bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Renkler tatlar kokular

FEYZAN | 18 April 2009 10:30

Pazar akşamüzeri, kızımla kardeşime gittim.Kendisi 30 yaşında olup hala şekerle beslenen biridir.Migros ta yepyeni bir şeker keşfetmiş bana onlardan ikram etti.İçinde farklı tatlarda renk renk minik şekerler olan paket, tarçınlı olanını tavsiye ettikten sonra çok farklı bir anlama büründü.Çok sevdim tarçınlı olanını ben böyle keyiften dört köşe mırıl mırıl söylenerek şekerimi emerken, kızım offff anne, dedi en ergen haliyle. Sen de her şeyi fazla abartıyorsun ne bu şimdi tarçınlıysa ne olur. Hakikaten ne olurdu sanki?orda o anda bir aydınlanma yaşadım.Fark ettim ki bana geçmişe dair bir şeyler ifade eden tatlar kokular ve renkler öbürlerinden çok daha değerli ve 40’ larıma geldiğim şu günlerde geçmişten pek çok renk tat ve koku biriktirmişim. Tarçın, annemin muhallebisinin kokusu. Annem ne zaman muhallebi pişirse karıştırmak için izin isterdim. daha sonra da üzerine tarçın serpmeye çalışırdım.Minicik parmaklarımla tarçın kavanozundan bir çimdik tarçın alır, acemice muhallebilerin üzerine serperdim.Hani şu mantıcıların hesapla birlikte tabakta getirdikleri karanfil ise dedemdir benim için. Beş vakit namazında ki dedem abdest alıp camiye gitmeden önce cebinde taşıdığı karanfillerden bir ikisini ağzına atar kardeşim ve bana verirdi. Bir mavi seven kadınlar vardır. Böyle bebek mavisi hırkalar gömlekler filan giyerler. İşte ben onlardan biri değilim.Hatta kuzenim hamileydi ve temalı bir hoş geldin bebek partisi yapacaktı.Oğlu olacağı için, herkes mavi bir şey giysin gelsin diye de bir tema yapmışlar.Evde ilaç için bir mavi şey bulamadım bir minik toka bile de gidip gömlek aldım. Çünki,.annem kendisine mavinin yakışmadığını söyler dururdu. Benim de içimde yer etmiş demek, mavi almam hiç ne kendime ne evime.Macun satarlardı biz küçükken her akşamüstü aynı saatte macuncu amca gelir elindeki tornavida ile istediğimiz renklerde ki macun şekeri bir çubuğa dolar üstüne de limon sürüp verirdi.Akşam olmasını beklerdik her gün heyecanla.Ne zaman macun görsem alırım ağzımın içine bütün şekeri sokar şekiller yaparım öyle yerim.Bazen utanıyorum da kızıma aldırıyorum zorla yemeyi bilmiyor fakir şeker,aşağılara kayıyor eline bulaşıyor,elinden alıp ona göstermek ve tabi yemek zorunda kalıyorum.Yeşil biber, çarliston biber yani, anneannemi hatırlatır.Akşamüzeri çay demler dolapta ne kadar kahvaltılık varsa çıkarır bizi doyurmaya çalışırdı.Biberlerin tohumlu kısımlarını ayıklar ortadan ikiye böler ve tuza batırıp yememizi söylerdi. Oltalarla balık tutmaya çalışanları görünce dayımın bizi Sarayburnu’ndan balık tutmaya götürüşü ve tuttuğu istavritleri pişirip bize yedirmesini hatırlarım.Anne patatesi diye bir şey vardır eski usul kalın kalın doğranır illa ki yağ çeker kağıt peçete üzerine alınarak yağı emdirilir,bazen esnaf lokantalarında görürüm de illa yemek isterim o çocukluk tadını bulmaya çalışarak,bir de anne köftesi vardır. Herkes kendi annesinin dünyanın en güzel köftesini yaptığını düşünüyordur herhalde.Benim annem maydanozlu yapardı köfteyi ,kiminin annesi de kimyonlu yapar.Yazın çıkan mis kokulu domates karşı komşumuz Ayşegül’ ü hatırlatır.Annesinin pazardan yeni aldığı henüz buzdolabına girmemiş domatesi kapının önünde elma gibi yemişti de onu camdan gören beni imrendirmişti. Annemin şaşkın bakışları arasında ben de bir domates alıp üzerine tuz döküp ısıra ısıra yemiştim.Mecimekli köfte Şenay teyzeyi hatırlatır. Funda’ nın annesi, 13 yaşlarındayım pek mızmızım her şeyi yemiyorum orda ikram etmişlerdi, misafirlikte huysuzluk etmek ayıp olur diye tatmış ve bayılmıştım.Çok titiz bir teyze vardı evi mis gibi deterjan kokardı hep.Bize yardıma gelen Emine teyzenin elleri hep çamaşır suyu kokardı sevmezdim o kokuyu .İlkokul 1’ e başladığımda kardeşim yeni doğmuştu annem sabah uyurum diye öğleci yazdırmıştı beni okula. Her şeyim gıcır, renk renkte kokulu silgiler almışlardı.İlk günler okulda çok sıkılırdım 4’ e doğru da hava kararırdı,ama abla olduğum için büyük olduğuma kanaat getirmiş ve sıkıldığımı kimseye söylememiştim. Şimdi bile dayanamam kokulu silgilerin baygın kokusuna. Mayısta uçuşan kavak polenleri ilk aşkım Savaş’tır benim için, onlar uçuşmaya başlayınca aklıma 17 yaşım ve o temiz genç kız gelir.Bir de her mayısta aaa benim aşık olmam lazım mayıs geldi diye düşünürüm.Nedir bu bilmiyorum. Nostalji kraliçesi oldum yine. Her şeye bir mana yüklüyorum.

