bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

sevgi güzeldir

taha3045 | 11 August 2009 17:24

Terin terime, acın acıma karıştığında anladım . Nereden ve ne yolla gelirse gelsin güzel şey sevgi, yapılan en büyük yanlış olsa da güzel.

Yaşanan her anı ile kahredebilen yada sonsuz mutluluk verebilen, şiir yazdırabilen yada ağlatabilen bir piyango olsa da güzel.

Nasıl başlayıp nasıl bittiği belli olsa da olmasa da, durmadan uçmaya uçurmaya meyilli olsa da güzel. Çünkü nerede ve nasıl başlayacagını en iyi bilendir o.

Zamanı tersine akmasını istetse de, yüreğin en kıvrık yerine saklansa da, atardamarlarda ayrılık olarak ızdıraplı bir tura çıksa da güzeldir. Çünkü yürekteki insan artıkları asla unutulmaz bu da güzeldir.

Mektup-1: Regl Olsun Lan!…

Kuduz maymun | 11 August 2009 16:30

Öküz.
Öküz.

Merhaba.
Bugün keyfim yok. Niyedir, bilmiyorum. Ne kadar sinirleneceğim anım varsa aklıma üşüşüyor. Hatta vaka anında sinirlenmediğim, o anda birşey ifade etmeyen söz ve jestler şimdi hatırlayınca mana kazanıp beni öfkelendiriyor.

Ben 11 yaşımdayken bir Sibel, vardı sınıfta. Sibel çok havalıydı. Ben çocuktum, o bir genç kızdı. Burnu havalarda, benim gibilerle konuşmazdı. İyice kabarttığı kısa saçları vardı. O yıllarda bir haftasonunda sınıfta bir hocamız ek ders yaptı. Az kişi geldi. Sibel de geldi. Aynı sıraya oturduk o gün. Öğretmen birşey yazdırıp düzenlememiz için bize süre verdi. Bir uğultu başladı. Ben defterime eğilmiş uğraşıyordum. Az sonra sanki saçıma üfleniyormuş gibi bir hisse kapıldım, başımı çevirdim: Sibel. İçimden tabii hayranlık duymuyor değildim ona. Ağırbaşlı koca kız. Sibel bana dönmüş anlayamadığım bir ağız hareketiyle kısa aralıklarla üflüyordu sanki. Dikkatle yüzüne baktım. O sıra ne olduğunu anladım. Sibel, artık ağzında (Silgi kırıntıları gibi) ne varsa, üfleyerek ve tükürerek bana gönderiyor. Çünkü ben dikkatle bakınca bazıları da yüzüme geldi. Çok şaşırdım. Ben ona bakınca Sibel bana: “Ne bakıyorsun, lezbiyen misin…” dedi. O sırada hakikaten çocuktum ve o kelimeyi ilk kez duymuştum o gün. Ne olduğunu anlamadım. Önüme döndüm. Yıllar sonra bir gün lezbiyenin manasını öğrendiğimde o kızın neden bana öyle yaptığına akıl erdiremedim.

yemeğin mutlulukla bir ilgisi olmalı

nazokiraze | 11 August 2009 15:40

Türkler eskiden günde iki öğün beslenirlermiş, kuşluk ve ikindi için sadece tandırda yapılan yufkanın arasına sarılmış lor peyniri (dürüm) yenilmek suretiyle öğün tamamlanırmış . Sonrasında hayata giren kahve denen içecek içmek için öncesine birşeyler atıştırılması ihtiyacı doğmuş ve kahvaltıdilimize böylece yerleşmiş.

Kahvaltı etmek gerçekten ruh halini çok etkiliyor, belki en çok kahvaltı sofrasına özen gösteriliyordur. Misafir gelince özenle hazırlanan simitli, çeşit çeşit reçelli, sucuklu,yumurtalı , kekik serpilmiş zeytinli kahvaltının sadece karın doyurmak için oldugunu nasıl iddia edebiliriz ki?

Cenneti anlat

bige | 11 August 2009 14:52

Vaad edileni değil, senin topraklarını bilmek istiyorum.Bilinmeyenin heyecanından değil, senin topraklarının tam da düşündüğüm gibi olacağından emin olduğum için istiyorum bunu.Sende bunu zamanla anlayacaksın, benim olduğunu hep birbirimizin olacağımızı, vazgeçilmezliğimizi…

Sataşmayacağız kimseye,mutsuz olmayacağız ki!Çiçekler en sarı en mor,yemek en lezzetli olacak bizim içim hep.

Ama bana sen anlat o cenneti birazda. Vaad etme,ama anlat.

http://www.flickr.com/photos/rust_art/3321255116/
http://www.flickr.com/photos/rust_art/3321255116/

Sürükle beni dünyana,ayaklarımla gidecek olsam da sen sürükle,ısrarını bildir bana.

Benim cennetime ancak böyle girilir de.

