bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

EŞİNİ ÖPERSEN ORUCUN BOZLUR MU?

keremx | 22 August 2009 18:34

EŞİNİ ÖPERSEN ORUCUN BOZLUR MU?

Öncelikle Ramazan-ı Şerifinize tebrik ederim.
Oruç tutup tutmamam, oruç tutup tutmamanız söz konusu değil.
Tutana da tutmayana da saygı duyduğumu belirtmek isterim.Şüphesiz Ramazan ayı, bizim kültürümüzün asırlardır yaşatılan bir öğesi.
Tv programları ve günlük gazetelerde Ramazan ayının toplumuzdaki yerini çok iyi gözlemleyebiliyoruz.

Gündemi bir ay boyunca Ramazan belirleyecek. Benim yazılarımın muhtevası da bir ay boyunca Ramazan olacak.

aşkım aşkım

AbiHayatim | 22 August 2009 16:17

hayat hep iki seçenek sunar, bazen o da olmayabilir tabi. o zaman hep kelimesi yerine çoğunlukla diyelim.
yaşam ölüm.
yaşarız ama bir gün öleceğimizi düşünerek.
kavuşma ayrılık
kavuşuruz bazen ama ayrılma korkusu yaşarız.
bizim durum için de geçerli değil mi bu aşkım.
kavuşuyoruz ama içimizde hep bir ayrılma korkusu.
iki örnek içinde geçerli panzehir, bağımzıklık.
yaşarken ölüm korkusu duymayanlar, yaşamaya o denli bağlı olmayanlar olabilir mi?
kavuştuklarında da ayrılma korkusu taşımayanlar yine aynı kişiler mi?
ölmekten korkmuyorum ben, ayrılmaktan korktuğum kadar.
of! bak sigara geldi aklıma. halbuki sigara içmemden nefret edersin hemde sigara kelimesini söylememden.
şimdi niye söyledim tutmadım kendimi. sanırım savunma mekanizmamın kendine göre öç alma sistemi var. dudaklarını büktün, gözlerin yere düştü şimdi o kelimeyi okuyunca. bak yine dayanamadı yüreğim keşke söylemeseydim.
bu keşkeler bitirdi beni.
oysa sen benim yüreğimi kanattın lakin ben yine dayanamıyorum bu şekilde bir misillemeye.
acaba yüreğimi kanattın derken yine öç mü almaya çalıştım?
alt bilincimin kontrolünü yitirdim. sen bendeki burç yeteneklerimi çaldın. oysa ben tam bir yengecimdir. hiç dosdoğru gittiğim görünmez hedefime, aylarca bir cümlenin peşinden koştuğum olur, tıpkı senin için yıllarca beklediğim gibi.
şimdi ne oldu ki bekledim de, hala kıskaçlarım arasına alamadım seni.
sen bir kum tanesi oldun, denizden değil kayadan rüzgarla gelen. ben sana koca bir deryayı vaat ettim. sen sıcak kumaslı tercih ettin. korkutucu deniz, görünmüyor 1 metre ilerisi ama bir alem kaybettin orada. neyse derine dalmayayım, hep vurgun yeyişlerim bundan.
şimdi yardım istiyorum. bu yazıyı okuyan herkesten. aradığınız sevgiyi karşınızda bulamadınız ama aynı zamanda aşıksınız. gitmek mi lazım kalmak mı?
sorumu değiştiriyorum.
bir sofrada 10 kişi oturdunuz sevdiğiniz yemekten mi yersiniz, merak ettiğiniz mi?
sana yazamıyorum, ailen benimle görüşme diye 3. telefonuna da el koydular. internetini de kestiler sanırım feysbuktan yenileme göremiyorum. bende buraya döküyorum içimi, birgün okumak zorunda kalmandan korkarak. neyse yarın bulabildiğin bir telefondan çağrı at. ben seni arıcam. ha bugün yine babanı aradım haberin vardır. yine gelmek istemedi telefona kardeşin açtı.
seni senin anlayamıyacağın kadar seviyorum. bende anlamıyorum ne kadar sevdiğimi aslında. birgün tenden sıyrılınca anlıyacağımı ümit ediyorum. sende ümit et.

Tık (Eskici)

aRRoGaNTe HoMbRe | 22 August 2009 14:04

– Düşündüm de artık yeni bir yazı yazmanın zamanı geldi.
– Ben artık yazamadığını düşünmeye başlamıştım.
– Denedim ara ara ama olmadı, evet. Yazıp yazıp sildim.
– Peki bu?
– Bilmiyorum. Karar vermek için erken. Belki bunu da silerim.
– Bence bu düşüncede isen devam etme yazmaya. Bu yazının gidişatını da olumsuz etkileyecektir. İstesen de istemesen de.
– Haklısın, kendime bir şans vermeliyim.
– Kesinlikle. Peki konusu ne olacak?
– Konu mu? Benim yazılarımda genelde konu olmaz bilirsin.
– Evet, o da doğru. Bence yeni bir masal yazmalısın.
– Olabilir.
– Ama şiire çok bulaşmamanı öneririm.
– Bence haksızlık ediyorsun. Tamam süper değillerdi ama kötü de denemez.
– Tamam tamam. Ama yazacaksan yine geyik bir şiir yaz. Ya da duuur, yeni bir yemek tarifine ne dersin?
– I-ıh. Onu neden yazdığımı biliyorsun.
– He he, biliyorum tabi.
– Bi çıkış noktası bulup, üzerine birkaç diyalog mu yazsam?
– Bilmem ki. Belki de yeni bir şey denemelisin.
– Ne gibi.
– Bu olur.
– Bu mu?
– Evet, neden olmasın. Başında da niyet o değil miydi? Farklı bence.
– Farklı evet. Ama iyi mi?
– İyi len.
– Sonra rezil olmayalım. ‘Bak bir şey bulamamış eskici, yazııııık lan’ demesinler.
– Demezler. Ayrıca deseler n’olur. Diyenin emmüğe koyim.
– Artık demez zaten kimse, n’aptın be!
– Ben yapmadım. Sen yaptın. Hemen hemen her yazında var olm bu senin. Terbiyesiz utanmaz bir insansın.
– Alakası yok. Yazmak özgürlüktür.
– Ulen hiç yakışmıyor böyle laflar sana. Onu başkaları desin. Sen yine argo, deli saçması yazılarına devam et.
– Ediyorum o zaman. Bu bence son bölümde bahsettiğin tanımı yakalayan bir yazı oldu. Veriyorum yayına lan.
– Vermezsen ben senin ta….
– Hop hop ! Tamam yeter. Uslu ol.
– Peki nasıl bitirmeyi planlıyorsun?
– İşte onu bilmiyorum. Var mı önerin?
– Tık diye kes gitsin.
– Nasıl?
– Basbayağı tık diye.
– Tık.