saklı cennet

gulsey | 17 April 2009 15:42

Dünyada sahte cennet diye tanımlayabileceğim ender yerlerden bir tanesini paylaşmak istedim. Güzel ülkemin nice ortaya çıkmamış güzellikleri var. Ortaya çıkanları da tanıtmak ve korumak bizlere düşüyor. Akdeniz ile Köyceğiz Gölü’nü birleştiren ana kanal üzerinde olan Dalyan benim her daim aşık olduğum güzide bir tatil yöremizdir.Türkiye’nin en eski yerleşim birimlerinden biri olan Dalyan, Kaunas Antik kentin sahibidir.

Coğrafik yapısı gereği bir çok görsel zenginliğe sahip. Kaplıcaları, çamur banyoları, gölleri, caretta caretta kaplumbağaları ile meşhur olan kıyı şeridi… Kanallarında yapılan tekne turları tadına doyum olmayan muhteşem bir göz ziyafetine dönüşüyor. Antik kentin harabeleri , selamlıyor sizi büyük bir onurla. Daha sonra deltaya ulaşıyorsunuz. Yüce Yaratıcının yarattığı muhteşem devasa sazlıklar eşliğinde ilerliyorsunuz.

Doğa harikası olan İztuzu kumsalına ulaşıyorsunuz. Rabbim ne büyüksün. Bir yanda tatlı su bir yanda tuzlu su. Oh be demeden edemiyorsun. Ne iyi ettimde geldim diyorsun.Etrafa bak bak gidemiyorsun.

GEÇMİŞLEGELECEĞİMŞİMDİ

maltoferfol | 17 April 2009 14:45

Gecenin ayazı vurduğunda gündüzün günışığına
Kimdir kaybeden?
Gece karanlığından vazgeçer mi?
Ne gece vazgeçer yıldızlarından.
Gündüz günışığından vazgeçip karanlığa döner mi?
Ne gündüz kapatır ışıklarını güne.
Bu kadar acımasız değildir zaman.
Merhem olur ruhuna ne koku hissedersin ne de bir yanma.
Terk eden bir sen değilsin ki.
Çocukluğum, gençliğim ve sonra geleceğim…
Bir tek ruhum gitmeyecek benden.
Ve sen de gitmedin, seni ruhuma hapsettim.
Gittin.
Gelecek misin zamanında?
Geçmiş zaman hatırlatacak mı şimdiki zamanı bana?
Zamanla başım dertte.
Başlarım böyle zamana ne çok zaman var şu hayatta:
Geçmiş,gelecek,geniş…
Bir tek zamanı yaşasak.
Zaman hep şimdiki zaman olsa.
Geçmişi hiç hatırlamasak.
Gelecek zamanı düşünmesek
Bu mümkün mü?
Hayır!
Sen şimdiki zamanda gittin.
Geçmiş zamanda seni hatırlıyorum.
Gelecek zamanda özlüyorum.
Bir de hayatıma sonradan eklediğim beklenen zaman var.
Sanki zamanlar çuvala girdi.
Her zamanı yaşıyorum.
Buna rağmen tüm zamanların bana seni yaşatması…
Hayır!
Sensiz geçen hiçbir zamanı yaşamak istemiyorum.
Bu mümkün mü?
Hayır!
Ya o zaman…
Ölmeli miyim peki nasıl?
Ne yaparsam çabuk ölürüm?
Beynimden mi başlamalıyım yok etmeye?
Bunu yapamam seni düşünüyor.
Kalbimi mi söküp atmalı mıyım göğüs kafeslerinden?
Bunu yapamam kalbim hissediyor.
Gözlerim, ellerim bir de bütün benliğimi taşıyan ayaklarım.
Bunlardan da vazgeçemem.
Gözlerim senin ışığınla görüyor etrafını.
Ellerim sana uzanmak için hareket ediyor.
Ayaklarım sana gelmek için beni taşıyor.
Ben gitmemeliyim senden.
Ne geçmiş zamanda gelişimi hatırlayacaksın.
Ne gelecek zamanda gidişimi bekleyeceksin.
Ne de şimdiki zamanda gideceğim.
Ve sana hiçbir zaman şimdiki zamanı yaşatmayacağım.
Hayır!
Bunu yaşamalısın.
Sen gittiğin an,
Ben gittim.
Ama senden değil kendimden gittim.
Ansızın kalakalacağım.
Duracak her an.
Ve başlayacak sonsuz zaman.
Geçmişimle geleceğim şimdi geniş zaman!

