bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

dila hanım

kahramancayirli | 30 September 2009 10:58

resimsec.net adresinden alınmıştır.
resimsec.net adresinden alınmıştır.

Bir film, edebiyat uyarlamasıysa olumlu bir önyargı ile başlarım filmi izlemeye. Çünkü edebiyat eserindeki dramatik kurgu fazla çaba gösterilmese de senaryoya, filme yansır, ayağı yere basan, derinlikli olan karakterleri olur genelde filmin. Kötü edebiyat uyarlamaları da var elbet, hepsi aynı kalibrede değil.

resimyagmuru.com adresinden alınmıştır.
resimyagmuru.com adresinden alınmıştır.

Dila Hanım, ta üniversitedeyken kolay kolay film beğenmeyen bir arkadaşımın önerdiği bir filmdi, kısmet geçen hafta sonu ancak izleyebildim. İyi ki izlemişim. Uzun zamandır güzel bir aşk hikayesi izlememiştim ekranda, iyi geldi.

Huysuz İhtiyar

fitil | 30 September 2009 09:44

Sağanak yağıyordu. İki kadim dost, her Çarşamba akşam üzeri yaptıkları gibi, Sarayburnu’nun manzarası eşliğinde kahvelerini yudumluyorlardı. Peyami kahveyi sert içerdi. Fazıl’ın ise sütsüz ve şekersiz kahve içtiği görülmemişti. Yerleri belliydi. Peyami, her zaman balkon kapısının diğer yanındaki koltuğa oturur, getir götür işlerini Fazıl’a bırakırdı. Zaten Peyami’nin evden pek çıktığı da söylenemezdi. Çarşamba gündüzleri pazara gidiyorum diye çıkar, birkaç saat ondan haber alınamazdı. Fazıl sorduğunda; yazdığı yazılara malzeme toplamaya gittiğini söylerdi. Geçtiği yollardaki yüzler, dükkan kapılarında bekleşen esnaf, gözyaşı dökmeye hazır mezarlık yolu adımcıları, pazarcılar. Eve dönerken mutlaka sodasını da alırdı. Diğer günler ise Fazıl gezer dururdu. Bazen Peyami’nin yazdıklarını yayınevine götürür, bazen birkaç gazete veya dergiye uğrar, eş dost ile sohbete dalardı. Aslında onun en önemli görevi eleştirmekti. Dostunun yazılarını eleştirirdi. Kulağa hoş gelmeyen kelimeleri değiştirir, bazen cümlelerin yerlerini değiştirir, hatta bazen bir yazıyı olduğu gibi çöpe attığı bile olurdu. Pek “Huysuz” bir adam olduğu söylenemezdi, ama Peyami ona ismi ile hitap etmeyeli uzun yıllar olmuştu. Ona “Huysuz” demesinde, dostunun sadece yazılarını kesip biçmesinin değil, haksızlığa ve hataya tahammül edemeyen bünyesinin de büyük etkisi vardı. Sürekli birilerine ya da birşeylere söylenirdi Huysuz. Peyami ise mahallenin amcasıydı. Yavaş yürürdü. Lakabı “İhtiyar” olsa da, yüzüne karşı sadece Fazıl ihtiyar derdi.

O Çarşamba akşam üzeri yine pencere kenarında yerlerini almışlardı; Fazıl, Peyami’nin yazdıklarını sessizce okuyordu. Yine bir kelimenin yerinde durmadığını fark etti. Son zamanlarda daha çok kelime değiştirmeye başlamıştı.

Türkçe Rap Dosyası 1

feveran | 29 September 2009 18:51

Rap türkiye’ye ilk geldiğinde hiç hoş karşılanmadı. Anadolu’da özellikle tarzı ne olursa olsun tüm sanatçılar karşı çıktı. Rap’i müzik olarak görmediklerini söyledir. Rapçilere serseri, uyuşturucu bağımlısı gözüyle bakılıyordu. Rap’in Amerika’dan gelme bir sömürü aracı olduğu düşünüldü. Oysa şu an o ilk zamanlardan yaklaşık 15 sene geçti ve türkçe rap gençler arasındaki en popüler müziklerden biri. Hatta akım bile denilebilir buna. Bu nasıl mümkün oldu da bu kadar yükseldi? Artık siz ne derseniz; alt kültür, müzik, sanat, saçmalık..