Vaad etme, sadece iste…

izmir-istanbul VI

kahramancayirli | 11 August 2009 14:01

Bütün bu yolculuklar süresince birkaç fotoğrafımız var sadece. Çünkü fotoğraf makinemiz yok ve eskisi gibi fotoğraf çekilmek hoşuma gitmiyor, eskiden vesile arardım. Sadece cep telefonuyla çektiğimiz birkaç hatıra var, ilçe girişlerinde metal levhalar oluyor ya, ilçenin ismi ve altında nüfus yazıyor, kimi ilçelerde bu tip fotoğraflar çekmiştik, cep telefonu ve güneş ışınlarının mükemmel karışımı zaten onlar da …
İstanbul’da şehirlerarası yola çıkana dek resmen ömrümüz bitti. Avcılar’ıydı, Çekmeceler’iydi derken zaten Kumburgaz, Selimpaşa ve akabinde Silivri’ye ulaştık, tabii yine gece olmuştu bile. Hedefimiz gece Çanakkale’ye ulaşabilmekti. Molalar vere vere gidiyorduk, belimiz tutuluyor, yol iki şeride düşüyor – sözde şehirlerarası yol-, motor ısınıyor – sözde sıfır motor- vs. vs …
Tekirdağ’ı arkadaşım çok beğendi, ben o kadar sevemedim; ama tertipli, düzenli, denizli kent sonuçta … Tekirdağ çıkışında gözlerim yuvalarından fırladı, sanıyorum ki Çanakkale – 90 km falan yazacak, 198 km’yi görünce afallıyor insan. Sözde gece orada olmayı planlamışız, 198 km’yi gördüğümüzde de saat sabaha karşı 4 zaten.
Tekirdağ çıkışında bir benzin istasyonunda dinlendik, kablosuz internetin keyfiyle Çanakkale’ye doğru yolu kısaltma çalışmaları yapıyorum haritadan. Şarköy’e doğru deniz kenarından daha kısa bir yol olduğunu keşfettim ve ikna ettim arkadaşımı “işte 80 km kâra geçeceğiz, hem deniz kenarı manzarası,..” aklına girdim.
Şehirlerarası yoldan çıkıp bir kamyonun zor sığacağı delik deşik bir yoldan Barbaros’a indik, Barbaros’tan Şarköy yönüne doğru devam ediyoruz, yol güzelleşti, Karayolları’nın tabelalarını görünce tamam dedim, müthiş bir iş yaptım süper bir yola girdik. Kumbağ sahil kasabasının çıkışında yol stabilizeye çevirince dank edip dönmeliydik şehirlerarası yola geri ama ben ne yaptım “yok yok gidelim, yol müthiş kısalacak, hem bu kadar yol geri mi dönülür” bir milyon laf. Kumbağ’dan sonra 8 km kadar feci bir yol bekliyor sizi, altınızdaki araca güvenmiyorsanız, gecenin bir körüyse, benim gibi her an ormandan bir şey çıkacakmış endişeleriyle doluysanız, bu yoldan uzak durun. Gün ışıyınca manzaranın olağanüstü olduğu ortaya çıktı, dağın tepesindeyiz, yoldan 2 santim dışarı çıksak, denizin dibine yuvarlanacağız ama belki de bir daha öyle güzel manzaralar görmem hayatımda. İnsanda güzel niteleme sıfatları tükeniyor bazen, güzel, hoş, müthiş, olağanüstü, .. yetersiz kalıyor. Gidin görün. (Siz Şarköy – Eriklice – Mürefte – Hoşköy güzergahından gelin) Uçmakdere köyünün mükemmelliğini, tabiatın ne noktalara varacağını görün.

KÖTÜ KOKUYA SON

metezade | 11 August 2009 13:10

  • pek çok insanın kabusudur aslında ayak kokusu. bu iğrenç kokuya sebep olan pek çok şey vardır. ayakların tüm gün ayakkabı içinde kalması, ıslak kalması, iyi kurulanmaması,çoraplar…
  • Aşırı sıcak ve nem nedeniyle ayakların terlemesi sonucu mikroplar ve bakterilerayak derisine yerleşir ve kendilerine uygun ortam bulduktan sonra üremeye başlar. hem bakteri hem de mantarlar bu ortamla birleşince ortaya ekşimsi bir koku çıkar. işte bu koku insanın hayatını mahvetme özelliğine sahiptir. tüm gün okuldayken işteyken yada dolaşırken ayağımızda bulunan ayakkabımız içinde terleyen ve koku derecesinin hat safhaya geldiği ayakların kokusunu ayakkabının içindeyken bile almak mümkündür.
    arkadaşınızın evine gittiğinizde yada herhangi bir yere davet edildiğinizde ayakkabılarınızı çıkarmanız gerektiğinde o kötü kokuya maruz kalan insanların bakışları korkuçtur ve tüm gününüz berbat olur utanç duygusu da cabası.

Gördüklerim

beatmawe | 11 August 2009 12:28

“gördüklerim” isimli kısa filme hoş geldiniz! demek isterdim bir yerlerden ilerde doğabilecek bir zaman diliminden. birşeylerden bahsetmek isterdim -yani ben vazgeçmeden çok çok önce-. tüm anlattıklarım da dahil tüm anlatılanlar topu topu boş sözcük salsatası.işte yemişim zamanda yankılanmasını kelimelerin. ben ilkel insanlar gibi konuşmak isterim.”ve ilkel insan konuşmayı buldu” diye başlamak isterdim, vazgeçmeden çok çok önce. çekilecek üçüncü sınıf bir belgesel filmde. birşey istedi “ver” dedi. bir şey uzattı “al” dedi ilkel amcam.ee kolay değil yeni çözmüş konuşmayı bütün lugatı çok basit, hepsi tek hece.