Yargı süreci

serasu | 17 April 2009 14:09

kardeşlik adına
kardeşlik adına

İyi günler arkadaşlar
Bugün sizlere çok üzüldüğüm bir konudan yazacağım.Tüm okul hayatımda yaz tatillerinde gittiğim.Ve belirli bir yaştan sonra gönüllü hocalık yaptığım bir alandan.Çağdaş yaşamı destekleme derneğini anlatacağım.Asla tepkili bir yazı değildir.Şimdiye kadar yazdıklarımın samimiyetine inanmanızı istiyorum.Ben okurken yaz tatillerini değerlendirdiğim bir yer.Kütüphanesiyle,gitar kursumuzla,saz kursumuzla,okuma yazma kursumuzla,İngilizce ve okul öncesi derslerimizle,şan koromuzla,konserlerimizle ,spor salonlarımızla mükemmel bir eğitim yeridir.Yuvamız vardır bizim .Çalışan kesim için.Bizli konuşuyorum çünkü;yaklaşık on üç yıl oranın bir bireyiydim ben.Koca bir aileydik biz.Müdürümüz vardır bizim.Bizi kontrol eden koruyan.Çaycı ablamız vardır bizim bize servis yapan.Hatta ve hatta Belçika prensesiyle tanışmışlığım vardır benim.Bütün başkanları herkes den önce biz görürdük bu ortamda.Tabi birebir muhatap değildik.Türkan hanım ilgilenirdi.Fakat kısa sürelerde büyük insan gelip gitmiştir dışarıdan değersiz görülen çağdaş yaşama.Sonra ;okutamayan ailelere yardım edilirdi.Burslar dağıtılırdı.Doğu insanının kız çocuklarının okutulabilmesi için ses getirecek projelere imza atılmıştı.Bir sürü bizlerden kitap toplanılır eski kitapları kolilere koyarlar ve gideceği yerlere gönderirlerdi.Şubeleşmeye başlanmıştı bile.Artık ses getiren bir ortam olmuştu.Bütün aileler güvenle çocuklarını buraya bırakabiliyordu.Aynı fatih eğitim parkı gibi.Öğretmenlere erzak yardımı yapılıyordu.Fakir ailelere bağış yapılanlar veriliyordu.Örneğin çok iyi hatırlıyorum.Yeni evli bir çift gelmişti.Ev eşyaları yokmuş bağış yapılan yada kermes de bulunan eşyalardan istemişlerdi.Müdürümüz yetkilere danıştıktan sonra ücretsiz onlara vermişti.Bütün çocukların aileleri yani veliler. Kermes olunca, orası biraz daha kalkınsın diye çocuklarımız dışarılarda heba olmasın diyerek ne kadar kek ,pasta ,çörek havlu kenarı ne bulurlarsa satarlardı.Milletin eskisi bile orada öğütücü makine gibi değerlendirirlerdi.Türkan saylanı birebir tanımam.Ama gelip gitmelerinden ona aşinayım.Hayat felsefi nedir?Yada oradaki çocuklara ne öğütler bilirim.Sadece oku derdi.Oku ve kendini eğit.Dik dur.Kadınların özellikle çok eğitimli olmasını isterdi.On üç yıl sonra kimimiz işletmeci,kimimiz,mali müşavir,kimimiz doktor,kimimiz konservatuarlı,kimiz,avukat,kimimiz hemşire,aklınıza ve benim aklıma şuanda gelemeyecek birçok şey olduk.öğretmeniz vardı,muhasebecimiz vardı.Ne diyebilirim ki.Hiç abartmıyorum.

TANRI’YI SORGULAMAK…

biseyvardi | 17 April 2009 12:50

Hayat dediğimiz ve yaşadığımız ama aslında yerde gezinen ve düz
mantık yaşayan bir karıncadan hiç bir farkımız yokken kendimizi
dünyanın gözünde çok önemliymiş gibi hissetmemize neden olan
duyguyu ilk olarak unutun!Bizde dünyanın gözünde, onun üstünde yaşayan hayvanlar, bitkiler
yada diğer canlılarız ne farkımız var sanıyorsunuz ki?Biz belki kendi içimizde birbirimizle yarışabiliriz! Daha iyisini
yapabilir, daha iyisini söyleyebiliirz v.b Buda sadece kendi ırk içi
kapışmamız, başka birşey değil! Doğada ki, sizinde bilidiğiniz gibi bütün
ırakların içinde var olan, iyi olanın hayatta kalması için yapılan
sürtüşmenin mantık çerçevesinde yürütülmesi. Doğal bir yaşam şekli
sadece!