Hip hop; break dans, graffiti, rap söylemek ve dj’lik yapmaktan oluşur. Ülkemizde rap kadar yayılmış bir kolu yok. Bunun nedenini bulmak bize birçok ipucu verecektir.

break
break

Ülkemizde rap’ten önce break dans modası hakimdi. O zamanlar çok az rapçi vardı. Break dansçıların çaldığı müzikler hep yabancı mclerin oldukları şarkılardı. Fakat Anadolu’da dahi birçok break dans grubu vardı. Ta ilkokuldan başlayarak gençler break dans hareketlerini öğrenir, sokak ortalarında yarışırlardı. Şehir meydanlarında gösteri yaparlardı. Ama dediğim gibi ne kadar ilginçtir onların arasında bir tane bile mc yani rap söyleyen birileri yoktu, birisi çıkıp bağıra bağıra kafiye üretmeye çalışmazdı. Break varken rap’e gerek duyulmazdı, break yeterince etkili ve havalıydı. Üstelik break yapmak çok daha zordu rap’e göre. Çok ilginç bir şekilde bu böyle oldu ve ülkemize break dans rapten çok daha önce yerleşmişti. Breakin rapten önceliği 2000’in ilk yıllarına kadar devam etti. Break dansın yayılması ise 90’lı yıllar da başlamış olmalı.

Yaban

pilli pati | 29 September 2009 18:08

Fırat Doğruloğlu’nu hiç böyle rol yaparken görmediniz. Sayesinde Türk sinema tarihinde yıllardır izlediğimiz film karakterlerinden aldıkları ilhamla Haneler komedi dizisinde yaratılan Yaban karakteri kendi başına bir ikon olma yolunda.

Sanatçı ilk kez 1999 yılında kamera karşısına geçtiği günden beri çeşitli yapımlarda yer aldı ama hiç bu kadar komik bir karaktere imza atmadı. Yapımın gerisindeki senaryo yazarlarının da repliklerde büyük başarısı var. Onların da hakkını yememek gerekiyor ama karakterin bu kadar kısa sürede tutulmasında onu canlandıranın da emeği büyük…

SUSMA…

| 29 September 2009 17:36

Şen şakrak programlardan sonra Seda Sayan’nın ‘Susma’ adlı yeni TV Programındaki yeni tiplemesi ne kadar gerçek? Seda Sayan, mahkeme salonunu andıran sahnesi ve hakim pozları ile nereye gidiyor? Yeni imajlı Seda Sayan, yaptığı program ile kimlere ulaşıyor ve gerçekten ulaşabiliyor mu?

Bu tür toplumsal sorunları lanse eden programlar ne kadar doğru yapılıyor?

Tamamen tartışma konusu olan bu tür televizyon programları, hangi ölçüye dayanarak doğru yapılıyor?

Hangi ölçüde kontrol ediliyor?

Daktiloya çekilmiş şiirler : Nilgün Marmara

kahramancayirli | 29 September 2009 12:38

Daktiloya çekilmiş şiirler

Kahraman Çayırlı

turkish-lit.boun.edu.tr adresinden alınmıştır.
turkish-lit.boun.edu.tr adresinden alınmıştır.

Zor, kaya gibi şiirler yazmış Nilgün Marmara 13 Ekim 1987’de aramızdan ayrılmadan önce. İlk basımı 1988 yılında Şiir Atı Yayınları tarafından yapılan “Daktiloya Çekilmiş Şiirler”i okuduğum diğer şiir kitaplarından farklı bir yere koymam bu yüzden. Okudum sakince, okudum okudum ve kitabın 97. sayfasına geldiğimde fark ettim ki bu bir ölüm kitabı; ölümler, ölmeler, cesetler kitabı. Ölümün bir şiir dosyasını nasıl sardığını, tek bir çağrışımla da olsa şairin kalemine nasıl dolandığını görmek için ayıkladım ölümleri Marmara’nın dizelerinden. Ölüm kokusunu kitabın orta yerinde aldığım için ölüm takibi de 97. sayfadan başlasın istedim:

milliyet.com.tr adresinden alınmıştır.
milliyet.com.tr adresinden alınmıştır.