HİF Hakemliği Fiyaskosu

juki | 22 August 2009 12:16

Türkiye futbol Federasyonu bu yıl şubat ayının son günlerinde HİF Hakemliği adı altında ilk defa kurs düzenledi. Bu kurslar haftada bir olmak üzere mayıs ayına kadar devamedegeldi. Her haftasonu 2,5 gün (Cuma akşamı dahil) verilen kurslarla sözde HİF (Herkes İçin Futbol) hakemi yetiştiriliyordu. İki gün bir sınıfta kural bilgisi anlatılıyor son gün de saha eğitimi yapılıyordu. Neyse bunda anormal pek bir şey yok. Kısa da sürse bir kurstu bu.

Daha sonra 2,5 günlük hakemler çeşitli turnuvalarda görevlendirildi. Bunlardan ilki Kadıköy’de düzenlenen UEFA HİF Mini turnuvasıydı. Her şey iyi gibiydi. Turnuva Mayıs ayına kadar ama öyle ama böyle sürdü. Mayıs ayında artık turnuvanın finali vardı ve İlhami Ahmet Örnekal takımının hocası, ki kendisi profösyonel liglerde hakemdir, oğlunu turnuvanın finaline atattı. Oğlu henüz 1 hafta önce kursa katılmıştı ve diğer arkadaşlarına göre tecrübesizdi. Ama o, bir hakemin oğluydu. Onun hakkıydı final ve Platini’nin izleyeceği bir maçı yöneterek şereflenmek. Nihayet berbat bir şekilde yönetildi o maç. Platini’ye de rezil olduk. Ama torpildi bu, Türkiye’de bu gücün önüne hiçbir şey geçemezdi.

Bunalım Girdabı

sister blister | 21 August 2009 21:03

Bunalım girdabına kapılmamak, biraz nefes alabilmek için bi’şeyler yapmak istiyorum. Kurs olur, etkinlik olur… Yeni birkaç insan tanıyıp, gülüp eğlenip öğrenebileceğim bir şeyler olsun. Başlamaları bitmelerinin sonu gelmiş bir ilişkinin karanlığının ardından, hayatın renklerinden gözlerim kamaşsın isterim. Ey hafif, ne yapsam? Çok param yok, çalışıyorum, hafta sonları akşamları katılınası guzel bir etkinlik bir kurs (dans olmasın :)) ne vardır Anadolu yakasında?

O değil de…

bige | 21 August 2009 19:11

http://farm4.static.flickr.com/3648/3568930133_eb884b485b.jpg
http://farm4.static.flickr.com/3648/3568930133_eb884b485b.jpg

Güne uyanmış pembe çiçekleri sevmedim bugün. Ben uyanamamışım daha, derin uykudayım koklasam ne yazar pembeyi, çiçeği?

Ne zaman uyanacağım öyle mi? Bir de utanmadan soruyorsun bunu bana. Yanıbaşımda ol dediklerim yetmedi gitti, ama hep sıhhatimi ve şimdi de uyanışımı sorar buldum seni. Ama zerre aşk belirtmeden, sade bir şefkate bulanmış buldum kendimi.

Ahh! Aradığımız hep şefkat olsaydı saçımız okşayan liseli sevgilimizin hayali de yeterdi, arada sırada hasbıhal edilen arkadaşlarla masa başı yapılan körler sağırlar birbirlerini ağırlar sevdaları da…

Dalgakıran

lagos | 21 August 2009 17:56

adı kadar ürkütücü değil aslında.. dalgakıran..
olduğu yerde hiç istifini bozmadan duran, kendi halinde bir kayalar yığını. bilemiyorum onun duyguları var mı, birşey hisseder mi? ama bildiğim bir şey varsa o da dalganın duygularının olduğu..

dalgakıran hiç düşünür mü acaba, zayıflattığı dalgaların ruh halini? vicdanı sızlar mı hiç tüm heybetiyle gelen dalga eridiğinde? deniz onun yüzünden konuşamaz bazen, söylemek istedikleri içinde kalır. kini, öfkesi, nefreti dalgakıranla kırılır. ve sular altında kalır. deniz bu duygularını içindekilere püskürür bazen. o zaman daya birkaç balina karaya vurur ya da sürü halinde balık ölümleri gerçekleşir. belki bir yunus yüzemeyeceği sığ sulara atar kendini, intihar edercesine.