
ölüm kayıp kaybolmuştur.
görenler lütfen benimle iletişime geçsin.”
ben kim miyim ?
sence?

OLMALI MI OLMAMALI MI, YOKSA HİÇ DÜŞÜNMEMELİ Mİ

il mare | 11 January 2011 10:14

Dost diyor ki;

“Şimdi ben yaşıyorum,nefes alıyorum,hergün işe gidip geliyorum ya!Bunlar her ne kadar yaşam belirtilerim olsa da,istediğim hayatı yaşadığımı göstermiyor işte!

Herkes,okuyor,öğreniyor,sınavlara giriyor,yabancı dil öğrenıyor,yetmiyor bir kaç tanesini daha sokuyor o kirli akıllarına,yetmıyor teknolojiyi takıp ediyor,sonra bir şirkete kapak atıyor ve kaçınılmaz son! Hergün sabahın köründe sürünerek kalkıyor,akşam evine sürünerek dönüyor.

Bir düşünsene! Sabahın o zifiri karanlığında,eğer bekarsa o sıcacık yatağını,yastığını bırakmak zorunda kalıyor,evliyse teni güzel kokan kocasını bırakmak,bir de çocukluysa o minicik çocuğuna bir öpücük kondurup,o daha annesini görmeden yollara düşmek zorunda….Bir de şu aşaması var işin…Her sabah kurduğun saatin o dakik,soğuk sesi yerine,senin istediğin yada eşinin seni öperkenki o tatlı bir irkilmeyle uyanmanın dayanılmaz güzelliği… Gözlerini açtığında geceymiş gibi deği de,ister hava loş olsun ister en güneşlisinden,işte sabah olmus dedirten bir zamanda uyanmak…Nasılsa yetişmem gereken bir telaş yok deyip,kocana aynı öpücükle karsılık vermek ve hatta her sabah doyasıya sevişebilmek…Sonra guzel bir duş alıp en vitamınlısınden geniş bir kahvaltıya yayılmak…

gece geldi

dasein | 11 January 2011 09:56

gece geldi. sordu gündüz nerde ?
hiç olmadı ki dedi biri.
hiç işte dedi öteki.
o anda ötekileşti gece.
bay gündüz, dedi lütfen bunlara anlatınız geceye övgüyü.