Savrulan Beden (s.97) şiiriyle başlıyorum şairin ölümü çağırma tanıklığına. Hemen sıradaki şiir Kuğu Ezgisi’nin daha ilk dizesinde şiirlerini, kuğuların ölüm öncesi ezgilerine benzetiyor ya da öyle tanımlıyor. Şairin “ne zamandır ertelediği her acı (s.99)” çıt çıkarmaya başlıyor artık!Sonra ölümün farklı yüz ve seslerine rastlamaya devam ediyoruz. “Bu bezgin şafakta ölümün kokusu dağılıyor (s.100)”. 101. sayfada da “Anında; hepsi ölüydü” diyor şair. Ölüsüz, ölümsüz sayfayla karşılaşmayacağını hissediyor artık okur.“Kanı ürkek çocuk,bir çift pabuç bırakıyor,Tek bir ölüm için.” diyor 1982 yılının nisan ayında “Çocuk” adlı şiirinde.Sıradaki şiir “Fotofobi” hiçbir ölüm ya da ölüden bahsetmeyince (ki aslında “örtünce karanlığın / sonsuz olanağını” dizeleri çeşitli okumalara açık bana kalırsa) artık şair rota değiştirecek diye düşünüyorum. Ta ki sayfayı çevirip Aile (s.104) şiiriyle karşılaşana kadar. Şiir ölüm sözcüğüyle başlıyor (Ölüm dönmüş eve / …) !Aile şiiri, Ağustos 1982’de yazılmış. Aile’den Nisan 1984’te yazılmış “Cam Kelepçeye Evet” şiirine dek ölü yok, ölüm yok. Ama ismi olmayan s.115’teki şiirin son dizesi “ben ölümünden yad’a…” olunca, bahsetmemiz gerekti. Ve sayfayı çevirince Çıkrık şiirinin son dizesi: “Su, ölene kadar (s.116) ! Sonra bir martı kanatlarında dünyanın cesedini taşıyor (s.118). Hemen peşinden “Sevgili küçük ölüm” diyor 1984 Ekiminde yazdığı Güve şiirinde (s.120).Islak bir kedi kendi ölümünün gölünde, suyun gözünü bulamıyor bu kez (s.123). Hayvan Güldü adlı şiirinde ise şair bakın ne diyor: “Yerde bir kuyruk: ortasındayız, tepside ölüm (s.129) !

Ölü doğmuş fareler pembeliği…

DEĞİŞİK BİRŞEYLER İŞTE

il mare | 29 September 2009 11:32

ne hoş melodi

Nedensiz ve iyi hisler sirkulasyonunun içerisindeyim şu an belli,cereyan yaptı aşağıdan döne döne gelip beni bulan hava,açık antenlerim çünkü;kalkıp kapamak ve bu rüzgara bir son vermek lazım..Ama yoo.. Böyle iyi..Yüzüme yüzüme vursun o hava,araya bir şey sıkıştırayım ki ama;aniden çarpıp ses çıkarmasın kafama kafama…

İngilizce kelimelerin içine dalmış olmam mı türkçe kelimelerin değerini bildirtip farkındasızca,yazı yazmamı sağladı,yoksa uzun paragraflara artık daha kolay anlam yükleyebildiğimi görmemin heyecan ve mutluluğu mu,artık mutluyken de yazıyor olabildiğimi bir kez daha vurgulatmak için beni ekranın başına oturttu hiiçç bilemiyorum ama…. Her zamanki gibi,nedenleri çok sorgulamadan sonuca varıyorum;işte şu an burdayım ve yazıyorum.

Kasırgalar

pilli pati | 29 September 2009 10:26

Doluyorum yeniden… Çok yakın, hatta herşeyin olmasına neredeyse beş var! Bu kadar boş bulunman sana hiç yakışmıyor. Şifreleri çözdükçe herşeyin birer birer fişini takıyorum. Işıldıyor ortam. Nasıl da aydınlanıyor! Görüyorsun ama gözlerini yumuyorsun, görmezden geliyorsun. Farkındayım. Benim fişimi takmadığın için oluyor bütün bunlar. Enerjinin önünü tıkadığın için oluyor. Alışmış yollarını rüzgarların, kesmeye çalıştığın için oluyor. Önüne set çekmeye çalıştığın fırtınalar, kasırgalar… Susarak, sinerek, unutturmaya çalışarak!